İstanbul Film Festivali’nden vizyona geri döndük. Sinemalardaki film sayısına bakarsak, vizyon çok bereketli. Nisan ayında toplam, 47 film gösterime girmiş. Her hafta 9-10 film anlamına geliyor. Ama filmlerin niteliklerine bakacak olursak, belli bir seviyenin üzerindeki filmler, iki elin parmaklarını geçmiyor. Seyircinin ilgisi de benzer şekilde, birkaç film etrafında yoğunlaşmış şekilde. Nisan ayında gösterime girmiş filmlerden 100 bin seyirciyi aşabilmiş sadece 4 film var: Morbius, Doru Macera Ormanı, Kirpi Sonic 2, Fantastik Canavarlar: Dumbledore'un Sırları. Son haftanın sayıları henüz elimizde yok ama bir ihtimal, çocuk filmi olarak Kim Demiş Kötüyüz Diye? filmi de bu sınırı aşabilir.
Geçen hafta, 41. İstanbul Film Festivali izlenimlerine başlamıştık. Bu hafta izlediğim geri kalan 10 filmle, bu yılki İstanbul Film Festivali izlenimlerini bitiriyoruz. Vakit kaybetmeden filmlere geçelim.
İstanbul Film Festivali’nin salonlara dönmesi ile sinema gündemimiz de bu yöne doğru kaydı. Doğrusunu söylemek gerekirse, vizyondaki iyi film sayısı da son derece az. O halde, festivalde izlediğim filmlere, iki bölüm halinde kısa bir bakış atayım. Öncelikle 5 gün boyunca takip etme şansım olan festival ile ilgili birkaç ufak not. Festivalin salonlara dönmesi heyecan verici ama bu heyecan seyirci kitlesine çok fazla yansımamış gibi duruyor. Gerçi, filmlerin bir kısmını basın gösterimlerinde izledim ama genel seyirci ile izlediğim filmler, şimdiye kadar İstanbul Film Festivali’nde gördüğüm en boş salonlara oynadı.
Bu haftanın sinema gündemi, İstanbul Film Festivali’nin salonlara dönmesi aslında. Ben de filmleri takip etmeye başladım ama henüz festivalin başındayız. Önümüzdeki haftalarda festival filmlerine daha detaylı bakmak üzere, bu hafta yine bir vizyon turu yapalım.
Bu hafta yazıya kısa bir Oscar değerlendirmesi ile başlamak istemiştim ama Will Smith-Chris Rock olayı tüm hafta o kadar konuşuldu ki, artık üzerine söyleyecek yeni bir şey kalmadı. Ödüller tarafında da çok daha iyi filmler dururken en iyi filmin CODA’ya gitmesi, The Power of the Dog’un en iyi yönetmen ödülü kazanırken başka hiçbir ödül alamaması gibi konular da çok konuşuldu. Eh, törene dair konuşulacak başka pek bir şey de yoktu zaten diyerek, bir süredir Oscar tahminleri nedeniyle değinemediğimiz, sinemaları seyirci açısından mutlu eden filmlere ve geçen haftalardan kalan birkaç farklı yapıma kısaca bir bakalım.
Geçtiğimiz hafta, bu yılki Oscar ödüllerinin tahminlerine başlamıştık. Lafı fazla uzatmadan, kalan kategorilere geçelim.
Yine bir ödül sezonunun daha sonuna yaklaşıyoruz. Geçtiğimiz yıl, bir önceki yıla göre, kısmen daha normalleşmiş bir şekilde geçti. En azından Akademi’nin pandemi dönemine özel koyduğu kurallar, bu yıl devam ettirilmedi. Ödül töreninin de daha normalleşmiş şekilde gerçekleştirileceği görülüyor. Yine de konukların aşılarını tamamlamış olması ve test yaptırması beklenecek... Genel Oscar gündemi sonrası gelelim bu senenin tahminlerine. Yine geçen sene olduğu gibi, tahminlerimi iki ayrı bölüm halinde yapacağım. Vakit kaybetmeden, başlayalım.
Bu haftaki yazımıza Murat Özer’in adını anmadan başlamak istemedim. Sinema camiasının bu önemli kaybını, şimdiye kadar mutlaka duymuşsunuzdur, Murat Özer’i daha önce az tanıyor olsanız da son birkaç gün içinde yazılanları takip etmişsinizdir. Yakın arkadaşları, “mözer” hakkında o kadar güzel şeyler yazdılar, onu o kadar içten, o kadar duygulu bir şekilde andılar ki, bana bir şey demek düşmez aslında. Yine de onu uzaktan takip eden, festivallerde karşılaştığımızda ufak sohbetler eden, bazen sosyal medyada paslaşan, bazen editörü olduğu dergide yazılar yazan bir sinemasever olarak (onun yanında kendime sinema yazarı diyemedim), kendisini anmasam olmazdı.
