VASAT BİR HAFTANIN FİLMLERİ VE BİR SÜRPRİZ
.jpg)
Sinema salonlarımızda, korku filmleri eksik olmuyor. Bu hafta bunlardan üçüne bir göz atalım. Biri, son haftaların sürpriz filmlerinden, diğerleri ise vasat filmler. Ayrıca bir de romantik gençlik filmimiz var. Bu hafta filmlere biraz da mizahi yaklaştık. Vasat filmleri eleştirirken, güzel bir yok bence. Yönetmenleri kusura bakmasın (gerçi bu yazıyı okuma ihtimalleri, milyarda bir falan ama, olsun).
Companion (Kusursuz Arkadaş):
Haftanın sürpriz filmi. Aslında filmin avantajı, çok fazla reklamı yapılmadan, hype'lanmadan vizyona girmesi oldu bence. Çok övülse, süper fikir falan denilse, hayal kırıklığı olurdu. Şimdi çoğu izleyen, hiç fena değilmiş yahu diyor. Bence de hiç fena değil. Mümkünse, konusu hakkında hiçbir şey bilmeden izlenmeli. Fragmanında sürprizlerinden birini açıklıyor. Aslında onu da hiç bilmeden izlemeyi isterdim ama arkasından birkaç sürprizi daha var. Bu sürprizler zorlama da durmuyor üstelik. Gayet yerinde geliyor.
Filmin keyfini bozmamak için, ben de konusundan bahsetmeyeceğim. Arkadaşları ile birlikte bir hafta sonu geçirmek isteyen çiftimizin başına gelen olaylar diyelim, çok yüzeysel olarak. Genel olarak hikâye akışını sevdim ama finale yaklaşıp, olaylar içinden çıkılmaz hale geldiği noktada, senaryo yalpalıyor bence. Filmin kendi içindeki mantığa tam oturtamadığım olaylar oluyor.
Filmin bulduğu fikir çok orijinal değil belki (geçen yılın, vasat romantik komedilerinden birinde de aynı fikir vardı mesela) ama bunu iyi kullanmış. Hatta, ortaya attığı sorularla, klasik birkaç filmi bile hatırlatıyor.
Sophie Thatcher, tüm filmi sürükleyen bir performans çıkarmış. Heretic'den sonra, burada da dikkat çekici. Kariyerinde, doğru adımlarla gidiyor. Birkaç seneye, daha iyi yerlerde görebiliriz kendisini.
Bagman (Karabasan):
Yönetmen Colm McCarthy'nin önceki filmi The Girl with All the Gifts'i bayağı sevmiştim. Bu kadar sıradan bir işle geri dönmesine üzüldüm. Çocukları kaçırıp, torbasına atan bir korku figürümüz var. Benzerlerini kaç yüz defa gördük hatırlamıyorum gerçekten. Ana karakterimiz, çocukken bundan kurtulmuş ama travması hala devam eden, kendi çocuğu olduktan sonra da yine aynı korku figürü ile karşı karşıya gelen bir adam.
Hikâye o kadar beklendik şekilde akıyor ki, finalde sürprizmiş gibi verilen şeyi bile filmin başında anlıyoruz zaten. Hadi diyelim ki, bu tip bir konuda çok orijinal bir şey çıkamaz diye düşünüyoruz. Tamam. İyi bir atmosfer kursa, tedirgin edici sahneler çekse, o da filmi belli bir seviyeye çıkartır aslında. Ama o da yok. Işıklar titredi, karardı, pencereye dışarıdan bir şey çarptı, vs.
Senaryo, nereden tutsan, elinde kalıyor. Kahramanımızın, maddi zorluklar içinde olduğuna, borçlarını ödeyemediğine dair bir alt hikâye var mesela. Hiçbir yere bağlanmıyor. Adam zengin de olsa, bir şey değişmeyecek. Hayalini kurduğu bir cihaz var, detaylı bir şekilde görüyoruz. Bu cihazın finalde önemli bir rolü olacağından emin gibiydim. Malum, silah gösterilirse, kullanılır ya. Bir daha bu cihaza da dönmedik. E, o zaman bize onun prototipini göstermekle niye zaman harcadın abi?
Finalde de, bu tip filmlerde hiç sevmediğim bir şeyi yapıyor. Seyirciyi aptal yerine koyuyor. Anlamadıysanız, bir daha anlatayım, hatta flashback'lerle göstereyim diyor. Abi, anladık, o olay olmadan önce de anlamıştık, hatta sadece filmin özetini okuyunca bile anlamış olabiliriz.
