Ajda Pekkan dendi mi akan sular duruyordu; her zaman, her yaptığı ile ağzımızı üç karış açıkta bırakabilme gücüne sahipti o. Şarkılarıyla, ‘tip’iyle, değişme gücüyle, söyledikleri ya da söyleyemedikleriyle. Biz aslında, onu zaten hiç ‘cool kadın’ diye bilmedik, öyle olduğunu düşünmedik. O her türden kötü ya da orta halli şarkıyı bile ayaklandıran, yürüten mucizevi bir şarkıcıydı. Şarkılar onun sesiyle kanatlanıyor, uçuyordu hatta…
Superstar’ımızın keyfi yerinde. Güne, her sabah bir ‘prozac’ alarak başlıyor ve çoğu şey ona dokunamadan geçip gidiyor yanından... Her zaman bir sinir harbi halinde geçmiş olan toplantılar, koturmacalar, görüşmeler artık daha kolay altından kalkılabilir olmuş... “Tamamen ‘boşver’ci oldum” diyor Ajda Pekkan. Çok haklı da gözüküyor...
Remix’in hayat kurtardığını artık herkes kabul etti. İki albüm arası boş zamanı olanların, binbir emekle piyasaya sürüdüğü albümden umduğunu elde edememişlerin, piyasayı rakiplerine kaptırmak istemeyenlerin ya da şarkılarına bir DJ eli değsin isteyenlerin hep birden rüzgarına kapıldıkları bir şey oldu remix: “Re re re ra ra ra remix remix çok yaşa...”
Odeon’un “Bak Bir Varmış Bir Yokmus” serisi dördüncü ayağında. Albümde yer alan Juanito’nun şarkısına gönderme yapılarak “Bir Başka Masal” sloganı ile tanıtılmakta olan albüm, hit’ler, iyi bilinen-az bilinen şarkılar, tarihi öneme haiz denemeler dahil tam 20 şarkı getiriyor önümüze; zengin Odeon arşivinden seçilmiş bir başka 20 şarkı… Serinin ilk iki albümü (şimdi Ossi adlı kendi firmasıyla harikalar yaratan) Hakan Eren tarafından hazırlanmıştı.
Dijital çağın şanslı isimlerindendir Sezen Aksu; CD’nin gündelik yaşamımıza girişi ile birlikte, fazla beklemeye gerek kalmaksızın, çoğu şarkısı-albümü disklere transfer edilmiş, raflara çıkmış, oradan da dinleyicisine-hayranına ulaşmıştır. Hiç şüphesiz böyle olmasının sebebi, Aksu’nun 90’lı yılların hemen başıyla birlikte müzik dünyamızda üstlendiği roldür. O tarihlerde Aksu, yalnızca bir yorumcu ve şarkı yazarı olarak değil, yaptıkları ve sunduklarıyla piyasayı etkileyici-belirleyici bir konuma ulaşmış ve bu da, Aksu’yu piyasanın en kıymetli, en vazgeçilmez isimlerinden biri haline getirmişti ve aynı zamanda, en tanınan, en çok satan isimlerinden biri...
MSR Production, supervizorlüğünü M.Nuri Karadeniz, sanat danışmanlığını ise çok önemli müzisyenlerimizden Yücel Arzen’in yaptığı bir dizi albüm yayınladı. Bu firma, “Arşiv Serisi” başlığı altında, Nezahat Bayram, Muzaffer Akgün, Yıldız Tezcan ve Gülden Karaböcek gibi, popüler müziğimizin çok önemli isimlerinin albümlerini raflara çıkardı. Bayram dışındakilerin şarkıları-türküleri daha önce CD yüzü görmüştü; Nezahat Bayram ise, ilk defa bu firmanın yaptıkları sayesinde CD yüzü görebildi, dijital çağa kenetlendi.
Gündoğarken’in yakışıklılarından Burhan Şeşen bir solo albüm daha yayınladı: “Bir İki Üç Tıp”. İlk solo albüm “Bir Düş Gördüm”ün üzerinden yıllar geçtikten sonra yayınlanan bu albüm, her zaman tek derdi müzik olmuş bir müzisyenin, günün hakim olan renklerine-eğilimlerine yüz vermeden yapabildiklerinin bir belgesi. Son yıllarda Türk popu, iki temel eğilimin etkisine girdi. Birinci eğilim bin yıldır yapılagelenlerin (sözde) çağdaş bir versiyonu. (Hande Yener’in yaptıkları ile özetlenebilecek) bu müzikal tür (deyim yerindeyse) ‘fişek’ gibi olmayı her şeyden önemli sayıyor ve müziğin ‘hız’ı her türlü standartın önüne geçiyor.