Bir süredir online ve fiziksel festivaller üst üste gelince, bu köşede vizyon filmleri hakkında yorum yapmamıştık. Her ne kadar haftanın öne çıkan filmleri Bergen ve The Batman olsa da, onları izlemeyi biraz erteleyip, vizyondaki eksiklerimi kapatmaya çalıştığım bir dönem oldu. Bu nedenle, onları ilerleyen yazılara bırakıp, vizyondaki diğer filmlere bir göz atalım.
Geçtiğimiz hafta, 72. Berlin Film Festivali’nin (Berlinale) ana yarışma bölümünde yer alan filmlere bir göz atmıştık. Bu hafta da diğer bölümlerden izlediğim filmlere bakalım.
Bu yıl Berlin Film Festivali, geçen yılki çevrimiçi gösterim arasından sonra, festivali yine fiziksel olarak yapmaya karar vermişti. Vaka sayılarının artması ile birlikte, festivalin marketi ilgilendiren bölümü yine online olsa da, normal seyirci ve basın için, fiziksel gösterimler düzenlendi, film ekipleri söyleşi ve basın toplantıları için Berlin’e geldi, seyirci ile beraber film izledi. Bir festival ortamı yaşanmış oldu kısacası.
Bu sene Rotterdam Film Festivali’nin fiziksel olarak yapılması planlanıyordu. Ancak pandemide vaka sayılarının artması sonucunda, Hollanda belli bir süre kapanmaya gidince, festivalin geçtiğimiz yıl olduğu gibi, bu yıl da çevrimiçi olarak yapılmasına karar verildi. Bu sayede hiç planlarımızda yokken, bu festivali de takip etme fırsatı bulduk. Sundance ve Berlin Film Festivalleri arasına sıkışınca ve o arada bir de vizyon filmlerini takip etmeye çalışınca umduğum kadar fazla film izleyemedim ancak yine de festivalde izlediğim az sayıdaki filmin üzerinden kısaca geçelim.
Geçen hafta başladığımız, Sundance Film Festivali izlenimlerini, bu hafta yarışmalı bölümlerdeki filmler ile bitirelim. Sundance’de kurmaca filmler ve belgesel filmler ayrı kategorilerde yarışıyorlar. Ayrıca Amerikan Filmleri ve Dünya Sineması da ayrı kategoriler oluşturuyor. Yani toplamda 4 farklı yarışma bölümü var. Belgesel kategorilerine biraz üvey evlat gibi davrandığımı itiraf ederek, izlediğim filmlere geçeyim:
Özellikle Amerikan bağımsız filmlerinin çıkış festivali olarak görünen Sundance Film Festivali, geçen sene gösterimlerini tümüyle çevrimiçi olarak gerçekleştirmişti. Bu sene hibrid bir yapı kurduklarını duyurmuşlardı ama artan vaka sayıları ile birlikte, son anda yine tümüyle çevrimiçine döndüler. Biz de festivali takip etme fırsatı bulduk. Bu filmlerin bir kısmı mutlaka Türkiye’de bazı festivallerde gösterilecek, vizyona da girecektir. Bu hafta yarışma dışı bölümlerde gösterilen filmlere bir göz atalım, haftaya da yarışmalı bölümlere döneriz.
Yılın ilk festivalleri yavaş yavaş yaklaşırken bize de vizyon turumuza devam ediyoruz. Sinemalarda aşı şartı da kalkmışken, kalabalık salonlarda daha bir tedirginiz belki ama izlemeye de devam ediyoruz. Kişisel sosyal medya hesabımda yaptığım küçük bir anket sonucunda, ankete katılanların %33 gibi önemli bir kısmının, bu karardan sonra sinemaya gitme eylemini sonlandıracağı yönünde fikir belirtmesi dikkat çekici idi. Kararın gişeye olumlu ya da olumsuz etkisini bir süre sonra fark ederiz diyerek, haftanın filmlerine geçelim.
Sinema gündeminin sakin olduğunu bu günlerde, bir kısmı vizyondan, bir kısmı dijital platformlardan, bir kısmı da özel gösterimler olmak üzere, film maratonuna devam ettim. Bunlar arasında öne çıkanlara bir göz atalım.