Curse of the Sin Eater (Ruh Yiyici):
Aslında güzel bir fikirden yola çıkan bir film ama iyi olmak için nefesi yetmiyor. Fikir şu: Ölen bir insanın bedeni üzerinden yemek yerseniz, onun günahlarını da yemiş oluyorsunuz. Zenginler de bunu günahlarından kurtulmak için kullanıyorlar. Fakirler bu günahları üstleniyorlar, zenginler de mutlu mesut, cennete gidiyorlar.
Filmde de bu işlemi kabul eden, fakir bir gencin hikayesini izliyoruz. Burada güzel bir fikir daha var. Spoiler: Günahlarını yediği adam da bir günah yiyici. Böyle olunca da gencimiz, nesiller boyu geriye giden günahlarla boğuşmak zorunda kalıyor.
Böyle bir yapıdan, çok farklı alt metinler çıkarmak mümkün. Kapitalizm eleştirisi yapılabilir. Jordan Peele gibi bir yönetmen, ırkçılık ve kölelik üzerinden gidebilir. Darren Aronofsky gibi bir yönetmen, din üzerinden ilerleyip, ilk günaha kadar dönebilir. Ama bu film, bunlardan hiçbiri ile ilgilenmiyor. Gerçi din olayına hafifçe giriyor, bir başka karakter üzerinden, cepheden dönen askerlerin travmaları konusuna değinmeye çalışıyor. Ama temelde yaptığı şey, gencimize birtakım hayaletleri musallat etmek ve bu şekilde seyirciyi korkutmaya çalışmak. Ne yazık ki, bunda pek başarılı olamıyor. Filmin en başarılı tarafı, zengin abimizin sağ kolu olan kadın. Klişe bir karakter ama oyuncunun performansı iyi.
Bulduğu fikri geliştirebilen bir senaryosu, becerikli bir yönetmenliği ve yeterli bir bütçesi olmayınca vasat bir film olmanın ötesine gidemiyor. Sırf fikir için izlenir mi? Bir korku filmi delisiyim diyorsanız olur. Yoksa, pek önermem.
Marked Men (Aşkın İzi):
Bu filmle ilgili beni üzen şey, Cassavetes soyadlı birinin elinden çıkması. Sosyal medyadaki "every teen romance movie" tarzı parodilerin birleşmiş hali gibi. İşin kötüsü, parodi değil, gayet kendini ciddiye alan bir film.
Sayın Nick abicim, insan en azından şöyle ufak bir farklı dokunuş koyar yahu. İlk dönemlerinde hafiften babasının ışığı var galiba dedik, sonra ümitler adım adım söndü. Notebook, Nicholas Sparks uyarlaması idi ama muhtemelen en iyi Nicholas Sparks uyarlamasıydı. Ama burada artık sanırım dip noktasını bulmuş. Hadi, tamam, temiz çekilmiş bir film de, o senaryonun klişeliği nedir? Hiç filmin şurası şöyle, burası böyle diyecek değilim. Sadece birbirinden klişe karakterlerini tanıtayım, senaryoyu siz yazarsınız zaten.
Rule: Esas oğlanımız. Tabii ki, geçmişinde travmalar olan kötü çocuk modunda. Her gece yatağına bir kadın atan bir seks makinesi. Amaaaa, sevdiği kadını bulunca, dişi sineğe bile bakmıyor ve elbette altın kalpli bir kardeşimiz. Ha, bir de penisinde piercing var!
Shaw: Esas kızımız. Eskiden beri Rule'a tutkun ama masum kız modunda olduğu için onun ilgisini pek çekmemiş. Dersimi çalışır, sıkıcı bir hayat sürerim modunda ama tabii ki, o da bir yerde seksi tarafını gösteriyor.
Gabe: Shaw'la evlenmek isteyen, burnu havalarda zengin bebesi.
Ayden: Shaw'un sevişgen ev arkadaşı.
Rome: Rule'un eskiden asker olan abisi.
Eleanor: Shaw'un zengin koca meraklısı annesi.
Madelyn: Rule'un alkolik annesi.
Şimdi bu karakterleri alın, Rule'un yanına birkaç yakışıklı genç oğlan daha koyun. Çünkü ilerleyen filmlerde, onların da hikayelerine gireceğiz (en azından romanları varmış). Mikserde karıştırın, filminiz hazırdır. Afiyet olsun.
Haftaya görüşmek üzere.
HASAN NADİR DERİN