Şarkının böyle dediğine bakmayın siz; bu şarkıyı söyleyen Nermin Candan’ın da, plağı çıkartan Elif Plak’ın da hayatı bu plak sonrası epeyce değişmiş ve paraya para demez olmuşlardı 70'lerin ilk yarısında. Elif Plak; plakların çok satıyor olduğu o muhteşem dönemde arka arkaya bir dolu 45'lik çıkartmış plak şirketlerinden biri. Diğerlerinden tek farkı çok fazla şarkıcıyla çalışmamış olmaları. Onlara bağlı sanatçılar da ömrü billah onlara bağlı kaldı: Kerem Güney, Leyla Nur, Nermin Candan ve birkaç kişi daha. Şirketin temel taşı sayılan Kerem Güney' in "Aldırma Gönül" adlı 45' liği ortalığı kırıp geçirince, her şeyin önü açılmış ve oluşturulan Elif Stüdyo Orkestrası eşliğinde plaklar sık aralıklarla kaydedilip verilmişti piyasaya...
60 ortalarında, “Gönül Akkor’ın kız kardeşi” olarak basının ilgisini üzerine çekmiş olan Kamuran Akkor’un yükselişi, 1967 yılında Vasfi Uçaroğlu tarafından Berkant’ın yanına solist olarak seçilmesiyle başlar. Bir süre sonra hayatlarını da birleştirecek olan Akkor-Uçaroğlu ikilisi, (Berkant’ın “Samanyolu” ile en tepeye kurulmuş olması nedeniyle de) onlarca gazino çalışması yaptı ve bu çalışmalar Akkor’un ilk plağının büyük bir heyecanla beklenmesine sebep oldu.
Ayten Alpman örneği tamamen tesadüfi. Dizinin senaristlerinden Mehmet Bilal Dede’nin Alpman’a olan özel sevgisi – tutkusu bu gelişmelere yol açtı. Dede, bin başka şarkının uyabileceği bir yere Ayten Alpman’ın “Ben Varım”ını seçti ve her şey son derece hızlı gelişti. Şarkı birkaç kere dönmeye başladıktan sonra ezberlendi-sevildi ve plakçılarda aranmaya–sorulmaya başlandı. Hem şarkının hem de şarkıcının popülerliği hala sürmekte. Bir–iki hafta önce başka bir gelişme de oldu, Ayten Alpman’ın bizzat kendisi diziye sızdı; kaç hafta sürer bilinmez ama Ayten Alpman artık “Aliye”nin oyuncularından biri.
BaBa ZuLa, günümüzün değil, geleceğin müziğini yapmakta. Onlar bu iddiada hiç bulunmadı ama, yapılan iş ortada. Bu nedenle, dinleyicinin, elinden gelen her türlü gayreti gösterip, albüme sızma becerisini göstermesi gerekmekte. Bunu bir tür oyun haline bile getirebilirler. Duyulan “ses”lerin ne olabileceği / nasıl bir aletten çıkabileceği üzerine yürütülen tahminlerle başlayıp, Mad Professor damgası arama-bulmaya kadar varan bir oyun.
Nedense hep “Telespor” programlarındaki hali ile hatırlarım Ayla Dikmen’i. Siyah-Beyaz tek televizyon kanalımızın, bütün bir pazar öğleden sonrasını kaplayan programıydı Telespor. Bunaltıcı Pazar günlerini daha da bunaltıcı hale getirmek için elinden geleni ardına koymayan bu programın aklımda kalan en hoş anıları hep Ayla Dikmen’ le ilgili... Sanatçı ‘Aşk Defteri’ ni açtığında her şey değişirdi... Sıkıntılar dağılır, yüzlere muzip bir ifade yerleşir ve gözler ekrana yapışır kalırdı...
