Mehmet Güreli de alem adam. Boydan boya “odalarda ışıksızım” teması üzerine kurulmuş bir müzik piyasasına “kendi odası” ile girmeye kalkışıyor. Bu da yetmiyor, albüm sonrası söylediklerinde-anlattıklarında; bu odada keyfinin yerinde olduğunu, kimse dokunmasa, kendi kendine bin yıl yazabileceğini – çizecebileceğini söylüyor. “Keyfi yerinde” dedim ise lafın gelişi elbette. Odaya yapılan yolculuğun en önemi nedeni bir “keyif alma” isteğinden ziyade; bunalımların, sıkıntıların, vazgeçişlerin, terkediş ya da edilişlerin; başkalarını araya katmadan, bir başına, “bir odada” anlatılmaya - atlatılmaya çalışılması…
Pamela (Spence), geçen yıl ilk albümü “Eğer Dinlersen”i yayınladığında epeyce kişinin hayranlığını kazanmış, taze ve saf tavrıyla, ülkenin rock ortalamasını daha ileri bir noktaya çekeceği konusunda umut uyandırmıştı. Bunun olmaması için de bir neden yoktu ortada. Üç – dört yıl kadar Teoman’ın arkasında vokal yapmış (ve muhtemelen Teoman’ın başarısında büyük pay sahibi olmuş) bu gencecik kız sıkı bir şekilde çıkmıştı karşımıza ve işin aslına bakarsınız, bundan sonrası ona değil bize kalıyordu: Albümü alacak, dinleyecek, evirecek – çevirecek, üzerinde düşünecek ve kıza hakkını teslim edecektik.
Herkesin çoktan unuttuğu, ancak çok meraklı bir avuç insanın takip etmeye devam ettiği Mina, yeniden çıktı önümüze. Sony; önce sanatçının son albümü “No 0” yu çıkardı piyasaya, sonra da geçtiğimiz yıllarda İtalya’da epeyce gürültü koparmış Adriano Celantano’lu “MinaCelantano” yu. Sırada diğerleri varmış. Telif konusunda anlaşma sağlanabilen diğer Mina albümleri de bir bir çıkarılacakmış. Aşağı yukarı, son on beş yıldır, hiç gündemimizde olmamıştı Mina. Oysa Mina, bütün 60 ve 70’ler boyu çok popülerdi ülkemizde.
70’li yıllarda çok sevip bağrımıza bastığımız Anne-Marie David’in de nihayet bir diski oldu. 80’li yılların sonunda başlayan CD furyası 90’larla birlikte çok hızlanmış ve 2000’lerin gelmesiyle de CD’siz kimse kalmamıştı. Tabii yurt dışından söz ediyoruz, bizde büyük bir çoğunluğun şarkıları hala plaklar-kasetler üzerinde bekliyor. Ama yurt dışında bile, hala şarkılarına dijital bir ortamda ulaşılamayan (az da olsa) birileri vardı ve Anne-Maricik de bunlardan biriydi. Bim bam bom: Onun da artık bir CD’si var. Anne – Marie’nin albümü “Je Suis L’enfant – Soleil” adını taşıyor ve Fransa’da geçen ay yayınlandı. Albümün yayınlanmasıyla birlikte, cümle eski 45’likçilerin bir takıntısı daha çözülmüş oldu. Diskleri hala elde edilememişlerin listesinden Anne- Marie silindi, “Darısı diğerlerinin başına” dendi.
Tangonun ülkemizdeki öncü isimlerinden Necdet Koyutürk’ün oğulları Erdener ve Özdener Koyutürk kardeşler, şartlar başka türlüsünü emrediyor ya da işaret ediyor olmasına rağmen, doğru bildikleri yolda yürümeyi sürdürüyorlar. “Tangoya devam!” diyorlar bir başka deyişle; iki kardeşten daha aktif olan Erdener Koyutürk, EKO adlı firması vasıtasıyla, uzun aralar vermeksizin yeni albümler yayınlıyor. Bunların büyük bir kısmı da tango üzerine; bir seri ve sıra dahilinde yayınlanan bu albümler dokuz adedi buldu. “Tango Enstrümantal” (Necdet Koyurürk Orkestrası) dizinin sekizinci, “Altın Tangolar” (Erdener Koyutürk) ise, dokuzuncu albümü olarak yayınlandı, yakın bir tarihte.
