SİNEFİLDEN NOTLAR / HASAN NADİR DERİN

THOR VE İKİ KORKU FİLMİ

17 Temmuz 2022 Pazar 13:57
SİNEFİLDEN NOTLAR / HASAN NADİR DERİN

Bayram tatilinin devam etmesi nedeniyle sinemalarımızda vizyona sadece 3 film girdi bu hafta. Üçü de pek ümit vermiyor açıkçası. Ancak, Başka Sinema’nın yaz boyu yapacağı toplu gösterilere başladığını da hatırlatalım. Bu hafta “Klasikler Seçkisi” adı altında La Ciociara (İki Kadın), À Bout de Souffle (Serseri Aşıklar) ve Don't Look Now (Karanlığın Gölgesi) filmleri gösteriliyor. Üçü de daha önce izlemiş olsanız da sinema salonlarında tekrar izlenmeyi hak eden klasikler. Ayrıca farklı illerde açık hava gösterimleri de devam etmekte. Ankara’daki gösterimler ile ilgili bilgileri yazının sonunda bulabilirsiniz diyerek, geçen haftaların vizyonundan birkaç filme geçelim.

Thor: Love and Thunder (Thor: Aşk ve Gök Gürültüsü):
Karanlık hikayelerin içinden çıkıp, Taika Waititi ile birlikte, Marvel evreninin mizah unsurlarından biri haline gelen Thor bir kez daha karşımızda. Thor: Ragnarok'u sevip, bu filmi pek sevmemek tutarsız görünebilir ama bana öyle oldu. Tarz olarak çok benziyorlar ama Taika Waititi'nin o filmde Marvel evrenine ve Thor karakterine getirdiği yenilik, çok çabuk eskimiş sanki. Eğlenceli yerleri var ama hangi esprinin nereden geleceği çok belliydi. Mesela, Ragnarok'da doğru mu gördüm acaba, dediğimiz birkaç konuk oyuncu bu filmde de var. Ama, bu sefer aynı espri mantığını tekrarlayınca, çarpıcı olmamış.  Bir de fragmanlarda yine pek çok espriyi açık etmişler.
Filmden çıktığımda, filmin ana kötüsü Gorr'un hikayesi çok sert, bu filmin mizah dozuna uymamış diye düşünmüştüm ama tekrar bakınca Ragnarok'un hikayesi de çok hafif değildi. Ama burada cidden Gorr, birkaç sahne hariç, başka bir filmden gelmiş gibiydi. Christian Bale cidden güzel oynamış ama Gorr da Marvel evreninin ihtiyacı olan büyük kötü karakterimiz değil (bkz. Thanos). Böyle olunca, gelecek filmlere atılan çengeller de çok zayıf kalıyor.
Hikâye anlatımı olarak ise, en büyük sorun Jane Foster'da idi bence. Onun Thor oluşu, o kadar oldu bittiye getirilmiş ki. Tamam, Mjölnir onu çağırdı, anladık da, hoooop bir anda Thor oluyor. Buna nasıl adapte oldu, Mjölnir'i kullanmayı nasıl öğrendi, savaşlara hangi ara katıldı sürecini hiç görmüyoruz. Kısacası Jane Foster'ın Thor'una ait bir solo film olmalıymış belki de. Chris Hemsworth de o filmde, finale doğru çıkan konuk oyuncu falan olurdu. Belki de karaktere güvenemediler ama en azından bunu anlatan bir dizi olabilirdi mesela.
Yine de özellikle Gölgeler Diyarı kısımlarında ve final kapışmasında epey gaza geldiğimi söyleyebilirim. Bir de muhtemelen filmin müzik bütçesinin yarısını alan, Guns N' Roses şarkılarında epey coştum. Yalnız cidden Guns N' Roses'a o kadar çok gönderme var ki, bir yerlerden grup üyeleri çıkacak diye de bekledim. Bir süre sonra, Waititi kalabalık sahnelerde Axl ve Slash'i oynatmış aslında diye haberler çıkarsa, şaşırmam.
Filmi Marvel sevenlere öneririm yine de ama benim için beklentinin altında kaldı.

The Black Phone (Siyah Telefon):
Yapımcıların ön gösterimlerde aldıkları iyi tepkiler sonrası, yaz sezonununa ertelenen Black Phone cidden başarılı bir filmmiş (Amerika’da gişe şampiyonlarının genelde yaz sezonunda gösterime girdiğini, bir kez daha hatırlatalım). Türüne korkudan ziyade, fantastik gerilim demek lazım aslında. Seyirciyi zıplatan 1-2 yer olsa da film buna yaslanmıyor. Filme yayılan karanlık atmosfer daha baskın. Ethan Hawke ve şahane maskesinin (maskeyi Tom Savini tasarlamış bu arada) hayata geçirdikleri kötü adam olmasa bile, ana karakterlerimiz olan 2 kardeşin hayatları hiç de yolunda değil. Hatta kötü adam ile karşılaşmalarının, her ikisini de kendine daha güvenli gençler haline getirdiğini söyleyerek, filme bir büyüme hikayesi de demek mümkün.
Film, kaçırılan Finney'nin, daha önce öldürülen çocukların yardımı ile kurtulma çabası ve kardeşi Gwen'in dışarıdan ona yardım etme çabası olarak iki koldan ilerliyor ve ikisi de gayet iyi işliyor. Bu iki damar, çok da güzel bir numarayla bağlanıyor. Çok yeni olmasa da iyi kullanılmış bir numara.
Genç oyunculardan Mason Thames de gayet iyi ama kız kardeşini oynayan Madeleine McGraw, parlıyor gerçekten. Daha 6 yaşından itibaren setlerdeymiş kendisi. İyi bir oyuncu ışığı veriyor. Umarım kariyerine doğru seçimlerle devam eder.
Bu aralar, her filmi bir evrene bağlamak çok moda. Bu filmde de o konuda çok potansiyel var. Ethan Hawke'un karakterinin geçmişinden, iki kardeşten, onların bu filmden önce ölmüş olan annelerinden, hatta Ethan Hawke'un karakterinin kardeşinden bile ayrı ayrı filmler/diziler çıkabilir.
Bu arada, filmin senaryosunu da gayet başarılı bulduğumu söylemeliyim. İnce ince detaylar, finale çok iyi bağlanıyor. Öyle ki, başlarda, çok sıradan olduğunu düşündüğünüz bir repliğin bile boşuna söylenmediğini anlıyorsunuz.

Shark Bait (Kan Kokusu):
Bir grup genç, çaldıkları jet-ski’lerin denizin ortasında bozulması sonrasında bir köpek balığı ile baş başa kalırlar. Köpek balığı filmlerinin orta karar bir örneği. Türün bazı örneklerindeki kadar abartılı anlar yok ama gerçekçi bir film diye düşününce de mantıksız bulunacak pek çok şey var. Arada kalmış biraz.
Hadi, bu tip filmlerin olmazsa olmazı diyelim, köpek balığının "this time, it's personal" dercesine kahramanlarımızı takıntı haline getirmesini kabul edelim ama bir yandan da onların en zayıf olduğu anlarda da saldırmıyor, dinlenmelerine izin veriyor. Centilmen bir balık kendisi.
Ama bir kurtulma umudu ortaya çıktığı zaman, kahramanlarımızın neredeyse başarılı olmalarına izin verip, umutlarının yükseldiği anda saldırıyor ve tüm umutları tuzla buz ediyor. Centilmen olduğu kadar da sinsi bir balık kendisi.
Karakterlerimizi önemsesek, yine de bu mantıksızlıklar çok batmayacak ama "final girl" olduğu en baştan belli kızımız dışında, diğerlerinin başına ne geldiği çok da umurumuzda değil.
Kötü değil de orta karar dememin nedenleri, arada heyecanlı anlar yaratabilmesi ve her şeye rağmen sıkıcı olmaması. Süresini de 1.5 saat gibi makul bir seviyede tutabilmiş. Daha fazlası sıkıcı olurdu. Tatile gidemedim, en azından perdede deniz göreyim diyenlere de önerilebilir.

Ankara’dan Etkinlikler:
Başta da belirttiğimiz gibi, Ankara’da açıkhava sineması gösterimleri devam ediyor. Bu hafta CerModern’deki gösterimlerin programı şu şekilde: 
18 Temmuz Pazartesi: Un fils / A Son
19 Temmuz Salı: Petit Vampire / Küçük Vampir
24 Temmuz Pazar: Şah Mat / Pawn Sacrifice

Haftaya görüşmek üzere.

HASAN NADİR DERİN

GALERİ


Diğer Yazılar