Ceza’nın “Yerli Plaka”sı yola çıktı. “Hadi kemeri tak!” komutuyla trafiğe karışan Ceza, bu komutunun hemen ardından diğer komutunu veriyor: “Kedi gibi pısma ayağa kalk!” Emri olur! Ceza’nın söyledikleri-saydıkları birer ‘emir’ gibi sahiden; yapılmadığında, yerine getirilmediğinde ‘bir ceza’ ile karşı karşıya kalacağımızı düşündüğümüz-bildiğimiz emirler silsilesi gibi! Çizme seslerinin eşlik ettiği bir emirler ve cezalar silsilesi. Elimizi ayağımızı dolaştıracağımız bir ‘metafor’ kördüğümü yaratmak değil niyetimiz ama eldeki ‘isim malzemesi’ ne yazık ki bu; “Yerli Plaka Ceza”.
70’li yıllarda çok sevip bağrımıza bastığımız Anne-Marie David’in de nihayet bir diski oldu. 80’li yılların sonunda başlayan CD furyası 90’larla birlikte çok hızlanmış ve 2000’lerin gelmesiyle de CD’siz kimse kalmamıştı. Tabii yurt dışından söz ediyoruz, bizde büyük bir çoğunluğun şarkıları hala plaklar-kasetler üzerinde bekliyor. Ama yurt dışında bile, hala şarkılarına dijital bir ortamda ulaşılamayan (az da olsa) birileri vardı ve Anne-Maricik de bunlardan biriydi.
Odeon, çok başarılı pop serisi “Bak Bir Varmış…”tan sonra Türk müziğine geçiş yaptı ve “İnleyen Nağmeler”in emsalsiz yaratıcısı Zeynettin Maraş’ın öncülüğünde (ve Zeynep Göktürk’ün koordinatörlüğünde) “Evvel Zaman İçinde” adlı yeni bir seri başlattı. ‘Türk müziği’ (daha çok pop katalogu ile adını duyurmuş) Odeon’un, elbette yabancısı olduğu bir alan değil. Yıllar yılı ülkemiz müzik piyasasına son derece başarılı bir biçimde öncülük etmiş olan firmanın kataloğunda, aslında her türden, her eğilimden şarkı ya da şarkıcı mevcut.
Popüler müziğimizin 70’li kuşağından üç büyük yıldız, birbirine yakın tarihlerde yeni single ya da albümlerini yayımladı. Seyyal Taner ve Nil Burak ‘single’dan biraz daha uzunca bir formatta sundu yeni şarkılarını; Yeliz ise, 70’li yıllara bir güneş gibi doğan o muhteşem şarkıların hepsini, “En İyileriyle” adlı tek albümde topladı.
Bazı yorumcular öyledir, şarkılarını söyler ve bırakır orta yere; ihtiyacı olanların nasılsa gelip alacağını bilerek, hatta bundan emin olarak. 2009’un Temmuz’unda çıkmıştı ilk “Cihan”. Çok sayıda insan bu albümün çıkışıyla birlikte haberdar oldu Birsen Tezer’den ama çok sayıda eski bilen, hatta çok iyi tanıyan ve çok seven de vardı.
Mehmet Güreli de alem adam. Boydan boya “odalarda ışıksızım” teması üzerine kurulmuş bir müzik piyasasına “kendi odası” ile girmeye kalkışıyor. Bu da yetmiyor, albüm sonrası söylediklerinde-anlattıklarında; bu odada keyfinin yerinde olduğunu, kimse dokunmasa, kendi kendine bin yıl yazabileceğini – çizecebileceğini söylüyor. “Keyfi yerinde” dedim ise lafın gelişi elbette. Odaya yapılan yolculuğun en önemi nedeni bir “keyif alma” isteğinden ziyade; bunalımların, sıkıntıların, vazgeçişlerin, terkediş ya da edilişlerin; başkalarını araya katmadan, bir başına, “bir odada” anlatılmaya - atlatılmaya çalışılması…
Pamela (Spence), geçen yıl ilk albümü “Eğer Dinlersen”i yayınladığında epeyce kişinin hayranlığını kazanmış, taze ve saf tavrıyla, ülkenin rock ortalamasını daha ileri bir noktaya çekeceği konusunda umut uyandırmıştı. Bunun olmaması için de bir neden yoktu ortada. Üç – dört yıl kadar Teoman’ın arkasında vokal yapmış (ve muhtemelen Teoman’ın başarısında büyük pay sahibi olmuş) bu gencecik kız sıkı bir şekilde çıkmıştı karşımıza ve işin aslına bakarsınız, bundan sonrası ona değil bize kalıyordu: Albümü alacak, dinleyecek, evirecek – çevirecek, üzerinde düşünecek ve kıza hakkını teslim edecektik.
