Ülkemizin en köklü firmalarından Odeon, “Ve Tanju Okan Sahnede” adlı bir albüm yayınlayarak sanatçıyı ölümünün 15. yılında anıyor. 1996 yılının Mayıs ayında kaybettiğimiz Tanju Okan, (kimselerin şüphe etmediği gibi) memleketin gelmiş geçmiş en güçlü seslerinden biriydi. Pop müziğimizin emekleme döneminde müzik piyasasına dahil olmuş ve büyük bir kafa karışıklığının yaşandığı o yıllarda, güçlü sesine ilaveten sağlam sezgileriyle de bu akımın yükselmesine katkıda bulunmuş Tanju Okan’ın son yayınlanan albümü, stüdyo değil “canlı” kayıtlardan müteşekkil.
Türk popunun 90’lı yıllarının ikinci yarısının Mete Özgencil imzası ile dolu olduğu rahatlıkla söylenebilir. Genellikle basitliğin, bayağılığın, laçkalığın hakim olduğu bu piyasayı, elden geldiğince daha üst bir noktaya taşımak isteyen çok az sayıda insandan biri oldu Mete Özgencil. Bu az sayıda insanın da en şanslılarından biriydi ama. Beş parmağında on beş marifet olanlardandı sanatçı, bu nedenle de, birden fazla alanda düşündüklerini gerçekleştirebildi. Beste yaptı, söz yazdı, klip çekti, proje üretti, başkalarınca üretilmiş projelere el atıp derleyip toparladı, akıl verdi fikir verdi...
Tıpkı Belkıs Özener gibi Handan Kara da, şarkı söylermiş gibi yapan ama aslında söyle(ye)meyen Yeşilçam’ın star’larının yerine şarkı söyledi. Onlar sahnede afili afili durur ve her türden ışık onları aydınlatırken, Kara ve az sayıda benzeri onlara ses, aslında “hayat”, hatta “can” verdi. Az sayıda star ama çok sayıda iyi ses ya da iyi şarkıcı varken, Yeşilçam’ın dönüp dolaşıp neden Handan Kara, Belkıs Özener ve bir iki başka isme takılı kaldığı merak edilebilir. Cevap bir muamma ya da belirsizlik değildir. Cevabın mühim bir bölümü, “alçakgönüllülük” ile ilgilidir. Öyle ya; ortada yaygın miktarda şan/şöhret, çokça para ve mebzul miktarda kamera/ışık/neon varken, kim ya da kaç kişi bunların tamamına aldırmaksızın stüdyolara koşturur ve sessiz sedasız şarkılarını söyleyip çıkabilirdi ki?
Alexiou’nun Türkiye konserlerini büyük bir başarıyla organize etmiş (ve aynı konserleri önümüzdeki yaz mevsiminde de tekrarlayacak olan) Mustafa Oğuz (Most Production) “Sen erken gel” demişti bana toplantıyı haber verdiği gün, “Toplantı öncesi Haris ile özel bir sohbet yaparsın!”. Mustafa Ağabey, Haris Alexiou’ya ne kadar düşkün olduğumu biliyor. Ağzım kulaklarımda gittim Pera Palas’a, taptığım bir star’ı bir kere daha görecek, üstelik işi bu kadarla bırakmayarak onunla özel bir röportaj da yapacaktım.
“Şimdi Ve Sonra” adlı (kapak tasarımı da bir sanat eseri seviyesinde olan) yeni albümleri ise, bütün bu bildiğimiz durumun ötesine taşıyor. Sözcüğün mutlak anlamıyla “yeni”, yepyeni şarkılarla çıktılar karşımıza. Bir yandan, o paha biçilmez sound’larına hala çok sadıklar. Ama bir yandan da, (hepimiz ya da çoğumuz gibi) yeni çağın basiretsizliğini, kaypaklığını, sentetikliğini kavramış ve karşısında nasıl durulabileceğini keşfetmişler.