2022’nin ilk haftasını devirdik bile. Sinemalarda Örümcek Adam ve Matrix bereketi devam ederken, iddialı yerli filmlerden Kesişme - İyi ki Varsın Eren de 1 Ocak’ta vizyona girdi. Filmin iyiliği kötülüğü bir yana, uzun yıllardır yerli filmler tarafından domine edilen sektörün bu anlamda da normalleşebilmesi için önemli bir adım. Her ne kadar, Mustafa Uslu’nun yapımcılığını üstlendiği, pandemi öncesi filmlerle karşılaştırılabilecek bir seyirci çekmese de pandemi döneminin ilk hafta sonu yerli film seyirci rekorunu da kırdı. Bu filmi şimdilik bir kenara bırakıp, yılın ilk haftasında izlediğim filmlere bir göz atalım.
Yine geçen senenin yazısına bir dönelim. O yazıda bahsettiğimiz No Time to Die, Black Widow, Eternals, The French Dispatch, Dune ve The Matrix 4 (sonradan adı, The Matrix Resurrections oldu) geçtiğimiz yıl gösterime girdiler. Kişisel olarak hepsi de belli oranlarda hayal kırıklığı oldu benim için. Yine o yazıda, yeni Örümcek Adam filminin de 2021’de gösterime girmesinin beklendiğini, ama 2022’ye kalacağını tahmin ettiğimi söylemişim. Yanılmışım. 2021’de gösterime girdi ve gişe anlamında, yılın en büyük başarısı oldu. Bence film olarak da gayet başarılıydı. The Tragedy of Macbeth ve The Souvenir: Part II filmleri de yurtdışında seyirciyle buluşsa da henüz buralarda izleyemedik...
Bu haftanın gündemdeki filmi elbette Matrix Resurrections. Yıllar sonra gelen devam filmi hakkında, izleyenler tarafından çok farklı yorumlar yapılmakta. Bu hafta, hem Matrix’in yeni filmine, hem de vizyon yolculuğuna halen devam eden farklı birkaç filme daha bakalım.
Filmin yorumlarına geçmeden önce biraz da izleme ortamından söz etmek isterim. Filmin vizyondaki ilk gününde ve ilk seansında, IMAX salonunda izledim. Aslında izlediğim 11.00 seansı, teknik olarak 2. seanstı, çünkü sonradan 08.00 seansını açtılar ama biletler ilk açıldığında, ilk seans buydu. Bu bilgiyi neden veriyorum? Çünkü, hızla bilet alıp salonu dolduran kitle, büyük ihtimalle, çok koyu Örümcek Adam hayranları idi ve spoiler yemek istemiyorlardı. Gerçekten de sırada, aradaki konuşmalardan spoiler yememek için kulaklık takanlara, sinema salonunda koltuğuna oturduktan sonra, reklamlar sırasında bile, “spoiler yemeden film başlasa artık” diyenlere şahit oldum.
Ekim 11… Sonbahar yedinci sanatın mevsimi! Vizyon hız kesmiyor… Bu arada bir film festivali biterken, diğeri başlıyor. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali sona erdi. Filmekimi start aldı. 23. kez Sonbaharda sinemayı taçlandıran filmekimi, 4-13 Ekim arasında İstanbul’da, 10-13 Ekim’de Diyarbakır’da, 17-20 Ekim’de Ankara’da ve nihayet 24-27 Ekim tarihleri arasında İzmir’de izleyicisiyle buluşacak. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali ise 5-12 Ekim tarihleri arasında düzenleniyor... Dördü yerli yapım olmak üzere toplam sekiz yeni film, 11 Ekim haftasına merhaba diyor! Şehir dışında bulunduğumdan ve kimi filmler adına düzenlenen basın gösterimlerine katılamadığımdan dolayı 11 Ekim haftasının filmlerine yapım notlarıyla değineceğim.
Çeyrek yüzyılı aşkın, başta pop olmak üzere müziğin tarihini tutan, radyo programları üreten, kitaplar, eleştiriler yazan, plaklar çalan Naim Dilmener bu uzun yürüyüşün Gazete Pazar ile Radikal adımlarında kaleme aldığı yazılarıyla, müzik serüvenimizden önemli ve değerli isimleri bizlerle paylaşıyor.
