SİNEFİLDEN NOTLAR / HASAN NADİR DERİN

25. UÇAN SÜPÜRGE KADIN FİLMLERİ FESTİVALİ İZLENİMLERİ-BÖLÜM 2

12 Haziran 2022 Pazar 10:29
SİNEFİLDEN NOTLAR / HASAN NADİR DERİN

Geçen hafta Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali izlenimlerine başlamıştık. Bu hafta kaldığımız yerden devam edelim. Ancak, bu sene festivalde çok sayıda film izlemişim, iki hafta yetmedi, haftaya aynen devam. Filmleri izlediğim sırayla yazıyorum. Bu hafta, çoğunlukla belgesel filmlerden oluşan bir seçki oldu.
Bu arada geçen haftaki yazıyı tamamladıktan sonra, festivalin kapanışının yapıldığını ve Fipresci ödülünün Mafifa filmine gittiğini de not olarak düşelim. Açıkçası bence, Fipresci için, yarışan filmler içinde daha iyileri vardı ama jürinin kararıdır diyelim. Mafifa ile ilgili görüşlerimi, geçen haftanın yazısında bulabilirsiniz hatırlatmasını da yapayım.

Les amours d'Anaïs (Anaïs'in Aşkları):
Festivalin hoş sürprizlerinden biri. Daha ilk anda kanınızın kaynadığı, enerjisi ile yerinizde kıpır kıpır olduğunuz Anaïs'in aşklarını izliyoruz. Zaten filmin adı, konusunu temel olarak anlatıyor. Sinema yazarı arkadaşımız, Serkan Çellik'in de dediği gibi karakter ve film akla hemen Frances Ha’yı getiriyor. Bana, Dünyanın En Kötü İnsanı'nı da çağrıştırdı. Üçü de, henüz gelecekteki yerlerine kadar verememiş olan, enerjik 30'lu yaşlarındaki kadınlar ile ilgili hikayeler zaten. 
Filmin en büyük kozu, ana karakter ile aynı ismi paylaşan, Anaïs Demoustier. Zaten yıllardır takip ettiğim, beğendiğim bir oyuncu kendisi. Fransız sineması içinde tanınan bir isim olsa da bir türlü beklediğim patlamayı yapamadı.
Zaman zaman biraz hüzünlü bir film olsa da, seyirci dostu, rahatça izlenebilen filmlerden. Özellikle yukarıda adını andığım filmleri sevenlere önerilir.

Rebel Dykes:
80'ler İngiltere'sinde bir grup lezbiyen ve isyankâr kadının, punk felsefesiyle de birleşen hayatlarını, eylemlerini anlatan bir belgesel. Güncel söyleşileri, ufak animasyonlarla, arşiv görüntüleri ile dinamik tutmuşlar. Fakat bir süre sonra, özellikle animasyon sekansları çok kendini tekrarlamaya başlıyor, anlatılan konular da ilginçliğini yitiriyor. Filmin süresi 1.5 saat olmasına rağmen, hissedilen süresi daha uzun geldi bana. Bir de benim beklentimle ilgili bir sorun ama, ben daha çok bu grubun iktidar ile çatışmasını görmeyi beklemiştim, filmde daha ziyade kendi içlerine dönük, kapalı hayatlarını anlatıyor. Bazı eylemlerinin, kendi camiaları içinde bile aykırı sayılması ilginçti yine de. Film sonundaki söyleşide, yönetmenlerin de aslında film yapımı sürecinde, film yapmayı öğrendiklerinden bahsedildi. Sorunların bir kısmı da acemilikten kaynaklanıyor muhtemelen. Yine de özellikle kuir tarihi açısından önemli bir belge.

Vatansız:
12 Mart sonrası Türkiye'den ayrılmak zorunda kalan, 12 Eylül sonrasında da Türk vatandaşlığından çıkarılan Doğan Özgüden ve İnci Tuğsavul Özgüden üzerine bir belgesel. Hafızasız bir toplum olduğumuz için, yakın geçmişimiz ile ilgili değerli bir çalışma. Kendi adıma, Özgüden çiftinin adını ve Ant Yayınları’nı duymuştum ama hikayeleri ile ilgili detaylı bilgim yoktu. Tam da bu nedenden dolayı, özellikle Özgüden çifti üzerine odaklanan ilk kısmını sevdim. Ancak film, yaklaşık 1 saat olmasına rağmen, bittiğinde 30'ar dakikalık iki ayrı belgesel izlemiş gibiydim. Özgüden'lere ayrılan ilk bölümden sonra, ikinci bölümde, onların kurduğu Güneş Atölyeleri'ne odaklanıyor. İlk bölümde, ülkesinden ayrılmak zorunda kalan iki gazetecinin dramatik hikayesini izlerken, duygu olarak da o hikâyeye yatırım yaparken, ikinci bölümde neredeyse ilk bölümden bağımsız olarak Güneş Atölyeleri'nin ve oradaki insanların hikayesini izliyoruz. İki taraf arasında, ülkesinden ayrılmak zorunda kalma teması üzerinden bir bağlantı var ama çok kopuk olmuş bence. Yönetmen Esra Yıldız, söyleşide bunun muhtemel nedenini de söyledi aslında ama ben yine de atölyelerin ayrı bir belgesel malzemesi barındırdığını düşünüyorum.