1973 yılından beri bizi değişmeye zorlayan, her şeyi olduğu ya da göründüğü gibi değil de sağını, solunu, altını, üstünü kurcalayarak kavramamızı öğütleyen İlhan İrem “Cennet İlahileri” ile yeni bir tepe noktasında!.. Yola 1973 yılında “bütün ellerin birleşmesi,” gibi naif ötesi bir duygu ile yola çıkmış, geçen zaman içinde hem kendisi değişmiş hem de dinleyicisini eğitmiş ve değiştirmiş (ve bir ‘bilge adam’ olarak kabul edilip bağırlara basılmış) sanatçı, artık bir parça daha ‘sakin’. İlhan İrem’in müzikal yaşamının kırılma noktası, 80’li yılların başına denk gelir. İrem o yıllarda, yeni bir başlangıç yapmak için eski defterleri dürmek gerektiğini düşünmüş ve hesabı “Bezgin” albümünün üzerinden görmüş, halletmişti.
Anna Vissi, geçtiğimiz yaz iki single ile yokladı ortalığı. Her zamanki gibi, yalnızca Yunanistan için yapılan “Agapi Ipervoliki”, Temmuz ortalarında yayımlandı ve deli gibi bekleyen Anna Vissi hayranları tarafından kapışıldı. Avrupa için yapılan ve 16 Kasım’da satışa sunulmuş olan “Everything I Am” adlı İngilizce albümün ilk ‘single’ı olan aynı adlı şarkı da, bu Yunanca ‘single’dan yalnızca bir-iki hafta sonra piyasaya verildi.
Türk popunun kraliçelerinden olan Nilüfer, piyasaya bir “prenses” sunmaya gayret etmektedir. Bu uğurda, o güne kadar pek fazla bulaşmadığı işlere bile girişecektir. Prodüktörlük yapacak, söz yazacak, hatta beste yapacaktır. Yaptıklarını da, canını dişine takarak sunacaktır bizlere. Asya’nın her albümünü, kendi imkanlarını kullanarak tanıtacak, kendi ekibini sakınmadan bunun için seferber edecektir.
Ada Müzik, Zülfü Livaneli’nin külliyatını, “Bütün Eserleri” adı verilen bir başlık altında ve bir plan dahilinde geçen yıl yayınlamaya başlamıştı. “İlk Türküler (1971 – 81)” adlı ilk albümü, bu yıl da iki albüm daha takip etti: “Nazım Türküsü” ve “Merhaba”. Ecevit’in hala bir ‘umut’ olmayı sürdürdüğü 1978 yılında yayınlanan ve tamamı Nazım Hikmet’in şiirlerinden oluşan “Nazım Türküsü”, kısa bir zaman içinde herkesin gönül verdiği bir albüm olmuştu.
Müzik dünyamızın köklü firmalarından Yavuz Plak, bir süredir oldukça aktif durumda. Bu firma, tıpkı Odeon’un yaptığı gibi, planlı programlı biçimde 45’lik ve LP’ler üzerinde kalmış şarkıları disklere transfer ediyor, zamanın seline kapılıp yok olmalarını engelliyor. Geçen yıl, başta Emel Sayın albümleri olmak üzere Türk Müziği projelerine öncelik ya da ağırlık veren Yavuz, bir iki hafta evvel hazine, hatta hazine ötesi sayılması gereken üç disklik bir paket yayınladı: “Anadolu Efsaneleri”. Cem Karaca, Edip Akbayram ve Moğollar’ın birer albümünden oluşan bu paket, Anadolu pop (ya da rock) akımını çok ciddiye almış, çok destek vermiş firmalardan olan Yavuz’un paha biçilmez kataloğunun en ışıltılı örneklerinden.
Elimizdeki albüm, Tanju Okan’ın yalnızca belirli bir dönemini kapsamadığı gibi, tarihsel bir akışa da uygun değil. Bu konuda, ne Odeon’un ne de diğer firmaların yapabileceği bir şey yok; ancak telif sorunlarını çözebildikleri şarkıları koyabiliyorlar albüme. Bu nedenle, albümde (bir best of bile olsa) bir tutarlılık, (olabildiği kadar olsun) bir müzikal bütünlük aramak boşuna. Aynı dönemlere ait bir plağın hakları için filanca ile anlaşabiliyorken, bir diğerinde önünüze binbir engel dikiliyor ve sonunda “ne yapalım bunsuz olsun” demek zorunda kalıyorsunuz. Odeon da öyle yapmış.
