SİNEFİLDEN NOTLAR / HASAN NADİR DERİN

VAMPİRLER, KURT ADAMLAR, SERİ KATİLLER, CİNLER!

26 Ocak 2025 Pazar 22:07
SİNEFİLDEN NOTLAR / HASAN NADİR DERİN

Bu aralar, ara tatil olduğu için sinemalarımızda, bolca çocuk filmi var ama korku filmleri de birbiri ardına geliyor. Bu hafta, bunlar içinden 4 tanesine bakalım. Çok iyi bir vampir filmi, ortalama bir kurt adam filmi, bir seri katil filmi klasiği ve yerli sinemadan bir cin filmi.

Nosferatu:
Robert Eggers, her şeyiyle büyük bir filmim diye bağıran bir film yapmış. Setleri, oyunculukları, görsel ve işitsel tasarımı, her şeyiyle büyük. Epik bir korku filmi diyebiliriz. Sürekli üzerinize geliyor. Bu anlayışı itici bulanlar olabilir, anlarım. Ama beni tavladı.
Film klasik Nosferatu'ya ihanet etmiyor, hatta onu alıp genişletiyor. Neyse ki, günümüze uygun hale getiriyoruz diyerek Nosferatu'yu alıp karizmatik bir kont yapmak gibi bir saçmalığa girmemişler. Başka bir yönetmen olsa, böyle bir risk olabilirdi bence. Nosferatu, biçimsiz, çirkin, hatta vücudu çürümekte olan bir adam ama yine de peşinde olduğu kadını etkileyebiliyor. Ama bunu sadece hipnoz benzeri gücüne bağlamak yanlış olur. Aslında tüm kötücüllüğü ile, belli bir alana hapsedilen kadına, özgürlük ihtimalini sunuyor. Hatta, filmde belirgin bir şekilde cinsel gücü de ima ediliyor. Ellen'ın yaşadığı fiziksel travmaların, cinsel hazla benzeşen taraflarının olduğu görülüyor. Zaten vampir mitinde olan bir şeydir bu ama, son yıllarda, yakışıklılık ile de birleştirilmişti. Öyle olmak zorunda değil.
Ana akım bir film olmakla birlikte, bunun belli ölçüde dışına çıkan tercihler de yapabiliyor. Nosferatu'ya karşı destekleyeceğiniz, kendinizi özdeşleştirebileceğiniz bir kahramanı yok örneğin. Nicholas Hoult, pısırık bir kocayken, Willem Dafoe da bizi çözüm yoluna ulaştıran bilgiler vermekten öteye gidemiyor. Zaten kahramanlık olarak anabileceğimiz hamleyi, ikisi de yapmıyor.
Filmin Oscar adaylığı alan tüm unsurları, özellikle görüntü yönetimi ve set tasarımları çok iyi. Hatta ben olsam, rahatlıkla film ve yönetmenlik adaylığı da verirdim. Sinemada ve iyi bir salonda izleme fırsatını kaçırmayın. Evet, sinemada. Geçtiğimiz hafta sosyal medyadadönen tartışmayı görmeden önce, şöyle düşünmüştüm: Filmi sinemada seyredenler, genelde sevdi, evde seyredenler, genelde sevmedi. Evet, iyi film her yerde iyi filmdir belki ama bazı filmler sinema perdesi istiyor işte. En başta, Eggers epik bir film yapmış demiştim. Epik filmler, bunu daha fazla talep ediyor. Eğer imkânınız varsa, o talebi geri çevirmeyin derim.

Wolf Man (Kurt Adam):
Leigh Whannell, nasıl Görünmez Adam'ı bir aile içi şiddet hikayesi olarak kurmuşsa, burada da yapıyı, baskıcı ve çocuğunu dışarıdaki tehditlerden korumak isterken, tehdidin kendisi olan ebeveyn üzerinden kuruyor. Tamam, güzel, bu fikre itirazım yok.
Kurt Adam figürünü, Twilight ya da Underworld gibi serilerin karizmatik canavar figürü olmaktan çıkarıp, bir anlamda köklerine döndürme, gerçek bir canavar haline getirme niyeti de var. Tamam, bu da benim için iyi bir yaklaşım.
Dönüşüm sürecine ciddi bir vakit ayırmış, burada bilgisayar efekti yerine çoğunlukla pratik efektler kullanmış. Söyleşilerde de belirtmiş ama söylemese de hissediliyor, Cronenberg'in Fly'ından etkilenmiş. Bunlar da olumlu.
Amaaa, büyük bir AMA, film olmamış. Neden? Tüm bunları yaparken, ortaya iyi bir korku filmi çıkartması lazım. Fakat, film tedirgin edici olmayı başaramıyor. İyi çekilmiş korku mizansenleri, yok denecek kadar az. Karakterleri de çok klişe. Baskıcı ebeveyn mevzusu üzerinden, karakter odaklı bir yapı kurmak istiyor ama o kadar karton karakterler, o kadar köşeli diyaloglar var ki, hiç inandırıcı olamıyor. Yüzeysel bir film yapıyorum dese tamam ama burada daha derin bir şey anlatmaya girişmiş ama yapamamış.
Dönüşüm sahneleri iyiydi yine de. Bir de kurt adam ve insanların dünyayı görme şekillerinin farklı olması ile ilgili buluşu da iyi sayılabilir. İnsanların zifiri karanlık içinde olduğu yerde, kurt adamın çok net görmesi arasındaki geçiş, filmin en iyi sahnelerinden biriydi. Ama onu da bir yerden sonra fazla abartmış. Kurt adama, yılbaşı kutlamasının ışıklarından oluşan bir görüş vermiş adeta. Başta yazdığım olumlu çıkış noktalarından dolayı yine de hafifçe pozitif bakıyorum filme karşı ama çok hafifçe.

Se7en (Yedi):
30 yıl sonra, üstelik IMAX için restore edilen Se7en, Türkiye’ye gelirse, Ankara'daki her iki IMAX salonunda da izleyeceğim diye, sosyal medya üzerinden söz verdiğim için geçen hafta sonu, iki kez izledim. Cumartesi Ankamall'de, Pazar Gordion'da. Şimdi etkileşim cümlesi gibi olacak da, kusursuz filmin sözlük anlamı gibi bir şey. Her bir unsuru, tıkır tıkır işliyor. Çok iyi, çok.
30 yıl önce (hala 30 yıl olduğuna inanamıyorum gerçi), salondan çıktığımda, çok özel bir şey izlediğimin farkındaydım. Arada da defalarca izledim ama herhalde, bir 10 senedir izlemiyordum. Etkisi, zerre kadar azalmamış. Zamana çok iyi dayanmış. Finali ezbere biliyorum ama yine de yumruklarımı ve dişlerimi sıka sıka, yerimde gerim gerim gerilerek izledim. Bitince yine bizi altüst etti. O etkiyi her izleyişte verebilmesi çok ilginç.
Filmde herkes çok iyi oynamış ama şerefsiz Kevin Spacey bir başka. Hayır, bir de artık gerçekten şerefsiz olduğunu biliyoruz ya, adama ayrı bir nefretle bakarak izliyoruz. O pis gülümsemesi falan. Morgan Freeman ve Brad Pitt zaten harika bir ikili. Çok adı anılmaz ama Gwyneth Paltrow da kusursuz. Kısa denebilecek bir rolü var ama kendini sevdirmese, final o kadar etkili olmazdı.

Yahuda:
2023'den beri film çeken Anastasiya Budakva'nın 7. filmi. Yeşilçam'daki yönetmenlerle yarışacak bir performans. Son dönemdeki tek rakibi, Bilal Kalyoncu! Fakat Anastasiya hanım, bir de neredeyse tüm filmlerini aynı apartmanda çekiyor. Üstelik, dekoru biraz değiştirelim gibi bir çaba da yok. Duvardaki tabloları, dökülmüş sıvaları, çatı katındaki tuğlaları falan ezberledik yeminle. Korku konusunda kurduğu mizansenler de hep aynı, hikayeler birbirine benziyor. Aynı anda 2-3 film birden çekiyor bile olabilir. Yedinci filmde artık kendini biraz geliştirmesini umarız ama maalesef ortada öyle bir şey de yok. Yine de, ilk filmlerinde kadın bedenini görsel bir malzeme olarak çok fazla kullanıyordu. Son filmlerinde, bundan vazgeçmiş gibi olmasına bir gelişme diyebiliriz.
Aslında, artık bu filmler hakkında pek yazmıyordum ama burada bomba bir olay daha var. Takip edenler vardır, Gizem Şimşek Kaya, tüm yerli korkuları izleyip, hepsine eleştiri yazar. Buna benzer filmleri de genelde "gösterime girmemesi gereken filmler" olarak tanımlar. Buna çok sinir olmuş olmalılar ki, bu filmde kötü karakterin adı Gizem. Buna tesadüf diyebiliriz ama mezar taşında açıkça Gizem Kaya yazıyor. Artık, bu tesadüf değil, ayıp. Normalde buna hınzır bir gönderme falan diyebilirdim ama burada kötü niyet seziyorum maalesef.
Kendi deneyimlerimden de biliyorum, bu tip filmleri yapanlar, fazla alıngan oluyorlar. Umarım, filmlerinin iyi olduğunu düşünmüyorlardır. Bakalım, sekizinci filmde bir mezar taşı da ben alacak mıyım?
Haftaya görüşmek üzere.

HASAN NADİR DERİN

GALERİ


Diğer Yazılar