‘Dengeler’ bir sokak boksörü olan Ferit Kamacı’nın ayakta kalmak için çabalarken mafyanın hedefi olmasını ve bir intikam mücadelesine girmesini anlatıyor. Süleyman Mert Özdemir imzalı yapım dinamik bir anlatıma ve kurguya sahip. UĞUR VARDAN (HÜRRİYET/12.10.2024)
Gündemdekilere ve vitrindekilere aldırmadan upuzun sinema tarihinden cımbızla seçilen hoş filmler, insan kokan öyküler, gözden kaçanlar, ıskalananlar, pamuklara sarılması gereken mütevazı başyapıtlar ve diğerleri Hilal Çetinder’in kaleminden Film Makarası’nda…
Bu yıl da Adana Altın Koza Film Festivali’ni takip etme fırsatımız oldu. Ulusal Uzun Metraj yarışmasındaki tüm filmleri izleyebildim. Genel olarak belli bir seviyenin üzerinde bir seçkiydi. Geçtiğimiz bazı yıllarda olduğu gibi, çok zayıf dediğimiz film olmadı. Geri kalan seçkiden, üç de yabancı film izleyebildim. Bunlar da başarılı filmlerdi. Önce Ulusal Yarışma filmlerine, sonra da izlediğim yabancı filmlere bir göz atalım.
Esra İçöz ile İhsan Güvenç, müzik tarihimizde iz bırakmış eserleri bugün 20.30’da TRT Müzik’te yayınlanacak Senin Şarkın programında icra ediyor...
Yeni fotoğrafı görmek, müzikseverlerin beğenisinin ne kadar değiştiğini öğrenmek için yerli rockta ‘bütün zamanların en iyileri’ni sinemamuzik.com okurlarına ve müzik eleştirmenlerine sorduk. İlginç liste çıktı ortaya:
Her biri meslekte en az 20 yılı devirmiş müzik yazarlarımızın saptadığı yerli grupların ‘şeref tablosu’nda Moğollar, Bulutsuzluk Özlemi ile ‘orta yaş’a dayanmış akranlar mor ve ötesi ile Duman gözüküyor. Hemen enselerinde Kurtalan Ekspres ile Dervişan yer alıyor. Bir alt basamakta ise, az zamanda çok iş yapmış Hardal ve Mazhar Fuat Özkan bulunuyor. Aslında gözler Mazharlar’ı daha üstte arıyor da, ‘ticaret’in dozunu kaçırmak bazen böyle sonuçlara neden oluyor.
Sinemamuzik.com, bir çoğu Altın Portakal’da jürilik de yapmış sinema yazarlarına sordu: ‘Antalya Altın Portakallı en iyi film hangisi’?... Birinciler listesinde ‘kortej’e çıkan ve bütün zamanların Altın Portakal birincilerini değerlendiren 31 sinema yazarının katıldığı araştırmada, Zeki Ökten’in 1980 tarihli Sürü filmi 213 puan toplayarak birinciliği kazandı. Sürü’yü 204 puanla Muhsin Bey (Yavuz Turgul) ve 192 puanla Uzak (Nuri Bilge Ceylan) izledi.
Sinemamuzik.com sinema yazarlarına sordu: ‘İlk uzun filmini 21. yüzyılda çeken en iyi 10 yerli yönetmen kim?... 30 sinema yazarının katıldığı araştırmada bol ödüllü Emin Alper 195 puan toplayarak birinciliği kazandı. Alper’i 145 puanla Pelin Esmer ve 136 puanla Özcan Alper izledi. Emin Alper'i 27 sinema yazarı listesine alırken, Pelin Esmer’e 25, Özcan Alper’e 20 listede yer verildi. Bazı popüler isimler ön sıralarda yer alamadı.
Sinema yazarı ve eleştirmen Olcay Bağır'ın 'Sinesözlük-Sinemaya Giriş' kitabı Kara Karya yayınları etiketiyle satışa çıktı. 344 sayfalık yapıt basın bülteninde şöyle özetleniyor:
Türkiye´nin büyük kentlerinde yayında olan radyo kanallarının geniş listesi
Genç yaşına karşın uzun yıllardır rap müzikle uğraşan ´sinemamuzik.com´ okuru Emre Onaran sitemiz için şarkı yazdı. Yapıtını arkadaşı Uygar´la (Ragyu) birlikte seslendiren Emre Onaran´ın (Sürgün) videosu içeride:
Ünlü grupların kuruluş öyküleri, müzik serüvenleri yakından takip edilse de isimlerinin nasıl doğduğu ve koyulduğu pek bilinmez. Meraklısı için ilginç bir liste hazırladık:
Popüler orkestralar ile grupların Türkiye serüvenini ‘Günlerin İçinden Canım’ / 100 Yıllık Türkiye Popüler Orkestralar ve Gruplar Tarihi (1923-2022) adlı internet sitesinde anlattım.