“Büyük Aşkım” albümü sırasında içine düşülen ağır ‘yaratamama-çıkaramama’ durumu sonrasında yollar kendiliğinden ayrıldı. Kayahan’ın henüz yayınlanan “Kelebeğin Şansı” adlı albümü, bu ağır krizin sürdüğünü göstermekte. Kayahan’ın zengin geçmişinin çok vasat bir tekrarı gibi gözüken bu albümdeki şarkıların hiçbiri ‘yeni’ bir şey söylemiyor. Sözler her zaman söylenmiş olan şeylerin, besteler onlarca benzer örneği olan şarkıların çoğaltılması gibi.
Kutlanacak olan Ayten Alpman’ın “50. Sanat Yılı” ama, aslında sanatçının müziğe girişinin üzerinden çok daha fazlası geçmiş. Yatılı okulda, sınıf arkadaşlarına söylenen şarkıları, İlham Gencer ile buluşulup aileden gizli yapılan çalışmaları saymasak bile böyle bu. Dile kolay: Tamamen müziğe adanmış elli küsur yıl. Bir tıp balosunda sahneye çağrılması, arkasından İlham Gencer ile İstanbul Radyosu’nda başlayan programlar, başta KervanSaray olmak üzere dönemin en önemli gece kulüplerinde başlayan showlar derken, Ayten Alpman, neredeyse tek başına, şu memlekette, Batılı bir müzik rüzgarı estirebilmek için gayret harcamış. Başarmış da.
Nihayet Ayla Dikmen ve şarkıları da CD yüzü görebildi; son albümünün üzerinden 26, bu dünyadan ayrılışının üzerinden 16 yıl kadar bir zaman geçtikten sonra. Buna da şükür. İşimiz plak firmalarına kalsaydı yanmıştık; onlar Dikmen ve şarkılarına dijital çağ’ı çok görebilir, bu kapıyı asla açmayabilirlerdi. “Seninle Sonsuza Kadar” adlı albümü, sanatçının vefakar yeğeni Meltem Çelebioğlu’na borçluyuz. Çelebioğlu, çocukluğunun her anına eşlik edip durmuş bu şarkıların bir albümde toplanmasını yıllardan beri istemekteydi; kısmet bugüneymiş işte, yapıldı-bitti ve Ayla Dikmen yıllar yıllar sonra yeniden bizimle; ya da biz yeniden onunlayız.
Ve Esengül. Albüm bu efsanevi şarkıcının muhteşem şarkısı ile kapanıyor. Esengül’ün uzun yıllar boyunca birlikte çalıştığı ve popüler müziğin bir başka anıt ismi olan Orhan Akdeniz’e ait olan “Taht Kurmuşsun Kalbimde” inanılmaz güzellikte bir şarkı. Çok genç yaşında bir trafik kazası sonucu kaybettiğimiz Esengül’ü sevenler bu albümü hiçbir şekilde kaçırmayacaklar.
Bazı yorumcu ya da müzisyenler, diğer meslekdaşlarından farklı olarak, müzik ve şarkılar ile daha sağlam bir ilişki kurarlar. Müzik onlar için de var olmanın yegane sebeplerinden biridir elbette; ama bu kadar değildir, daha fazlasıdır. Onlar, doğanın bu eşsiz armağanını, hayatlarımızı değiştirecek-dönüştürecek bir şekilde yoğurmayı-kullanmayı da çok önemserler. Ahmet Kaya böyleydi mesela; Kızılırmak’ın güzel ve naif kızı İlkay Akkaya da öyle. Bu nedenle “Gelmedin Diye” albümünde, yollarının kesişmiş olması şaşırtıcı değil; kesişme noktasının “Acılara Tutunmak” olması da gayet olağan. Çünkü bu tür çelebi yorumcu ve müzisyenler -kolaylıkla tahmin edileceği gibi- bu çaba ve mücadelelerinin karşılığında takdir değil, tekdir alırlar.
Sezen Aksu için, ülkenin en önemli müzisyenleri bir araya gelmiş, saymakla bitmez: Bülent Ortaçgil, Gürol Ağırbaş, Arto Tunçboyacı, İsmail Soyberk, Erdinç Şenyaylar, Ercan Irmak, Erdem Sökmen, Aykut Gürel, Demir Demirkan, Erkan Oğur, Armen Donelian ve hatta Ara Dinkjian... Vokal kadrosu ise başlı başına bir yıldızlar topluluğu zaten. Hiç şaşırtıcı değil ama. Sezen Aksu’nun albümü bu ve Sezen Aksu çağırdı mı, iki eliniz kanda da olsa gidiyorsunuz. Önünüze serdiği imkanlar başkalarının serdikleri ile karşılaştırılmayacak kadar fazla, üstelik sonsuz bir özgürlük içinde yapmaktasınız her şeyi. Üstelik çok seviliyor da. Bu son saydığım sebep dışında, başka hangi sebep Bülent Ortaçgil gibi bir devi başkasının albümü için stüdyoya sokabilirdi ki...