“Sevemem Artık” bundan daha da fazlasını yaptı. 1972 yılı ortalarında stadyumları dolduran her türden taraftarın taktığı bu şarkının, o günden beri girmediği biçim kalmamıştır. Bir Galatasaraylı olmakla her zaman övünmüş Ömür Göksel’in bu şarkısı, en son “I Love You Hagi” şeklini almış ve Göksel’i zevkten mest etmişti. Belki bu Hagili slogan nedeniyle, belki de zaten şarkının orijinal adının çağrıştırdığından dolayı, bu son albümde şarkı “I Love You Baby” adını almış.
Hikayeyi tekrar edelim size (gayret gayret, hatırlasanıza): Moda Yolunda karşılaştık biz Marc Aryan’la; ya da moda yoluna, uğruna. 60’ların ilk yarısı; “pop müzik” denilen ve bize yabancı bir tür olduğu konusunda kimsenin kuşkusu olmayan bir müzik türü, başını almış gitmiştir. İlham Gencer, Fecri Ebcioğlu’nun katkılarıyla “Bak bir varmış, bir yokmuş…” diyerek masala başlamış; eksik olmasın Tülay German-Erdem Buri çifti, Erol Büyükburç ve Alpay-Doruk Onatkut ikilisi de çok geç kalmadan bu masala iştirak etmişlerdir.
Vedat Sakman’ı, TRT ekranlarında, Eurovision elemlerinde görmüştük ilk olarak. Yıl 1983: Sakman Grup Doğuş ile birlikte “Müzisyen” adlı bir şarkı seslendirmiş ve finale kalmıştır o yıl. Bu elemelerin sonucunda Çetin Alp (“Opera”) başa oynayacaktır; Sakman ve arkadaşlarının karı ise bir tecrübe edinmek olacaktır, başka sahnelerde, başka yarışmalarda ayaklarının yere daha sıkı basmasını sağlayacak bir tecrübe.
Ümit Besen ve benzerlerini seyretmeye ve avuç avuç para dökmeye giden çoğunluğun bir dolu benzerliğinin yanında bir de şöyle bir ortak noktaları var: Bu adamlar şarkı adlarını ezberleyemiyor, aklında tutamıyor. Hele hele şarkının adı, bu şarkıdaki gibi biraz uzun olursa. Bu nedenle, bu grup insan, şarkıları genellikle başladığı cümlenin bir bölümü ile ya da ara yerinden bir bölüm ile anar ve herkesin böyle söyledikleri anda onları anlayacağını umar ve beklerler. “Sabile” örneği herkesin aklındadır, ‘nitekim’ Ümit Besen’in de hep aklındaymış ki, o şarkı da bu albümde yer alıyor. Ama çok tuhaf, “Biz Ayrılamayız” adıyla konmuş albüme şarkı.
2011’in ilk yarısında çıkmıştı Mabel Matiz’in kendi adını taşıyan ilk albümü. Çıkışıyla birlikte de herkesi şaşırtmıştı. Farklı bir müzisyen ve yorumcuyla karşı karşıyaydık. Standart müzik kural ya da prensiplerine vurulduğunda kendiliğinden dışarda kalıyordu. Ama öte yandan çok farklı şeyler anlatıyor ve bunları kimselere benzemez bir vokal biçimiyle dile getiriyordu. Albümden sonra daha fazla konser verir oldu. Onu sahnede merak edenler de daha fazla seyretme imkanı yakaladı. Ve zaten bu sahneler, seyretmeler neticesinde Mabel Matiz hayranı kesildi herkes.
İşte müziğe gerçekten aşık bir yorumcu olan Casalini, tam da böyle bir noktada “Nilüfer”e ihtimam gösterdi, yeniden boy vermesini sağladı. Üstelik her daim yenilikçi söz yazarı ve bestecisinin de memnun kalacağı bir biçimde, dinleyicilerine-sevenlerine ulaştırarak. “Nilüfer” Casalini’nin sesinden başka bir “Nilüfer” olmuş. “Bana beni geri ver, bir şansım olsun” demiş “Nilüfer”, Casalini de bunu yapmış. “Ne Yapsam”ın, “Refakatçi”nin, “Dokunma Bana”nın prensesinden, “insan denen anlaşılmaz yaratık/şuursuz aşık” üzerine, insanı göz yaşlarına boğan müthiş bir şarkı bu.