This Rain Will Never Stop (Bu Yağmur Hiç Dinmeyecek):
Suriye'den Ukrayna'ya gelen ama bir savaştan kaçarken kendisini diğer savaşın içinde bulan bir gencin ve bambaşka ülkelere dağılmış ailesinin hayatını anlatan bir belgesel. Bir belgesel olmasına rağmen, festivalin görsel olarak en güçlü filmlerinden biri. Burada "rağmen" demem yanlış, farkındayım ama bir kısım seyirci, hatta sinemacının bu konudaki yanlış düşüncesini öne çıkarmak için kullandım. Yoksa elbette bir belgesel görsel olarak çok etkileyici olabilir. Bu film de bunun ispatlarından biri. Hatta gelecek haftaki yazıya kalan, Bahçe İşleri filmi de bu konudaki çok başarılı örneklerden bir diğeri idi.
Yönetmen Alina Gorlova ve görüntü yönetmeni Vyacheslav Tsvetkov, özellikle Ukrayna'nın Donbass bölgesini, distopik bir gelecek gibi resmetmişler. Filmin siyah-beyaz görselliği, seçilen kadrajlar, kamera açıları vs. hepsi çok başarılı.
Fakat filmin anlattığı şey için aynı şeyi söyleyemiyorum. Fazlaca bildik bir hikâye gibi geldi bana ve bir yerden sonra ilgimi kaybettiğim bir hikâye oldu. Sonlara doğru, sadece etkileyici görselleri izlemeye başladığımı, konudan koptuğumu fark ettim. Yine de başarılı yanlarını düşününce, önerebileceğim bir film.

Disturbed Earth:
Bu yarım saatlik filmde, Srebrenitsa katliamı sırasında, Birleşmiş Milletler'in kapalı kapılar arkasında karar almaya çalışıp alamamasını, göz göre göre katliama seyirci kalmasını anlatan, bir tiyatro performansını izliyoruz. Yönetmen Didem Pekün'ün klasik anlamda bir film çekmediğini, daha ziyade bir tiyatro performansında, oyuncuları ön plana çıkardığını söyleyebiliriz.
Filmin anlattıkları çarpıcıydı belki ama filmle ilgili trajikomik diyebileceğimiz olay da en az o kadar çarpıcı ve üzücüydü. Film, Osman Kavala'yı anarak başlıyordu ama geldiğimiz noktada, filmin yapımcılarından Çiğdem Mater de hapiste. Belki de bu dönemde çekilen bazı filmler de onu anarak başlayacak. Bu arada, kaçırdıklarım varsa affetsinler ama sanırım Uçan Süpürge, bu film vesilesiyle, Mater'e net bir şekilde desteğini gönderen Türkiye'deki ilk ve tek festival oldu.

The Blue Inmates (Mavi Zindan):
Lübnan'da bir hapishanede, mahkumlar tarafından sergilenen bir oyunu ele alan bu belgesel, akla Taviani'lerin Sezar Ölmeli'sini getirse de ele aldığı konu ve yaklaşımı daha farklı. Aslında filmin ve oyunun ilgilendiği kişiler, psikolojik sorunu olan mahkumlar ve onların kaldığı koğuşlar. Bu mahkumların tiyatro oyunu sergilemek gibi aktiviteler yapması yasak olduğu için, diğer mahkumlar, onların hayatlarını canlandırıyorlar. Filmde, yönetmen Zeina Daccache'nin zihinsel özürlü mahkumlarla konuşmalarını ve diğer mahkumlarla yaptığı çalışmaları izliyoruz. Bu film Daccache'nin benzer yapıdaki üçüncü filmiymiş ve esasen hepsinde de artık eskimiş bazı yasaların değiştirilmesini hedeflemiş. 
Zeina Daccache festivalin konuklarından biriydi. Gerçekten çok enerjik bir yapısı vardı ve aktif bir insan olduğu anlaşılıyordu. Ülkesinde, televizyonda uzun süre bir politik taşlama şovunda oynamış ve çok tanınmış. Sonrasında yönetmenliğe geçip, mahkumlarla çalışmaya başlamış. Halbuki, arkasına yaslanıp keyfine bakabilirdi. Bunu tercih etmemiş. Anladığım kadarıyla, farklı sosyal sorumluluk projelerinde de aktif bir kişilik. Bu yönleri ile, ülkesinin sorunlarına duyarlı bir sanatçı izlenimi bıraktı.

Ankara’dan Etkinlikler:
Bu hafta, 13-17 Haziran tarihleri arasında, Çankaya Belediyesi, Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde Orta Amerika ve Dominik Cumhuriyeti Film Festivali düzenlenecek. Festivalde 5 film gösterilecek. Adlarını pek duymadığımız filmler ama ilginç keşifler çıkabilir.
Haftaya festivalin geri kalan filmlerinde görüşmek üzere.

HASAN NADİR DERİN

GALERİ


Diğer Yazılar