Evet ben Emrah’ı çok severek dinliyorum ve her albümünü de büyük bir merakla bekliyorum. Emel Sayın’ı da... Özellikle “Başrolde Emel Sayın” albümünden sonra çıkaracağı albümü heyecanla beklemekteydim. Saner döneminin en gırgır, en şamata, en kitsch şarkılarını (‘Feride’, ‘Gülizar’, ‘Mavi Boncuk’, ‘Feryat’...) bu albümde toplamıştı Emel Sayın ve üstelik albümün sonuna bir ‘Mavi Boncuk Remix’ eklemeyi de unutmamıştı. Artık kendi fikri miydi, etrafındaki kadronun mu Allah bilir ama hoş ve çok derli toplu bir projeydi bu albüm. Tıpkı bu son albümünde olduğu gibi... “Ah Bu Şarkılar” adlı son albüm çok ama çok şık bir kapak ile sunuldu piyasaya.
Yunanların efsanevi sanatçısı George Dalaras bir süredir bizde de tanınıyor artık. Sanatçının ününe, popülerliğine yakışır miktarda değil ama, bu da hiç yoktan iyidir. Ne de olsa tuhaflıklarla dolu bir memlekette yaşıyoruz ve George Dalaras ismi hiçbir şekilde bilinmeyebilir, duyulmayabilirdi de. Sanatçının Kasım’97'de İsrail Filarmoni Orkestrası ile verdiği konserin kayıtlarından oluşmuş albümünü EMI bir süre önce piyasaya verdi.
İlginç bir albüm yayınlandı geçtiğimiz günlerde; bir konsept albüm, hatta daha çok bir proje. Aslında bir karma albümdü bu, bildiğimiz karma albümlerin herhangi biri gibiydi. Çok sayıda ismin, tamamen farklı zamanlarda ve muhtelif stüdyolarda yaptıkları kayıtları bir araya getiren bir albümdü bu. Yani “albüm” dediğimiz formatın/mecranın temel özelliklerini dikkate aldığımızda, bu albümün bir “karma albüm” olduğundan şüphe duyulmazdı. Haris Alexiou ve George Dalaras albümleri gibi, “şık bir kitap” biçiminde yayınladığı bu albümün, firmanın her zaman yapmayı sevdiği gibi parçalı (ya da uzun) bir ismi var: “Superstar Ajda Pekkan’s Greek Songs”. Yani bu karma albümde, aslında her şarkı Ajda Pekkan’a çıkıyor.
Kış başlıyor… Resmi olarak üç ay boyunca bizle kalacak ağırbaşlı, mesafeli, karizmatik ve zorlu mevsim… Aralık vizyonunda beş hafta var. 1-8-15-22-29 Aralıkta, anlık plan doğrultuşunda kırk yeni film buluşacak izleyiciyle. İdeal bir sinema sezonudur kış. Üçü yerli yapım olmak üzere toplam altı yeni filme ev sahipliği yapıyor kış mevsiminin ilk vizyon haftası. İstanbul dışında bulunduğumdan dolayı bu haftanın filmlerine yapım notlarına yer vererek değineceğim.
Çeyrek yüzyılı aşkın, başta pop olmak üzere müziğin tarihini tutan, radyo programları üreten, kitaplar, eleştiriler yazan, plaklar çalan Naim Dilmener bu uzun yürüyüşün Gazete Pazar ile Radikal adımlarında kaleme aldığı yazılarıyla, müzik serüvenimizden önemli ve değerli isimleri bizlerle paylaşıyor.