Çoğu kere büyük bir sese sahip olmak, tek başına hiçbir şey demek değildir. O sesin yolunu, kalbinizden de geçiremiyor olduktan sonra ne yapsanız boştur. Kibariye öyleydi, tıpkı Bülent Ersoy gibi. Ne söylerse söylesin kulak kesildiklerinizdendi. Başkalarından dinlediğinizde hiç aldırmamış olduğunuz, size hiçbir söylememiş olan bir şarkıyı ondan dinlediğinizde her şey değişiyordu. O an yakalanıyordunuz. Şarkı onunla hayat bulmuş oluyordu. Şarkının anlattıkları o saniye gerçeğe dönüşüyor, boydan boya bir inandırıcılık kazanıyordu.
Türk popunda yaprak dökümü sürüyor. Büyük bir mücadele vererek pop müziğin temellerini atan 60’lı kuşak bir bir terketmekte bizi. Barış Manço ve Fikret Kızılok’tan sonra Cem Karaca’yı da kaybettik. Çok erken bir veda bu; hala çok aktif biriydi Cem Karaca ve daha yapacağı bir dolu şey vardı: Projeler, albümler, konserler… Ama hayat bu, insana çok az seçme şansı veriyor işte. “Resimdeki Gözyaşları”nın, “Dadaloğlu”nun, “Kavga”nın, “Tamirci Çırağı”nın yaratıcısı artık yok ve eksikliği kolay kolay da telefi edilecek bir şey değil. Tıpkı Barış Manço’da, tıpkı Fikret Kızılok’ta olduğu gibi. Tek tesellimiz şarkılar. Koca bir ömrün adandığı şarkılar.
Müzik piyasamız için, Şubat ayı, biraz da Barış Manço demek artık. Sanatçıyı kaybettiğimiz günden beri (hem müzik dünyası hem de hayranlar tarafından) gösterilen hassasiyet hâlâ güçlü bir şekilde devam ediyor. Sanatçı, her sene, kimseye kısmet olmamış bir ilgi ve tavırla anılıyor. Artık ilk günlerin, biraz histeri karışmış abartılı hali kalmamış olsa da, hâlâ ses getirecek bir şekilde anılıyor Barış Manço. Radyolar, televizyonlar özel saatler ya da programlar ayırıyor ona, şarkıları yeniden toplu bir şekilde çalınıyor, eski albümlerinin satışı yeniden hızlanıyor.
Birkaç yıl öncesine kadar, Hande Yener’i ya çok sever, ya çok nefret ederdik. Her iki tarafın da kendine göre haklı gerekçeleri vardı; sevenler şarkılarındaki enerjiden dem vuruyor, bu şarkıların özellikle geceleri hayat kurtardığını söylüyordu. “Evet,” diyorlardı, “kendisi biraz şu, biraz bu ama şarkıları gerçekten çok güzel, insanı acayip gaza getiriyor…” Sevmeyenler içinse, Özal ve takipçisi iktidarların, bizi usul usul getirip bıraktığı görgüsüzlük-sonradan görmelik batağının ‘simge’si gibiydi Yener; o Televole’lerin ilk zamanlarında her gün karşımızdaydı, çoğu yaşıtı-meslekdaşı gibi yiyor-içiyor, geziyor-tozuyordu.
Yakın bir zamanda, Fikret Şeneş' in evinde, bir röportaj sırasında eskilerden konuşurken, söz Gönül Turgut' tan da açıldı ve Fikret Şeneş moda dergilerinden birini açarak 'bakın bu yakın bir zamanda yayınlandı' deyip Gönül Turgut' un bir fotoğrafını gösterdi bize. 'Açılışlar-davetler' in birinde çekilmiş bir fotoğraftı bu ve hala çok güzel, çok şık bir Gönül Turgut gülümsüyordu fotoğrafta.
Meşhur ve kıymetli, bu tamam. Buna itiraz etmek zor. Ama Ebcioğlu ve benzerlerinin, mesela Sezen Cumhur Önal, Bora Çakır, Bülent Pozam, Aykut Sporel ver benzerlerinin, 60’ların tamamını “kafiye de kafiye” diye geçirdikleri de kesin. Evet, yaptıkları işte hece sayısı da, orijinal şarkı ile yakalanması gereken ses uyumu da, onları buna mahkum etmekteydi muhakkak. Yabancı şarkıları Türkçeleştirmeye niyetlenmişseniz ve üstelik elinizde-önünüzde fazla da (hatta Ebcioğlu’nun durumunda hiç) örnek yoksa, ne yapabilirdiniz ki?
Çağımızın bilge adamlarından birisi Yaşar Kurt. Uzun bir süredir, doğru bildiklerini, korkmadan çekinmeden yüksek sesle dile getiriyor. Gökalp Baykal, Rashit ve üç – beş başka isimle birlikte, müzik piyasamızın en radikal isimlerinden biri de aynı zamanda. “Sokak Şarkıları” adlı ilk albümünü yaptığı günden beri böyle bu. 90 ortalarında yayınlanmış bu albüm ile, Yaşar Kurt; bu dünya ile başı bir ya da birkaç şekilde başı belada olan herkese tutunacak bir dal uzatmıştı
Giannis Parios, Yunanistan’ın en güçlü şarkıcılarının başında geliyor. Ama şarkıcının bu ünü ve popülerliği, her niyeyse, bugüne kadar sınırı aşıp bize gelemedi. Belki de, Parios’un en iyi olduğu zamanların, artık bizim Yunan müziğine burun kıvırıyor olduğumuz 70 sonları – 80 başlarına denk geliyor olmasındandır... Yeni Türkü, 1983 yılında, (Murathan Mungan’ın yazdığı sözlerle) Manos Loizos’un şarkılarından “Telli Telli”, “Maskeli Balo” ve “Olmasa Mektubun” gibi üç ağır hit çıkardığında ise, biz dinleyiciler değil ama, müzik piyasasının içindekiler derhal ellerini bu bir zamandır ihmal edilmiş ülkeye atmış ve şarkıları alıp Türkçeleştirmek konusunda yarışır olmuştu.
Melih Kibar ismini, aşağı yukarı herkes, 1975 Eurovision elemeleri ile duydu. Herkesi çok fazla heyecanlandırmış elemelerin sinyal müziği olan “Çoban Yıldızı” nın bestecisi olarak kısa bir zamanda nam salmıştı Melih Kibar. “Çoban Yıldızı”, plak olarak da basılmış, yarışan, dereceye giren, hatta birinci olan şarkılar kadar da satmıştı. Bu başarının üzerinden çok geçmeden; Melih Kibar, daha önce yolları “Şoför Mehmet” ile kesişmiş bulunan Erol Evgin ve Çiğdem Talu ile bir araya gelmiş, bu üçlü, tıpkı Nükhet Duru – Cenk Taşkan – Mehmet Teoman takımının yaptığını yaparak, birbirinden başarılı şarkı ve plakları arka arkaya önümüze sürmeye başlamışlardı.
Evet, yılın ve dolayısıyla 2024 sinema sezonunun son ayındayız. Aralık… Yıl sonu listelerimizi hazırlamaya başladık bile… Kalabalık vizyon haftaları ise son hız sürüyor. Beşi yerli yapım olmak üzere toplam on bir yeni film merhaba diyor Aralık ayının ilk vizyon haftasına! Adam Elliot imzalı stop-motion animasyon ‘Memoir of a Snail / Bir Salyangozun Anıları’ ve başrolünde Sylvester Stallone’nin yer aldığı suç öyküsü ‘Armor’, haftanın notlarımız arasında geniş olarak yer alan yeni yapımları!
Çeyrek yüzyılı aşkın, başta pop olmak üzere müziğin tarihini tutan, radyo programları üreten, kitaplar, eleştiriler yazan, plaklar çalan Naim Dilmener bu uzun yürüyüşün Gazete Pazar ile Radikal adımlarında kaleme aldığı yazılarıyla, müzik serüvenimizden önemli ve değerli isimleri bizlerle paylaşıyor.
‘Mukadderat’ eşini kaybettikten sonra bir tür varoluş mücadelesine giren 60’larındaki Sultan’ın yerleşik değerlere, erkek egemen kültüre, kendisini yok sayan düzene karşı ayakta kalma serüvenini anlatıyor. Erdi Işık’ın otobiyografik unsurlar içeren hikâyesinden Nadim Güç’ün çektiği yapım bu yıl Antalya Altın Portakal’da En İyi Film, En İyi Kadın Oyuncu ve En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu ödüllerini kazanmıştı. UĞUR VARDAN (HÜRRİYET/ 01.12.2024)
Gündemdekilere ve vitrindekilere aldırmadan upuzun sinema tarihinden cımbızla seçilen hoş filmler, insan kokan öyküler, gözden kaçanlar, ıskalananlar, pamuklara sarılması gereken mütevazı başyapıtlar ve diğerleri Hilal Çetinder’in kaleminden Film Makarası’nda…
Ekim ayındaki bir festivalin izlenim yazısı, Aralık’ın ilk gününde geliyor. Biraz geciktik, farkındayım ama üst üste festivaller, özel gösterimler ve vizyonda çok sayıda film olunca, böyle oldu. Ama bu filmlerin büyük çoğunluğu halen vizyon tarihini ya da platformlarda gösterilecekleri zamanı bekliyor. O anlamda gecikmiş sayılmayız. O halde, Filmekimi’nin Ankara ayağında izlediğim 15 filme buyurunuz.
Metin Özülkü'yle 90'ların iz bırakan şarkılarına zamansız bir yolculuk bugün 22.45'te TRT Müzik'te. Bu bölümün konuğu Aşina.
Yeni fotoğrafı görmek, müzikseverlerin beğenisinin ne kadar değiştiğini öğrenmek için yerli rockta ‘bütün zamanların en iyileri’ni sinemamuzik.com okurlarına ve müzik eleştirmenlerine sorduk. İlginç liste çıktı ortaya:
Her biri meslekte en az 20 yılı devirmiş müzik yazarlarımızın saptadığı yerli grupların ‘şeref tablosu’nda Moğollar, Bulutsuzluk Özlemi ile ‘orta yaş’a dayanmış akranlar mor ve ötesi ile Duman gözüküyor. Hemen enselerinde Kurtalan Ekspres ile Dervişan yer alıyor. Bir alt basamakta ise, az zamanda çok iş yapmış Hardal ve Mazhar Fuat Özkan bulunuyor. Aslında gözler Mazharlar’ı daha üstte arıyor da, ‘ticaret’in dozunu kaçırmak bazen böyle sonuçlara neden oluyor.
Sinemamuzik.com, bir çoğu Altın Portakal’da jürilik de yapmış sinema yazarlarına sordu: ‘Antalya Altın Portakallı en iyi film hangisi’?... Birinciler listesinde ‘kortej’e çıkan ve bütün zamanların Altın Portakal birincilerini değerlendiren 31 sinema yazarının katıldığı araştırmada, Zeki Ökten’in 1980 tarihli Sürü filmi 213 puan toplayarak birinciliği kazandı. Sürü’yü 204 puanla Muhsin Bey (Yavuz Turgul) ve 192 puanla Uzak (Nuri Bilge Ceylan) izledi.
Sinemamuzik.com sinema yazarlarına sordu: ‘İlk uzun filmini 21. yüzyılda çeken en iyi 10 yerli yönetmen kim?... 30 sinema yazarının katıldığı araştırmada bol ödüllü Emin Alper 195 puan toplayarak birinciliği kazandı. Alper’i 145 puanla Pelin Esmer ve 136 puanla Özcan Alper izledi. Emin Alper'i 27 sinema yazarı listesine alırken, Pelin Esmer’e 25, Özcan Alper’e 20 listede yer verildi. Bazı popüler isimler ön sıralarda yer alamadı.
Timur Selçuk'un Adam Sanat dergisinde yayınlanmış müzik yazılarının bir araya getirildiği Sana Dün Bir Tepeden Baktım Aziz Türkiye - Müzik Yazıları - 1 kitabı Eksik Parça Yayınları etiketiyle satışa çıktı. 256 sayfalık yapıt için Turgay Fişekçi şunları yazmış:
Türkiye´nin büyük kentlerinde yayında olan radyo kanallarının geniş listesi
Genç yaşına karşın uzun yıllardır rap müzikle uğraşan ´sinemamuzik.com´ okuru Emre Onaran sitemiz için şarkı yazdı. Yapıtını arkadaşı Uygar´la (Ragyu) birlikte seslendiren Emre Onaran´ın (Sürgün) videosu içeride:
Ünlü grupların kuruluş öyküleri, müzik serüvenleri yakından takip edilse de isimlerinin nasıl doğduğu ve koyulduğu pek bilinmez. Meraklısı için ilginç bir liste hazırladık:
Popüler orkestralar ile grupların Türkiye serüvenini ‘Günlerin İçinden Canım’ / 100 Yıllık Türkiye Popüler Orkestralar ve Gruplar Tarihi (1923-2022) adlı internet sitesinde anlattım.