‘TEK TAŞ’IMIZI KİM ALSIN?
Nil (Karaibrahimgil ya da ‘özgür kız’) “Tek Taşımı Kendim Aldım” diye çıktı ortaya bu sefer de ve (başta ‘yuva yaşında’ çocuklar olmak üzere) herkesin diline dolandı yeniden. Çoğu insan, ilkokul günlerinin o (“beş-pa-ra-ver-beş-pa-ra-yok-sa-on-para-ver” tempolu) ‘trampet’li günlerine döner gibi oldu. Apansız, birden bire… O uzun ve sıkıcı ‘yürüyüş’lerin, kutlamaların, şiirlerin, günün anlam ve önemini belirten bunaltıcı ‘müdür’ya da öğretmen konuşmalarının hepsi birden sökün etti. Bir kısmımız, o günleri (“Allaha bin şükür!” diyerek) atlatmış olmamızın güven duygusuyla “Pırlanta”ya daha bir keyifle sarıldık, Nil’i bir kere daha bağrımıza bastık. Bir kısmımız ise (başta ‘ilkokul’ çağına bile henüz gelmemiş çocuklar olmak üzere) şarkıyı hemen, hatta anında ezberleyebilmiş olmanın coşkusuyla bağıra çağıra eşlik etmeye başladık: “Sağ eller havaya, pırlantalar buraya…” (Kısaca) Nil, bunu her seferinde yapabiliyor. Her albümüyle (akbabalı ya da akbabasız) bir ya da iki hit çıkarabiliyor ve bütün memleket aynı şarkıyı söylemeye başlıyor.
Onun şarkıları (‘XL’ gelmesi bir yana) tam oturuyor üzerimize; seviyoruz-söylüyoruz. Kimi ‘nekes-sıfırcı-problemli-çamur’ eleştirmenler Nilella’yı ‘müzik dışı kategori’ ilan etti ama ne gam; Nil (‘talih kuşu’ misali) çat orada, çat Alaçatı’da gezip-ötüp durmakta, ‘eleştirel slogan’ını patlatmakta: “Pırlanta gibi bir kalp lazım bana…” İlk albümü “Nil Dünyası”ndan beri (ki, bu albümün İdeefixe’teki not ortalaması, 10 üzerinden 3,33; sitenin üyeleri, bir albüm için bir kereden fazla da not veremiyorlar!) hep aynı ikilemde bıraktı (en azından aklı başında) dinleyicileri: “Bu kız ciddiye alınmalı mı, alınmamalı mı?”
İlk albüm adı üstünde bir ilk albümdü işte; geçer gider ve biz sanki hiç Nil’imiz olmamış gibi hayatımızı sürdürmeye devam edebilirdik. Ama Nil işi o noktada bırakmadı, yaptıkça yaptı, çalıştıkça çalıştı. Bu nedenle, artık basit ya da baştan savar bir biçimde “Müzik dışı kategori…” deyip sıfırı basmanın imkanı (ya da anlamı) kalmadı. Bu en azından (bütün bu macerada Nil’in hemen yanı başında olan) sıkı müzisyen Ozan Çolakoğlu’na hakaret (ya da ayıp) olur. Çolakoğlu, Nil’in son derece basit, son derece Özal Kuşağıvari ‘dünya’sını, kulak verilebilir-dinlenebilir bir noktaya çekmeyi başardı. Evet, “beş-pa-ra-ver…” ve benzeri ritmlerin üzerine oturuyor çoğu şarkı ama işin bir de diğer yanına bakmak lazım. Çolakoğlu olmasa, Nil yine (ve mutlaka: kim meşhur ve ünlü bir şarkıcı olma ihtimalini elinin tersiyle itebilir ki?) olacaktı, yine dillere dolanacaktı. Ve belki de (Çolakoğlu’nun elinin değmediği) o şarkılar bir Aysu Baceoğlu ya da Gizem Özdilli şarkıları kadar ‘şarkı dışı’ bir kılıkta olacak, kulağımızı tırmalayacak, bizi doğduğumuza pişman edecekti. İşte bu nedenle Ozan Çolakoğlu kontrolünde bir Nil varsın olsun. Olsun ama albümlerin kapağına sadece onun adı yazılmamalı: “Nil-Ozan Çolakoğlu” yazılmalı artık, ya da “Nil ve Ozan”, ya da “Nil ile Ozan”. Ya da buna benzer bir şey işte; Özal kuşağının pırlantacıları bu konuda daha yaratıcıdır, “Biz Meral-Zuhal gibi bir şey miyiz ki?” diye dertleneceklerse daha yaratıcı bir isim mutlaka bulabilirler.
ÇIPLAK SES
Gelelim ‘manken kızlar korosu’na. Birkaç ay evvel, Seray Sever’in ‘çıplak ses’i bir biçimde birilerinin eline geçti, yayınlandı-duyuldu ve herkes birden Sever’e vurmaya başladı: “Aman Allahım bu ne biçim bir ses?” İyi ama, on on beş yıl kadardır dinlediklerimiz (en azından bir kısmı) Sever’den çok mu farklıydı?
Biz Yonca Evcimik, Serdar Ortaç, Mustafa Sandal ve benzerlerinin ‘çıplak ses’ini dinlemiştik de mi bu konuda bu kadar ‘usta usta’ konuşabiliyor, bu kadar kıyıcı olabiliyorduk? Hem Seray Sever’den sonra albüm (ya da single, ya da ikisinin arası bir şey) yayınlayan Gizem Özdilli ve Aysu Baceoğlu’nun ‘çıplak ses’leri neden ortada değil? Neden dinleyemiyor ve Sever (ya da Banu Alkan) ile karşılaştıramıyoruz? Şunu günümüzün bir gerçeği olarak kabul edip rahata erelim artık: (Şarkı söylemeye niyetlenmişlerde en başta aranması gereken) ‘ses güzelliği’ artık ille de aranan-sorulan bir özellik değil! Çok komik ama, ne yazık ki şarkı söyleyebilmenin şartlarından biri sayılmıyor bu artık.
Kısmen kayıt imkanlarının gördüğü yeni tepe noktası, kısmen de dinleyicinin böyle bir özelliği artık iplememesi (çünkü bu şart aranmaya devam edilirse, dinleyicinin bizzat kendisinin, günün birinde şarkıcı olma hayali yerle bir olacak) nedeniyle sağımız solumuz, sesinin güzel olup olmadığı bir yana, sesinin olup olmadığını bile sorgulamaz olduğumuz birileriyle kaynamaya başladı. Bu çocuklar, bazen (albüm ve klip sonrası gelecek ‘extra’ teklifleriyle zaten amorti edilecek) kendi imkanları, bazen de kısaca ‘sponsor’ olarak anılan birilerinin paralarıyla piyasaya dalıyor ve ‘seri imalatçı müzisyen takımı’nın herhangi birine yazılıp, “Yaptım-ettim-oldu!” diyerek karşımıza dikiliyor. Aslında yapılan-edilen-olan bir şey yok. Dönmeye başlamış albümden ‘ses’ çıkmıyor çünkü; volumü yükseltiyor da yükseltiyor ve ancak bir ‘hırıltı’ duyabiliyoruz.
‘Seri imalatçı’ bile olsa, müzisyenlerimizin ‘el emeği göz nuru’ çabaları-buluşları nedeniyle ilginç bulunan-görülen birkaç nokta dışında, tek yapılabilen “Siz yolunuza, biz yolumuza…” deyip can havliyle ‘stop’ düğmesine dokunmak oluyor. Böyle oldu artık; kimse kimseye “Sen otur, yapma, söyleme!” diyemiyor, dense bile dinleyen yok. Dinlemiyorlar, (başkaları söylese belki işe yarayacak) deste deste şarkıları heder ediyorlar, (başkaları girip biraz çalışsa belki çok iyi şeyler yaratacak) stüdyoları işgal ediyorlar.
Baş sorunumuz bu gibi gözüküyor: Sesi olmayan şarkıcılarımız ile sonumuz ne olacak? Ve ardından bir başka ‘hayati soru’: ‘Tek taş’ımızı kim alsın? Hadi biz aldık ya da birilerine aldırdık diyelim; peki kim taksın? Aslında biz ‘takalım’ bunlara… Ya da hiç takmayalım. Bırakınız yapsınlar-gitsinler-gelsinler-geçsinler. Devir onların devri. Ama usul usul beklemekten de vazgeçmeyelim: “Gün gelecek, bu isim ve şarkıların hiçbiri hatırlanmayacak!” diye düşünerek biz doğru bildiğimizi okumaya (ya da dinlemeye) devam edelim.
BULURSANIZ KAÇIRMAYIN
Demet Akalın’ın “Unuttum” adlı şarkısı
Nil Karaibrahimgil’in (ve Ozan Çolakoğlu’nun) “Bütün Kızlar Toplandık” adlı şarkısı
Başta “Tanrı Bilir Kul Bilmez” olmak üzere, Mine Kürkçüoğlu’nun bütün şarkıları
Başta “Neşeli Günler” olmak üzere, Lale Belkıs’ın her şeyi
SAKIN YAKLAŞMAYIN
‘Tek’ ya da çok taşlılar
Gizem Özdilli, Aysu Baceoğlu gibi (belki ‘güzel’ ama şarkı söyleyemen) ‘manken kız’lar
KEŞKE OLSA
Lale Belkıs’ın bir ‘best of’u
KEŞKE OLMASA
Daha fazla ‘manken’, daha fazla ‘sessiz’, daha fazla ‘lüzumsuz’ şarkıcı
NAİM DİLMENER