2019 tarihli ‘Captain Marvel’ın bir tür devamı niteliğindeki ‘The Marvels’ filminde ‘süper kadın kahramanlar’ın sayısı 1’den 3’e çıkıyor. Film vasatı pek aşamıyor belki ama tarihsel bir özelliğe sahip: Öyküsünde ‘Marvel Sinematik Evreni’ndeki ‘İlk Müslüman süper kahraman’ı, Kamala Khan’ı barındırıyor. UĞUR VARDAN (HÜRRİYET/ 11.11.2023)
Gündemdekilere ve vitrindekilere aldırmadan upuzun sinema tarihinden cımbızla seçilen hoş filmler, insan kokan öyküler, gözden kaçanlar, ıskalananlar, pamuklara sarılması gereken mütevazı başyapıtlar ve diğerleri Hilal Çetinder’in kaleminden Film Makarası’nda…
Ankaralı sinemaseverler olarak, geçen haftamız, Ankara Film Festivali ile geçti. Gerçekten güzel bir hafta, güzel bir programdı. Filmlerin çoğunun biletlerinin tükendiğini ya da çok büyük oranda satıldığını da söylemekte fayda var. Festivalde yine pek çok film izledim. Vakit kaybetmeden, filmlere geçerken, programın önemli filmlerinden bir kısmını önceki festivallerde izlediğim ve o festivaller ile ilgili yazılarda bahsettiğim için, bu yazıda kendilerine yer bulamayacaklarını tekrar hatırlatayım.
Birbirinden güzel eserlerin icra edildiği bir TRT klasiği "Akşam Sefası" programı, bugün 21.00'de TRT Müzik'te.
Yeni fotoğrafı görmek, müzikseverlerin beğenisinin ne kadar değiştiğini öğrenmek için yerli rockta ‘bütün zamanların en iyileri’ni sinemamuzik.com okurlarına ve müzik eleştirmenlerine sorduk. İlginç liste çıktı ortaya:
Her biri meslekte en az 20 yılı devirmiş müzik yazarlarımızın saptadığı yerli grupların ‘şeref tablosu’nda Moğollar, Bulutsuzluk Özlemi ile ‘orta yaş’a dayanmış akranlar mor ve ötesi ile Duman gözüküyor. Hemen enselerinde Kurtalan Ekspres ile Dervişan yer alıyor. Bir alt basamakta ise, az zamanda çok iş yapmış Hardal ve Mazhar Fuat Özkan bulunuyor. Aslında gözler Mazharlar’ı daha üstte arıyor da, ‘ticaret’in dozunu kaçırmak bazen böyle sonuçlara neden oluyor.
Sinemamuzik.com, bir çoğu Altın Portakal’da jürilik de yapmış sinema yazarlarına sordu: ‘Antalya Altın Portakallı en iyi film hangisi’?... Birinciler listesinde ‘kortej’e çıkan ve bütün zamanların Altın Portakal birincilerini değerlendiren 31 sinema yazarının katıldığı araştırmada, Zeki Ökten’in 1980 tarihli Sürü filmi 213 puan toplayarak birinciliği kazandı. Sürü’yü 204 puanla Muhsin Bey (Yavuz Turgul) ve 192 puanla Uzak (Nuri Bilge Ceylan) izledi.
Sinemamuzik.com sinema yazarlarına sordu: ‘İlk uzun filmini 21. yüzyılda çeken en iyi 10 yerli yönetmen kim?... 30 sinema yazarının katıldığı araştırmada bol ödüllü Emin Alper 195 puan toplayarak birinciliği kazandı. Alper’i 145 puanla Pelin Esmer ve 136 puanla Özcan Alper izledi. Emin Alper'i 27 sinema yazarı listesine alırken, Pelin Esmer’e 25, Özcan Alper’e 20 listede yer verildi. Bazı popüler isimler ön sıralarda yer alamadı.
Yerli popa birçok hit parça kazandıran, en değerli bestecilerimizden Ali Kocatepe, yapıtlarının yaratı sürecini Nereden Geldi Bu İlham Perileri adlı kitapta topladı. Kocatepe kitabını şöyle özetledi:
Türkiye´nin büyük kentlerinde yayında olan radyo kanallarının geniş listesi
Genç yaşına karşın uzun yıllardır rap müzikle uğraşan ´sinemamuzik.com´ okuru Emre Onaran sitemiz için şarkı yazdı. Yapıtını arkadaşı Uygar´la (Ragyu) birlikte seslendiren Emre Onaran´ın (Sürgün) videosu içeride:
Ünlü grupların kuruluş öyküleri, müzik serüvenleri yakından takip edilse de isimlerinin nasıl doğduğu ve koyulduğu pek bilinmez. Meraklısı için ilginç bir liste hazırladık: