‘Eurovision Kraliçesi’ olarak da kabul edilen Helena Paparizou’nun son albümü “Iparhi Logos”u ise (bu sefer Şemsettin Göktaş farkıyla) Sony&BMG sundu piyasaya. Double bir albüm bu ama tek disk fiyatına satın alınabilmekte. “Gigolo” ile açılıp, albüme ismini veren “Iparhi Logos”un bir remix’i ile kapanan albüm, Antigue adlı grup ile kendini gösterebilme imkanını bulmuş Paparizou’nun, ülkesinde neden ‘pop kraliçesi’ olarak genel kabul gördüğünü çok iyi bir şekilde gösteriyor.
Ajda Pekkan sevgisinin, yalnızca şarkı ve albümlerle sınırlı kalması mümkün değil elbette; sayısı epeyce olan filmler de, her Ajda Pekkan hayranının ilgi alanına giriyor. Benim de öyle. Televizyonda denk geldiğinde hiç kaçırmam bu filmleri, defalarca seyretmiş olsam bile bir daha bakarım. Eşi benzeri olmayan bir eğlence sunmakta bu filmler; üstelik Superstar, büyük bir kısmında şarkı söylemeyi de ihmal etmemiş, çoğunlukla plak haline gelmemiş şarkılar...
Müzik dünyamızın küçük ama çok önemli-farklı firmalarından Anadolu Müzik, kapılarını bu toprakların en ‘dört dörtlük’ müzisyenlerinden Ali Ekber Çiçek’e bir zaman önce açmış ve “Yolumuz Gurbete Düştü” adlı olağanüstü güzellikte ‘arşiv’ albümü yayınlamıştı. Daha çocuk yaşta ‘bağlama’ya gönül veren, geçen zaman ile birlikte bu ‘sihirli’ enstrümanın üstadlarından, bilir kişilerinden biri haline gelen Ali Ekber Çiçek, yıllar yılıdır bütün benliği-gücüyle yalnızca ‘müzik’ için çalışmakta, çabalamakta.
Yazdığı-söylediği her ama her satır ile, dinleyicisinin ruhuna sızabilmiş bir ozandır da; bu nedenle, dinleyicisi Ferah’ın daima peşindedir; O neredeyse onlar da oradadır. Giderler, dev pankartlar açarlar, tezahürat yaparlar; her ama her şarkıya haykırırcasına eşlik ederler. Ve bu son albüm de, bütün bunları rahatlıkla yapabilecekleri şarkılarla kaynıyor. Şimdiden net bir biçimde görülebiliyor; Ferah’ın ilk konserinde, salonu tıklım tıklım dolduranlar hep bir ağızdan şöyle haykırıyor olacaklar: “Benim adım orman, örtü yaptım yapraklardan, serdim herkesin üstüne, biz hepimiz uyuduk bittik yalnızlıktan…”
Yeni albümde Mirkelam’da alıştığımız, sevdiğimiz ne varsa mevcut. Ama Mirkelam bu, onda hiç kendini tekrar edecek göz var mı, onda alıştığımız ve sevdiklerimizin hepsini bambaşka bir yapının içine tek tek, ince ince yerleştirmiş. Bir hikaye anlatıyor bu sefer, hem de “giriş-gelişme-sonuç” gibi klasik bir yapıya bağlı kalarak. Hikayenin yapısı klasik ama içi/içeriği ancak Mirkelam’dan beklenebilecek kadar farklı; esprili, şakalı, başta kendisiyle olmak üzere herkesle kafa bulmalı, bazen vur patlasın çal oynasınlı, ama aynı zamanda (bir yerlerinde ambülans talep edecek kadar) kavgalı/gürültülü.
Ülkemizin en köklü firmalarından Odeon, “Ve Tanju Okan Sahnede” adlı bir albüm yayınlayarak sanatçıyı ölümünün 15. yılında anıyor. 1996 yılının Mayıs ayında kaybettiğimiz Tanju Okan, (kimselerin şüphe etmediği gibi) memleketin gelmiş geçmiş en güçlü seslerinden biriydi. Pop müziğimizin emekleme döneminde müzik piyasasına dahil olmuş ve büyük bir kafa karışıklığının yaşandığı o yıllarda, güçlü sesine ilaveten sağlam sezgileriyle de bu akımın yükselmesine katkıda bulunmuş Tanju Okan’ın son yayınlanan albümü, stüdyo değil “canlı” kayıtlardan müteşekkil.
Türk popunun 90’lı yıllarının ikinci yarısının Mete Özgencil imzası ile dolu olduğu rahatlıkla söylenebilir. Genellikle basitliğin, bayağılığın, laçkalığın hakim olduğu bu piyasayı, elden geldiğince daha üst bir noktaya taşımak isteyen çok az sayıda insandan biri oldu Mete Özgencil. Bu az sayıda insanın da en şanslılarından biriydi ama. Beş parmağında on beş marifet olanlardandı sanatçı, bu nedenle de, birden fazla alanda düşündüklerini gerçekleştirebildi. Beste yaptı, söz yazdı, klip çekti, proje üretti, başkalarınca üretilmiş projelere el atıp derleyip toparladı, akıl verdi fikir verdi...
Tıpkı Belkıs Özener gibi Handan Kara da, şarkı söylermiş gibi yapan ama aslında söyle(ye)meyen Yeşilçam’ın star’larının yerine şarkı söyledi. Onlar sahnede afili afili durur ve her türden ışık onları aydınlatırken, Kara ve az sayıda benzeri onlara ses, aslında “hayat”, hatta “can” verdi. Az sayıda star ama çok sayıda iyi ses ya da iyi şarkıcı varken, Yeşilçam’ın dönüp dolaşıp neden Handan Kara, Belkıs Özener ve bir iki başka isme takılı kaldığı merak edilebilir. Cevap bir muamma ya da belirsizlik değildir. Cevabın mühim bir bölümü, “alçakgönüllülük” ile ilgilidir. Öyle ya; ortada yaygın miktarda şan/şöhret, çokça para ve mebzul miktarda kamera/ışık/neon varken, kim ya da kaç kişi bunların tamamına aldırmaksızın stüdyolara koşturur ve sessiz sedasız şarkılarını söyleyip çıkabilirdi ki?
Alexiou’nun Türkiye konserlerini büyük bir başarıyla organize etmiş (ve aynı konserleri önümüzdeki yaz mevsiminde de tekrarlayacak olan) Mustafa Oğuz (Most Production) “Sen erken gel” demişti bana toplantıyı haber verdiği gün, “Toplantı öncesi Haris ile özel bir sohbet yaparsın!”. Mustafa Ağabey, Haris Alexiou’ya ne kadar düşkün olduğumu biliyor. Ağzım kulaklarımda gittim Pera Palas’a, taptığım bir star’ı bir kere daha görecek, üstelik işi bu kadarla bırakmayarak onunla özel bir röportaj da yapacaktım.
“Şimdi Ve Sonra” adlı (kapak tasarımı da bir sanat eseri seviyesinde olan) yeni albümleri ise, bütün bu bildiğimiz durumun ötesine taşıyor. Sözcüğün mutlak anlamıyla “yeni”, yepyeni şarkılarla çıktılar karşımıza. Bir yandan, o paha biçilmez sound’larına hala çok sadıklar. Ama bir yandan da, (hepimiz ya da çoğumuz gibi) yeni çağın basiretsizliğini, kaypaklığını, sentetikliğini kavramış ve karşısında nasıl durulabileceğini keşfetmişler.
1973 yılından beri bizi değişmeye zorlayan, her şeyi olduğu ya da göründüğü gibi değil de sağını, solunu, altını, üstünü kurcalayarak kavramamızı öğütleyen İlhan İrem “Cennet İlahileri” ile yeni bir tepe noktasında!.. Yola 1973 yılında “bütün ellerin birleşmesi,” gibi naif ötesi bir duygu ile yola çıkmış, geçen zaman içinde hem kendisi değişmiş hem de dinleyicisini eğitmiş ve değiştirmiş (ve bir ‘bilge adam’ olarak kabul edilip bağırlara basılmış) sanatçı, artık bir parça daha ‘sakin’. İlhan İrem’in müzikal yaşamının kırılma noktası, 80’li yılların başına denk gelir. İrem o yıllarda, yeni bir başlangıç yapmak için eski defterleri dürmek gerektiğini düşünmüş ve hesabı “Bezgin” albümünün üzerinden görmüş, halletmişti.
Anna Vissi, geçtiğimiz yaz iki single ile yokladı ortalığı. Her zamanki gibi, yalnızca Yunanistan için yapılan “Agapi Ipervoliki”, Temmuz ortalarında yayımlandı ve deli gibi bekleyen Anna Vissi hayranları tarafından kapışıldı. Avrupa için yapılan ve 16 Kasım’da satışa sunulmuş olan “Everything I Am” adlı İngilizce albümün ilk ‘single’ı olan aynı adlı şarkı da, bu Yunanca ‘single’dan yalnızca bir-iki hafta sonra piyasaya verildi.
Türk popunun kraliçelerinden olan Nilüfer, piyasaya bir “prenses” sunmaya gayret etmektedir. Bu uğurda, o güne kadar pek fazla bulaşmadığı işlere bile girişecektir. Prodüktörlük yapacak, söz yazacak, hatta beste yapacaktır. Yaptıklarını da, canını dişine takarak sunacaktır bizlere. Asya’nın her albümünü, kendi imkanlarını kullanarak tanıtacak, kendi ekibini sakınmadan bunun için seferber edecektir.
Ada Müzik, Zülfü Livaneli’nin külliyatını, “Bütün Eserleri” adı verilen bir başlık altında ve bir plan dahilinde geçen yıl yayınlamaya başlamıştı. “İlk Türküler (1971 – 81)” adlı ilk albümü, bu yıl da iki albüm daha takip etti: “Nazım Türküsü” ve “Merhaba”. Ecevit’in hala bir ‘umut’ olmayı sürdürdüğü 1978 yılında yayınlanan ve tamamı Nazım Hikmet’in şiirlerinden oluşan “Nazım Türküsü”, kısa bir zaman içinde herkesin gönül verdiği bir albüm olmuştu.
Müzik dünyamızın köklü firmalarından Yavuz Plak, bir süredir oldukça aktif durumda. Bu firma, tıpkı Odeon’un yaptığı gibi, planlı programlı biçimde 45’lik ve LP’ler üzerinde kalmış şarkıları disklere transfer ediyor, zamanın seline kapılıp yok olmalarını engelliyor. Geçen yıl, başta Emel Sayın albümleri olmak üzere Türk Müziği projelerine öncelik ya da ağırlık veren Yavuz, bir iki hafta evvel hazine, hatta hazine ötesi sayılması gereken üç disklik bir paket yayınladı: “Anadolu Efsaneleri”. Cem Karaca, Edip Akbayram ve Moğollar’ın birer albümünden oluşan bu paket, Anadolu pop (ya da rock) akımını çok ciddiye almış, çok destek vermiş firmalardan olan Yavuz’un paha biçilmez kataloğunun en ışıltılı örneklerinden.
Elimizdeki albüm, Tanju Okan’ın yalnızca belirli bir dönemini kapsamadığı gibi, tarihsel bir akışa da uygun değil. Bu konuda, ne Odeon’un ne de diğer firmaların yapabileceği bir şey yok; ancak telif sorunlarını çözebildikleri şarkıları koyabiliyorlar albüme. Bu nedenle, albümde (bir best of bile olsa) bir tutarlılık, (olabildiği kadar olsun) bir müzikal bütünlük aramak boşuna. Aynı dönemlere ait bir plağın hakları için filanca ile anlaşabiliyorken, bir diğerinde önünüze binbir engel dikiliyor ve sonunda “ne yapalım bunsuz olsun” demek zorunda kalıyorsunuz. Odeon da öyle yapmış.
“Büyük Aşkım” albümü sırasında içine düşülen ağır ‘yaratamama-çıkaramama’ durumu sonrasında yollar kendiliğinden ayrıldı. Kayahan’ın henüz yayınlanan “Kelebeğin Şansı” adlı albümü, bu ağır krizin sürdüğünü göstermekte. Kayahan’ın zengin geçmişinin çok vasat bir tekrarı gibi gözüken bu albümdeki şarkıların hiçbiri ‘yeni’ bir şey söylemiyor. Sözler her zaman söylenmiş olan şeylerin, besteler onlarca benzer örneği olan şarkıların çoğaltılması gibi.
Kutlanacak olan Ayten Alpman’ın “50. Sanat Yılı” ama, aslında sanatçının müziğe girişinin üzerinden çok daha fazlası geçmiş. Yatılı okulda, sınıf arkadaşlarına söylenen şarkıları, İlham Gencer ile buluşulup aileden gizli yapılan çalışmaları saymasak bile böyle bu. Dile kolay: Tamamen müziğe adanmış elli küsur yıl. Bir tıp balosunda sahneye çağrılması, arkasından İlham Gencer ile İstanbul Radyosu’nda başlayan programlar, başta KervanSaray olmak üzere dönemin en önemli gece kulüplerinde başlayan showlar derken, Ayten Alpman, neredeyse tek başına, şu memlekette, Batılı bir müzik rüzgarı estirebilmek için gayret harcamış. Başarmış da.
Nihayet Ayla Dikmen ve şarkıları da CD yüzü görebildi; son albümünün üzerinden 26, bu dünyadan ayrılışının üzerinden 16 yıl kadar bir zaman geçtikten sonra. Buna da şükür. İşimiz plak firmalarına kalsaydı yanmıştık; onlar Dikmen ve şarkılarına dijital çağ’ı çok görebilir, bu kapıyı asla açmayabilirlerdi. “Seninle Sonsuza Kadar” adlı albümü, sanatçının vefakar yeğeni Meltem Çelebioğlu’na borçluyuz. Çelebioğlu, çocukluğunun her anına eşlik edip durmuş bu şarkıların bir albümde toplanmasını yıllardan beri istemekteydi; kısmet bugüneymiş işte, yapıldı-bitti ve Ayla Dikmen yıllar yıllar sonra yeniden bizimle; ya da biz yeniden onunlayız.
Ve Esengül. Albüm bu efsanevi şarkıcının muhteşem şarkısı ile kapanıyor. Esengül’ün uzun yıllar boyunca birlikte çalıştığı ve popüler müziğin bir başka anıt ismi olan Orhan Akdeniz’e ait olan “Taht Kurmuşsun Kalbimde” inanılmaz güzellikte bir şarkı. Çok genç yaşında bir trafik kazası sonucu kaybettiğimiz Esengül’ü sevenler bu albümü hiçbir şekilde kaçırmayacaklar.
Bu hafta Mart 21… Kapıdan baktırıp kazma kürek yaktıran o eski Mart ayları geride kaldı artık. Yine de Mart, martlığını gösterip kısacık da olsa, kış mevsimine son bir selam çakar her yıl! Önümüz ise kıpır kıpır Nisan, Mayıs… Doğa yattığı derin uykudan uyanıyor… İkisi yerli, ikisi yeniden vizyon gören yapım olmak üzere toplam dokuz filme ev sahipliği yapıyor 21 Mart vizyonu.
Çeyrek yüzyılı aşkın, başta pop olmak üzere müziğin tarihini tutan, radyo programları üreten, kitaplar, eleştiriler yazan, plaklar çalan Naim Dilmener bu uzun yürüyüşün Gazete Pazar ile Radikal adımlarında kaleme aldığı yazılarıyla, müzik serüvenimizden önemli ve değerli isimleri bizlerle paylaşıyor.
Dünyayı terk etmek zorunda kalan Mickey Barnes, yeni bir cennet arayışıyla buzul bir gezegene giden koloni gemisinde bir tür deney faresi olarak çalışmakta, ölüm vakalarında yeniden doğarak kaldığı yerden görevine devam etmektedir. ‘Parazit’in yönetmeni Bong Joon-ho’nun son çalışması ‘Mickey 17’, Donald Trump benzeri tiranlara da gönderme yapan, karanlık komedi tadında bir bilimkurgu. UĞUR VARDAN (08.03.2025/ HÜRRİYET)
Gündemdekilere ve vitrindekilere aldırmadan upuzun sinema tarihinden cımbızla seçilen hoş filmler, insan kokan öyküler, gözden kaçanlar, ıskalananlar, pamuklara sarılması gereken mütevazı başyapıtlar ve diğerleri Hilal Çetinder’in kaleminden Film Makarası’nda…
Geçen hafta, Berlin Film Festivali (Berlinale) izlenimlerimize başlamıştık. Kaldığımız yerden devam edelim. Bu hafta bahsedeceğimiz filmler arasında, festivalden Altın Ayı ile dönen ve İstanbul Film Festivali’nde de gösterilecek olan Drømmer, Radu Jude’nin yeni filmi Kontinental ’25, tümüyle yapay zeka ile oluşturulmuş görseller ile yapılmış bir animasyon ve festivalden Teddy ödülü ile dönen, Lesbian Space Princess de var. Haftaya, Berlinale notlarımızın üçüncü bölümü ile devam edeceğiz.
Esra İçöz ile İhsan Güvenç, müzik tarihimizde iz bırakmış eserleri bugün 20.30’da TRT Müzik’te yayınlanacak Senin Şarkın programında icra ediyor...
Yeni fotoğrafı görmek, müzikseverlerin beğenisinin ne kadar değiştiğini öğrenmek için yerli rockta ‘bütün zamanların en iyileri’ni sinemamuzik.com okurlarına ve müzik eleştirmenlerine sorduk. İlginç liste çıktı ortaya:
Her biri meslekte en az 20 yılı devirmiş müzik yazarlarımızın saptadığı yerli grupların ‘şeref tablosu’nda Moğollar, Bulutsuzluk Özlemi ile ‘orta yaş’a dayanmış akranlar mor ve ötesi ile Duman gözüküyor. Hemen enselerinde Kurtalan Ekspres ile Dervişan yer alıyor. Bir alt basamakta ise, az zamanda çok iş yapmış Hardal ve Mazhar Fuat Özkan bulunuyor. Aslında gözler Mazharlar’ı daha üstte arıyor da, ‘ticaret’in dozunu kaçırmak bazen böyle sonuçlara neden oluyor.
Sinemamuzik.com, bir çoğu Altın Portakal’da jürilik de yapmış sinema yazarlarına sordu: ‘Antalya Altın Portakallı en iyi film hangisi’?... Birinciler listesinde ‘kortej’e çıkan ve bütün zamanların Altın Portakal birincilerini değerlendiren 31 sinema yazarının katıldığı araştırmada, Zeki Ökten’in 1980 tarihli Sürü filmi 213 puan toplayarak birinciliği kazandı. Sürü’yü 204 puanla Muhsin Bey (Yavuz Turgul) ve 192 puanla Uzak (Nuri Bilge Ceylan) izledi.
Sinemamuzik.com sinema yazarlarına sordu: ‘İlk uzun filmini 21. yüzyılda çeken en iyi 10 yerli yönetmen kim?... 30 sinema yazarının katıldığı araştırmada bol ödüllü Emin Alper 195 puan toplayarak birinciliği kazandı. Alper’i 145 puanla Pelin Esmer ve 136 puanla Özcan Alper izledi. Emin Alper'i 27 sinema yazarı listesine alırken, Pelin Esmer’e 25, Özcan Alper’e 20 listede yer verildi. Bazı popüler isimler ön sıralarda yer alamadı.
İletişim yayınları etiketiyle satışa çıkan kitapta müzik yazarı, eleştirmen, programcı Murat Beşer, Türk müziğinin zarif sesi Nesrin Sipahi’nin yaşamı ve sanat serüvenini ayrıntılarıyla anlatıyor. Kitap, Yeşilköy’de başlayan çocukluğun, radyolardan plak kayıtlarına, turnelerden gazinolara uzanan başarı öyküsüne dönüşümü kadar Sipahi’nin bilinmeyen yönlerini de ortaya koyuyor. Nesrin Sipahi-Sahnelerin, Radyoların, Plakların Hanımefendisi aynı zamanda bir dönemin kültürel portresi.
Türkiye´nin büyük kentlerinde yayında olan radyo kanallarının geniş listesi
Genç yaşına karşın uzun yıllardır rap müzikle uğraşan ´sinemamuzik.com´ okuru Emre Onaran sitemiz için şarkı yazdı. Yapıtını arkadaşı Uygar´la (Ragyu) birlikte seslendiren Emre Onaran´ın (Sürgün) videosu içeride:
Ünlü grupların kuruluş öyküleri, müzik serüvenleri yakından takip edilse de isimlerinin nasıl doğduğu ve koyulduğu pek bilinmez. Meraklısı için ilginç bir liste hazırladık:
Hemen her öğretmenin, okul müdürünün maratona benzettiği hayatın henüz başında biri Lezzet. Başka bir deyişle; böğürtlenli, limonlu, çilekli, çikolatalı, vişneli, karamelli, karadutlu dondurmalardan henüz tatmadı, sadece vanilyalının tadını biliyor. Onunla tanışmak için sayfaları çevirmen yeterli. Çelişki Bilmez Lezzet’in Geçmiş Zaman Maceraları Uğur Vardan’ın çocukluk anılarından yola çıkarak yazdığı öykülerden oluşuyor.
Popüler orkestralar ile grupların Türkiye serüvenini ‘Günlerin İçinden Canım’ / 100 Yıllık Türkiye Popüler Orkestralar ve Gruplar Tarihi (1923-2022) adlı internet sitesinde anlattım.
50. yaşını kutlayan albümlerin, yayınlandığı dönemde yarattıkları heyecan, uzunçaların kulaklardaki doygunluğu, yeni yeni piyasaya çıkan kasetlerin sunduğu kolaylık, bugünün dijital ortamında unutulmuş plakların önemi müzik camiasının en tatlı muhabbetlerden biri bu yıl. Doğum günü pastaları 50 mumla adeta yangın yerine dönmüş, eskimeyen, çoğu klasikleşen albümler arasında gezintiye ne dersiniz?