Herkesin çoktan unuttuğu, ancak çok meraklı bir avuç insanın takip etmeye devam ettiği Mina, yeniden çıktı önümüze. Sony; önce sanatçının son albümü “No 0” yu çıkardı piyasaya, sonra da geçtiğimiz yıllarda İtalya’da epeyce gürültü koparmış Adriano Celantano’lu “MinaCelantano” yu. Sırada diğerleri varmış. Telif konusunda anlaşma sağlanabilen diğer Mina albümleri de bir bir çıkarılacakmış. Aşağı yukarı, son on beş yıldır, hiç gündemimizde olmamıştı Mina. Oysa Mina, bütün 60 ve 70’ler boyu çok popülerdi ülkemizde.
11 Nisan… Bahar, devam eden soğuklara inat sürerken, vizyon filmleri de hız kesmiyor! Bu arada baharın şehirdeki müjdecilerinden olan İstanbul Film Festivali 11-22 Nisan tarihleri arasında 44. kez perdelerini açıyor! Kapsamlı seçki, 139 uzun metrajlı ve 15 kısa filmden oluşuyor. Dünya sinemasının en nitelikli örnekleri, kült yapıtlar, usta yönetmenler ve genç yeteneklerin son filmlerinden oluşan festival seçkisinde dünya, uluslararası, Balkan ve Türkiye prömiyerlerini yapan filmler de bulunmakta!.. Üçü yerli, biri üçüncü kez vizyon gören yapım olmak üzere toplam sekiz yeni filme ev sahipliği yapıyor 11 Nisan haftası!
Çeyrek yüzyılı aşkın, başta pop olmak üzere müziğin tarihini tutan, radyo programları üreten, kitaplar, eleştiriler yazan, plaklar çalan Naim Dilmener bu uzun yürüyüşün Gazete Pazar ile Radikal adımlarında kaleme aldığı yazılarıyla, müzik serüvenimizden önemli ve değerli isimleri bizlerle paylaşıyor.
CIA’de masa başı bir görevi olan Charles Heller’ın eşi, iş dolayısıyla gittiği Londra’da terörist saldırısı sonucu öldürülür. Bu durumda intikam almak için yola çıkan kocasıysa geniş kaslara ya da silah kullanma becerisine sahip olmasa da zekâsı ve yanında taşıdığı laptop’la hedefine ulaşmaya çalışır. Eski bir romanın sinemadaki yeni uyarlaması olan ve kimi bölümleri İstanbul’da çekilen ‘Amatör’ün başrolünde ‘Bohemian Rhapsody’de canlandırdığı Freddie Mercury rolüyle Oscar kazanan Rami Malek var. UĞUR VARDAN (HÜRRİYET/12.04.2025)
Gündemdekilere ve vitrindekilere aldırmadan upuzun sinema tarihinden cımbızla seçilen hoş filmler, insan kokan öyküler, gözden kaçanlar, ıskalananlar, pamuklara sarılması gereken mütevazı başyapıtlar ve diğerleri Hilal Çetinder’in kaleminden Film Makarası’nda…
Geçen hafta, Berlin Film Festivali (Berlinale) izlenimlerimize başlamıştık. Kaldığımız yerden devam edelim. Bu hafta bahsedeceğimiz filmler arasında, festivalden Altın Ayı ile dönen ve İstanbul Film Festivali’nde de gösterilecek olan Drømmer, Radu Jude’nin yeni filmi Kontinental ’25, tümüyle yapay zeka ile oluşturulmuş görseller ile yapılmış bir animasyon ve festivalden Teddy ödülü ile dönen, Lesbian Space Princess de var. Haftaya, Berlinale notlarımızın üçüncü bölümü ile devam edeceğiz.
Esra İçöz ile İhsan Güvenç, müzik tarihimizde iz bırakmış eserleri bugün 20.30’da TRT Müzik’te yayınlanacak Senin Şarkın programında icra ediyor...
Yeni fotoğrafı görmek, müzikseverlerin beğenisinin ne kadar değiştiğini öğrenmek için yerli rockta ‘bütün zamanların en iyileri’ni sinemamuzik.com okurlarına ve müzik eleştirmenlerine sorduk. İlginç liste çıktı ortaya:
Her biri meslekte en az 20 yılı devirmiş müzik yazarlarımızın saptadığı yerli grupların ‘şeref tablosu’nda Moğollar, Bulutsuzluk Özlemi ile ‘orta yaş’a dayanmış akranlar mor ve ötesi ile Duman gözüküyor. Hemen enselerinde Kurtalan Ekspres ile Dervişan yer alıyor. Bir alt basamakta ise, az zamanda çok iş yapmış Hardal ve Mazhar Fuat Özkan bulunuyor. Aslında gözler Mazharlar’ı daha üstte arıyor da, ‘ticaret’in dozunu kaçırmak bazen böyle sonuçlara neden oluyor.
Sinemamuzik.com, bir çoğu Altın Portakal’da jürilik de yapmış sinema yazarlarına sordu: ‘Antalya Altın Portakallı en iyi film hangisi’?... Birinciler listesinde ‘kortej’e çıkan ve bütün zamanların Altın Portakal birincilerini değerlendiren 31 sinema yazarının katıldığı araştırmada, Zeki Ökten’in 1980 tarihli Sürü filmi 213 puan toplayarak birinciliği kazandı. Sürü’yü 204 puanla Muhsin Bey (Yavuz Turgul) ve 192 puanla Uzak (Nuri Bilge Ceylan) izledi.
Sinemamuzik.com sinema yazarlarına sordu: ‘İlk uzun filmini 21. yüzyılda çeken en iyi 10 yerli yönetmen kim?... 30 sinema yazarının katıldığı araştırmada bol ödüllü Emin Alper 195 puan toplayarak birinciliği kazandı. Alper’i 145 puanla Pelin Esmer ve 136 puanla Özcan Alper izledi. Emin Alper'i 27 sinema yazarı listesine alırken, Pelin Esmer’e 25, Özcan Alper’e 20 listede yer verildi. Bazı popüler isimler ön sıralarda yer alamadı.
İletişim yayınları etiketiyle satışa çıkan kitapta müzik yazarı, eleştirmen, programcı Murat Beşer, Türk müziğinin zarif sesi Nesrin Sipahi’nin yaşamı ve sanat serüvenini ayrıntılarıyla anlatıyor. Kitap, Yeşilköy’de başlayan çocukluğun, radyolardan plak kayıtlarına, turnelerden gazinolara uzanan başarı öyküsüne dönüşümü kadar Sipahi’nin bilinmeyen yönlerini de ortaya koyuyor. Nesrin Sipahi-Sahnelerin, Radyoların, Plakların Hanımefendisi aynı zamanda bir dönemin kültürel portresi.
Türkiye´nin büyük kentlerinde yayında olan radyo kanallarının geniş listesi
Genç yaşına karşın uzun yıllardır rap müzikle uğraşan ´sinemamuzik.com´ okuru Emre Onaran sitemiz için şarkı yazdı. Yapıtını arkadaşı Uygar´la (Ragyu) birlikte seslendiren Emre Onaran´ın (Sürgün) videosu içeride:
Ünlü grupların kuruluş öyküleri, müzik serüvenleri yakından takip edilse de isimlerinin nasıl doğduğu ve koyulduğu pek bilinmez. Meraklısı için ilginç bir liste hazırladık:
Hemen her öğretmenin, okul müdürünün maratona benzettiği hayatın henüz başında biri Lezzet. Başka bir deyişle; böğürtlenli, limonlu, çilekli, çikolatalı, vişneli, karamelli, karadutlu dondurmalardan henüz tatmadı, sadece vanilyalının tadını biliyor. Onunla tanışmak için sayfaları çevirmen yeterli. Çelişki Bilmez Lezzet’in Geçmiş Zaman Maceraları Uğur Vardan’ın çocukluk anılarından yola çıkarak yazdığı öykülerden oluşuyor.
Popüler orkestralar ile grupların Türkiye serüvenini ‘Günlerin İçinden Canım’ / 100 Yıllık Türkiye Popüler Orkestralar ve Gruplar Tarihi (1923-2022) adlı internet sitesinde anlattım.
50. yaşını kutlayan albümlerin, yayınlandığı dönemde yarattıkları heyecan, uzunçaların kulaklardaki doygunluğu, yeni yeni piyasaya çıkan kasetlerin sunduğu kolaylık, bugünün dijital ortamında unutulmuş plakların önemi müzik camiasının en tatlı muhabbetlerden biri bu yıl. Doğum günü pastaları 50 mumla adeta yangın yerine dönmüş, eskimeyen, çoğu klasikleşen albümler arasında gezintiye ne dersiniz?