SİNEFİLDEN NOTLAR / HASAN NADİR DERİN

DİNOZORLAR, AVRUPALI X-MEN’LER, X'LER VE MEN'LER

26 Haziran 2022 Pazar 11:04
SİNEFİLDEN NOTLAR / HASAN NADİR DERİN

Son haftaları festival izlenimlerine ayırdıktan sonra, vizyona geri dönelim. Yaz aylarında her zaman olduğu gibi, vizyon da zayıf ama çeşitli yönleriyle ilgi çeken filmler mevcut yine de. Bu hafta, birkaç tanesine göz atalım.

Jurassic World Dominion (Jurassic World: Hâkimiyet):
Jurassic World serisinin, bu son filmi eleştirmenler tarafından pek beğenilmedi. Filmle ilgili epey sert yorumlar gördüm. Evet, belki çok iyi bir film demek mümkün değil ama ben eleştirildiği kadar da kötü bulmadım açıkçası. Jurassic Park serisinden yıllar sonra gelen, Jurassic World serisinin genel olarak gereksiz bir devam olduğunu düşünmekle beraber, bu filmde de aksiyon sekanslarından memnunum. Ana aksiyon sekanslarından birinin Jurassic serisinden çok, Bond/Bourne serisine ait gibi olduğunu kabul ediyorum ama hep de aynı şeyleri yapmaya gerek yok. Seri içinde bir farklılık olmuş.
Senaryoya gelince iş değişiyor tabii. O kısımda, beyninizi askıya almanız lazım. Hikayedeki tutarsızlıkları, mantıksızlıkları saymaya kalksak, uzar gider ama çok da takılmadım oralara. Ayrıca, filmin kötü adamını, çok büyük bir uluslararası şirketin başkanı yapmak da biraz sıktı artık.
Jurassic Park serisinden, eski oyucularının gelişi, nostaljik bir heyecan yaratıyor tabii. Onları da hikâyeye sokmak için zorlamışlar ama ne olursa olsun o üçlüyü beraber görmek güzeldi. Eskilerin yarattığı heyecanda, yeni serinin ana karakterlerinin zayıf olmasının da etkisi var tabii. En azından üçüncü filmde karizma bir karakteri filme dahil etmeyi başarmışlar. DeWanda Wise'ın canlandırdığı asi pilot, yeni serinin en ilgi çekici karakteri olabilir.
Filmin en çok güldüğüm yerleri Chris Pratt'ın sürekli ellerini uzatıp dinozorları durdurduğu yerlerdi. Son Matrix'de Neo'nun sürekli ellerini uzatıp mermileri, roketleri durdurduğu sahnelerin abukluğu ile yarışır (Sevenlerinden özür dilerim ama Matrix'dekiler daha komik olabilir).
Neticede, bence çok kötü değil, aksiyon sekansları da tatmin edebilir ama gerçekten iyi bir dinozor filmi için hala istikamet Jurassic Park serisi. Hatta daha spesifik olursak, Spielberg'ün yönettiği ilk iki film.

De uskyldige (The Innocents / Masumlar):
Ya da: X-Men Origins: Arthouse Edition

Eskil Vogt'un senaryolarını seviyorum, yönetmen olarak önceki filmi Blind'a ise bayılmıştım. Gösterime girdiği sene, en iyi filmler listemdeydi. Buradaki atmosfer ve yönetmenlik becerisi de çok iyi ama bu sefer senaryoya o kadar yükselmedim. Yani gerçekten, hikâye, alternatif bir X-Men başlangıç hikayesi gibi. Başına Marvel logosu koysanız ve paralel evrenlerden birinde geçiyor deseniz itiraz etmem. Bir mahalledeki özel güçlere sahip çocukların, giderek kendi güçlerini nasıl kullanacaklarını ve bu güçle neler yapacaklarını keşfetme hikayesi. Hatta çok tipik bir villain oluşma hikayesi bile var. İki arkadaş olarak başlayan kahramanlarımızdan birinin kötü yolu tercih etmesi ve finaldeki büyük kapışma, Marvel filmlerinin yarısının ana çatısı zaten. Hatta kötü karakter için, Magneto çeşitlemesi demek bile mümkün. Hatta bir sahne sonrasında, Profesör X de geldi diye düşündüm ama film o yoldan devam etmedi.
X-Men'e benzemesi nedeni ile filmi sevmemişim gibi anlaşılmasın. Başta dediğim gibi çok başarılı mizansenler var. Sadece, Blind kadar çarpılmadım, hikâye anlatımı ile ilgili, ondaki kadar yenilikçi fikirler bulamadım.

Men (Adamlar):
Adamlar, son dönemin en merak ettiğim filmlerinden biriydi. Bu yazıyı da izledikten 10-15 gün kadar sonra yazıyorum aslında. Film, zihnimde biraz demlensin demiştim. Ama filmle ilgili hislerim halen karışık. İzlemekten çok keyif aldığım harika sahneler var. Onu bir kenara, artı olarak yazdım. Ama bir yandan da, yönetmen Alex Garland’a, “hocam tam olarak bize ne anlattın şimdi” demekten de kendimi alamadım. Kullandığı onlarca metaforla, zaten yüzeyde belirgin şekilde gördüğümüz kadınlara türlü çeşitli şekillerde baskı kuran erkek motifinden daha derin yerlere gidebildi mi emin değilim. Anlamadığım bir sürü gönderme olduğundan da eminim ama sanki bunlar da göz boyamak için yapılmış gibi.
Ama filme dair hiç şüphe duymadığım bir alan var. Oyunculuk performanslarının başarısı. Son yılların en iyi oyuncularından saydığım Jessie Buckley, yine çok başarılı. Senaryo gereği, gayet zor bir işin altına giren Rory Kinnear da öyle. İzlerken, biraz daha genç olsa, bu rolde Brad Dourif de çok güzel olurmuş, diye de düşündüm.
Genel olarak filme olumlu bakıyorum ama, gösterişçi bir film olduğunu da kabul etmem lazım.
 

X:
1979’da geçen ve porno çekmek için bir ev kiraladıktan sonra, tek tek öldürülmeye başlayan gençleri anlatan bu filmden, bildik bir teen-slasher bekliyordum ama yönetmen ve senaryo yazarı Ti West, korku filmlerinin, hatta genel olarak ana akım filmlerin çok az girdiği yerlere girip, hiç beklemediğim hamleler yapmış. Klişeler yok mu? Epeyce var. Ama onları da hikâye içine iyi yedirmiş. Beğendim.
İyi ki film hakkında fazla bir şey okumamışım. Jenerik akana kadar asla fark etmediğim bir hareket yapıyor ki, onu fark edince, filme daha da yükseldim. Film içinde anlatılan temalardan birini daha da güçlendiriyor ama ne olduğunu buradan yazmayayım. Bu arada, Amerika'daki gösterimlerde, bu konu ile ilgili, jenerik sonrası bir sahne daha doğrusu fragman varmış. Bizde yoktu.
Filmin 70'lerin özgürleşmiş genç kuşağı ile eski kuşak arasındaki çatışma, Orta Amerika'daki tutuculuk, porno sektörüne girip ünlü olmak isteyen kamera önündeki ve arkasındaki gençler gibi temaları var ama spoiler vermek istemediğim tema, giderek baskın hale geliyor. Tüm bunların arasında, gayet heyecanlı, bol kanlı bir korku filmi de işliyor. Türe yüzeysel bakanları da, altını kazıyıp, farklı anlamlar arayanları da memnun edecektir bence.
Haftaya görüşmek üzere.


HASAN NADİR DERİN

 

GALERİ


Diğer Yazılar