NAİM DİLMENER'LE GEÇMİŞ ZAMANIN İZİNDE

İLHAN İREM YILLAR SONRA KONUŞTU

23 Ekim 2022 Pazar 20:42
NAİM DİLMENER'LE GEÇMİŞ ZAMANIN İZİNDE

Müzik dünyasına 1973 yılında giriş yapan İlhan İrem, tam otuz yılı geride bıraktı. Her evresi büyük başarılarla dolu bu otuz yıl, geçenlerde yayınlanan “Işık Ve Sevgiyle 30 Yıl” adlı albüm ile taçlanmış oldu. Müzik dünyamızın  bu en aykırı, en yenilikçi ismi, otuz yılın olağanüstü bir özetini yeni albümüne taşımış. Yürek yaralıyıcı dizelerle örülmüş ilk dönem şarkılarından, bu ülkede müziğin doruk noktaları sayılması gereken son dönem yapıtlarına kadar bütün köşe taşları bu son albümde yanyana durmakta. Yıllar yılıdır kapalı kapılar arkasında duran, çalışmalarını gözlerden uzak sürdüren İlhan İrem, sessizliğini Radikal için bozdu ve bize “30 Yıl”ı anlattı.

-“Işık ve Sevgiyle 30 Yıl”, epey bir zamandır yayınlamayı sürdürdüğünüz “best of” serisinin yeni bir halkası. Ama galiba bu sefer “bir arşiv yayınlama” niyetinden daha fazla şeyler de var. Müzikte otuzuncu yılınızı kutluyorsunuz. Albümün belki de yayınlanıyor olmasının en önemli nedeni bu…
 
 . “İsrafil  sur’a  üfledi
     O ilahi  ses !
     ve  gözleri  kamaştıran  nur !
     Kum  yığınları  titredi.
     Kristal  Kanatlı  Efsane  Kuş
     çığlıklarla  doğdu  küllerin  arasından
     HERŞEY  ŞİMDİ  BAŞLIYOR.”

 “Işık ve Sevgiyle 30 Yıl” albümü,  aynı  anda  hem  geçmişe,  hem  geleceğe  açılan  kapıdır.
Müzikal  serüvenimde,  Dönüşen,  sürekli  yenilenen  bir  çağrı  enerjisi  var.
Dönüşürken  değişmeyen,  kendi  üzerine  birikip,  patlamalarla  yayılan,  tarifsiz  ışık  gösterisi...
Kainatın  bütün  devinimleri  gizemli  bütünlük  içinde.  Karanlıklar,  renkler,  notalar,  şiirler  birbirleriyle  ilintili  olarak  inanılmaz  güzellikteki  resmi  oluşturuyor.
O  tabloyu  ilk  kez  görüp  duraksadığımda  bir  dokunuş  oldu !
Sonsuz  bir  uçurumdan  boşluğa  yuvarlandım...
Seyrettiğim  derinliğin  parçası  oldum.
Çok  uzun  savruluşlardan  sonra,  “yerin  olmadığını”  farkettim.
Uçuyordum !
Uçuyoruz...
İlahi  bir  rüzgarın  kanatlarındayım...
Yapabileceğim  hiçbirşey...  Şarkılarımdan  başka  anlatabileceğim  hiçkimsem  yok !
30  Yıl !  Bir  kelebek  ömrü...
Kozmik  takvimdeki  karşılığı,  üç  saniye  kadar...
Üç  saniyede  üçbin  beste  yaptım !
Yazdıklarımın  yüzde  onunu  yayınlayabildiğim  bir  dönem  bitiyor.
Uzun  ve  zorlu  bir  yolculuk  başlatacağım...
Her  dönüşümde  olduğu  gibi...  Benimle  kanat  çırpanlar  ve  geride  kalanlar  olacak !

 

-En başa dönersek: Yıl 1973. Gencecik bir çocuk, Bursa’dan kalkıp İstanbul’a gelme cesaretini gösteriyor. Cebinde yalnızca şarkılar var… Nasıl bir güven duygusudur bu?

.Gün  doğuyordu...
Yalova  Vapurunun  güvertesindeki  simitçiyi  hatırlıyorum.
Çilli,  mavi  gözlü  bir  göçmen  çocuğuydu.
Martıları  beslemiştik.
Gemi  hareket  ettiğinde,  “Birleşsin  Bütün  Eller” in  stüdyosundan  çıkmıştım.
“Yazık  Oldu  Yarınlara” ,  “Anlasana” ...   Tüm  altın  plaklar  alınmıştı...
Gece  perisine  aşık  olmuştum...  O,  “Dua” yı  yazmış...  “Işık  ve  Sevgiyle”  albümünün  kapağını  görüntülemişti.
Zaman  yok !   Herşey  içiçe...  Arzularımız,  hissettiklerimiz,  düşlerimiz  gerçektir...
Kendi  evrensel  kurgularımızı  yaşıyoruz...  Dünya  gözüyle !

 

-“Olmazsa olmaz, Bursa’ya geri dönerim” diye  düşündünüz mü yola çıkarken, yoksa kendinize ve şarkılarınıza güveniniz tamdı ve “Mutlaka başaracağım” diye mi düşünüyordunuz?

.“Yeraltından  Fısıltılar”  geliyor !
Duyargaları  kirlenmemiş  herkes  duyabilir...
Çağrılar  yoğunlaşıp,  başka  türlü  bir  yolculuğa  dönüşürse...  Geri  dönüş  yoktur !


-O zamanlarda müzik piyasası bugünden bile zor şartlara sahipti. Genç isimlere şans tanıma konusunda firma ve yapımcılar pek de istekli değildi. Tam olarak nasıl oldu sizin bir plak sözleşmesi imzalamanız? Muhtemelen ilk kapısını çaldığınız firma kabul etmedi isteğinizi?

.“Cihan”  ya da   “Dünya”...   Tepebaşı’nda  bir  otele  yerleştim.
Bir  hafta,  sabahtan  akşama  kadar,  hergün  Plakçılar  Çarşısı’nda...
Göremediler.

 

-Diskotür firması kabul ediyor, başında Antuan Şoriz var, 1973 yılında ilk 45’liğiniz yayınlanıyor, “Birleşsin Bütün Eller”. Ama 1974 yılında yayınlanan ikinci plağınız “Yazık Oldu Yarınlara”ya kadar bu ilk plak pek de gerektiği gibi yaygınlık kazanamıyor.

.Dört  şarkı  vardı...
Şoriz,  “Boşver  Arkadaş”  ve  “Yazık  Oldu  Yarınlara” yı   çıkarmak  istedi...
Ben ;  “Önce  ‘Birleşsin  Bütün  Eller’  ve  ‘Bazen  Neşe  Bazen  Keder’  yayınlansın”  dedim.
“Bilinmedik  bir  adamın  ilk  plağı  gürültüye  gidebilir.”  
“Birleşsin  Bütün  Eller’le  başlayıp  bekleyelim.”
1973...  Onsekiz  yaşındaydım...  Fısıltılar...

 

-Fecri Ebcioğlu’nun televizyon programı bir işaret fişeği vazifesi görmüş gibi gözüküyor o dönem, ne dersiniz?

.Fecri  Ebcioğlu’nun  “Bizbize”  programında  iki  şarkı  söyledim.  O  gece  bir  sihir  yaşandı.
Ankara’dan  İstanbul’a  döndüğümde  bambaşka  bir  dünyanın  içindeydim.
Ertesi  gün  Beyoğlu’nda  yürüyüşüm  inanılmazdı !
İmzalı  resim  için  uzanan  eller,  çoğaldı...  Çoğaldı...  Çoğaldı.
Koşmaya  başladım...  Arkamdan  sanki  bütün  İstanbul  geliyordu.
Arka  sokaklarda  izimi  kaybettirip,  Unkapanı’na  geldim.
Diskotür’ün  önünde  caddeye  kadar  uzanan  bir  kuyruk...
İnsanların  ellerindeki  mukavva  kutularda  ve  bütün  raflarda  “Yazık  Oldu  Yarınlara !”
Görüntüler,  filmlerdeki  soyut  kareler  gibi,  silik  akıyordu.  Bir  “düş”  içindeydim.
Şoriz ;  “Boşver  Arkadaş  gibi  başka  bestelerin  var mı ?”  diye  sordu.
“Yok” ( ! )  dedim.

 

-Diskotür ile işin gerisini de çok parlak getirdiniz. Hepsi satış rekorları kıran epeyce 45’lik… Her yeni yayınlayacağınız 45’likte, bir öncekinden (satış rakamları açısından) geriye düşüp düşmeme gerginliğini yaşadınız mı?

.Sonra  “Anlasana”  geldi...  İlk  dokunuşun  hikayesidir !
Diskotür,  yeni  “Boşver  Arkadaş”lar  istedikçe,  “Ver  Elini” ,  “Bir Varmış Bir Yokmuş” ve diğerleri.
Kalabalıkların  algıladığının  öylesine  dışında  bir  gerçeklik  içindeydim ki !
Yol  arkadaşlarımla  henüz  tanışmamıştım.
Hızla  yaşananlar,  asıl  uzaylarıma  geçiş  gibiydi.
Güncel  hiçbir  kaygı  yaşamadan,  şarkılarımın  herbirini  birer  başyapıt  ruhuyla   hazırladım.

 

-İlk albümünüz, muhtemelen sizin pek de istemeyeceğiniz bir formda veriliyor piyasaya. Diskotür, siz Yavuz Plak’a geçene kadar yaptığınız 45’likleri topluyor bu albümde. Onayınız alındı mı bu albüm için?

.İlk  albümün  kapağında,  sudaki  izdüşümleriyle,  yaklaştıkça  büyüyen  ağaçlar  vardır.
Arka  kapaktaysa   tek  bir  ağaç  uzanır  gökyüzüne,  yapayalnız !  Uçtaki  dalları  kök  gibidir.
Bütünsellik  içinde  farklı  bir  örgü  bu.  Sebepsiz,  habersiz  hiçbir  ayrıntıya  yer  yok !

 

-Diskotür döneminizin her anı “altın” kabul ediliyor. Ama sonraki evrelerinizden dolayı, bu dönemin en ayrıksı anı “Bir Varmış Bir Yokmuş” sanki. 1975’te yayınlanıyor bu şarkı, muhtemelen siz daha önce yazdınız. Henüz 20 yaşında bile değilsiniz ve “halimizi gelip görmesi” için “Kuklacı Amca”yı çağırıyorsunuz. Tamamen sıra dışı sözler – imgeler. Türk popunda o güne kadar kenarından bile geçilmemiş bambaşka bir düzlem ya da seviye. Firmanızın bu şarkıyı yayınlamayı kabul etmesi çok şaşırtıcı. Memleketi Milliyetçi Cephe’nin inlettiği günler o günler…

.Senaryomuzu  kendimiz  yazıyoruz...
Görebildiğimiz  milyarlarca  düşten,  birinin  kapısını  açıp  girdiğimizde,
diğerleriyle  bütünleşerek  yayılan,  uçsuz  bucaksız  renk  deryası.
Öncesi,  sonrası,  öteleri.
Bilinmedik  bambaşka  boyutlarıyla  o  boşluk ( ! )   hayatlarımız.
Zaman  ve  mekandan  azade,  bize  dair  herşey...
Önceden  inşa  ettiğimiz  hava  koridorlarının  arkasında,  bizim  bıraktığımız  yerde  bizi  bekliyorlar.
“Gül  Kokulu  Çeyiz  Sandığı” nı,  Gece  Perisi  ile,  asırlar  önce  bırakmıştık  koridora...
Yeni  anlamlara  büründükçe,  yolculuğun  sarsıntısı  artıyor.
Özgürlüğün  açılımlarında,   zoraki  hayhuylara  yabancılaştıkça,
daha  büyük  yalnızlıklar.
Kimlerin  hangi  derinlikte,  hangi  hararette  buharlaşacağını  önceden  görmek...
Başka  çekim  alanlarından  kurtulamadığı  için  hissedemeyen,  köprü üstü  aşıkları !
Kendi  yaratıcılığımızda,  tanrı,  kainat  ve  herşeyle  bütünleşebilen  bilinçleriz.
Kuklacı  Amca’nın  ipleri de,   kuklalar da   yok !
Ama  bir  kişi  bile  başka  türlü  hissediyorsa ?  
Bütün  sonsuzluğuyla,  öyle  bir  kainat ta  var   demektir !
İnsanın  acizliği,  kuklalığı,  yaradılışın  anlamına  aykırı !
Tanrının  sonsuz  özgürlüğüne  yayılmak...  “O”na,  yine  tanrının  olan,  kendi  renklerini  vermek.
Bozulmadan  değişmek...  Aynı  kalarak  başkalaşmak...  Kendi  gözyaşlarının  denizinde  yüzmek.
Bundan  öte  lezzet  yok !
Varoluşun  anlamına  teslim  olmak  kozmik  kaos  yaratır.
O zaman,  en  yakın  sırdaşı  olarak,  Kuklacı  Amca’ya ;  “Düş  bahçelerini  düzenlemesini”  söyleyebiliriz.
Firmaların  kabul  etmeme  gibi  bir  seçeneği  olamaz !  Sanatçı  kainatın  delisidir !
Ne  yazıyorsa,  ne  çiziyorsa,  “O” dur !
Şoriz  süryaniydi...  Bazı  telefonlar  alınca,  plağı  geri  çektik.

 

-Peki, kendi yaşamınızda da bir “ilk”mi bu şarkı? Demek istediğim, hepimize başka bir “pencere” açacağınız günlere sizi getirecek süreç bu şarkı ile mi başladı?

.“Anlasana”  ile  başladı.  Uzun  bir  “haberci  rüya”  hikayesidir.
“Evrensel  Sevgi”  temalarının  ilk  kıpırtısı...
“Kuklacı  Amca” ,  kırılgan  bünyeyi  hoyrat  ellerden  koruyan  dikenlerden  biri.

 

-“Pencere Köprü Ve Ötesi”ne geçmeden, eski dönem ile yeni döneminiz arasına çok keskin bir çizgi çekiyorsunuz “Er Mektubu Görülmüştür”. Bu şarkının, İlhan İrem’in diskografisinde en sırıtan, en genel gidişata uymayan şarkı olduğunu düşünüyorum. “Er” ve “askerlik” gibi kavramlar, size ve müziğinize çok uzak gibi. Bu şarkının, “askerlik anıları”na naif bir gönderme olduğunu kabul ediyorum ama sanki yazıldıktan sonra üzerinde fazla düşünülmeden de yayınlanmış gibi gözüküyor.

.Dünyaya geldiğim  toprağa,  göklere  saygı.
Bütün  insani  değerler  yitip  gidiyor.
Evrensel  bilince  ulaşmak,  onları  korumaya  engel  değil.
Vatan  sevgisi,  anne  sevgisi  benim  için  kutsal  kalacak.
Bize  mucizeler  armağan  etmiş  şehitler...
Düşüncelerim  hangi  boyutlara  uçarsa  uçsun,
soluklandığı  coğrafyaya  ihanet  edenler  safından  değilim.
Şarkının  seksen  Eylül’ü  ile  ilgili  ironik  yapısı  yanıltıcı  olabilir.
Dediğiniz  ve  başka  anlamlarda da   göndermeler  var ;
“Gözlerin  mavi  mavi,  uzakta  bir  hedef  gibi”

“Seni  Seviyorum” (2001) albümündeki   “Dua” ,  aynı  duyguları   yaşatıyor.
“Yarimi  azad  edin  ana
  Belki de  bu  son  sözüm  sana
  Bağrındaki  yarayı   ne olur  sil  ana
  Sıla  sıla  uzaklarda...”

 

-Ya “Pencere Köprü Ve Ötesi”? Bu albüm ya da albümler ile ilgili ilk çıkan haberlerde sanki “bir tek albüm”den söz ediyordunuz, yani birlikte ya da tek seferde yayınlanacak albüm ya da albümler…

.Kesintisiz  yüzelli  dakikalık  Rock Senfoni.  Birbirinin  devamı  üç  albüm  olarak  bir  kutuda !!!
Tamamen  sürprizden  oluşan  içeriği de  düşününce...
1980’ de  başlayan  çalışmalar,  üç  ayrı  albüm  halinde  yedi  yılda  yayınlandı.

 

-Tamamen ticari nedenlerle mi bölündü?

.Hayır !
Sözel  ve  müzikal  anlatım,  Pencere’den  Köprü’ye,  öteye,  giderek  derinleşiyor.  
Özümsenerek,  sonrasını  düşündürecek  iki  yıllık  aralarla,  yavaş  yavaş  sunulmalıydı.
Popüler  kültürden  dışarıya  usulca  süzüldüm.
Seksenlerin  sonuna  doğru  üçünü  birden  yayınlasaydım,  sığ  tepkiler  ve  şok  dalgası  kalıcı  olurdu !

 

-Siz bir sanatçı olarak  bu üçleme ile bir devrim yapmak üzere olduğunuzun elbette farkındaydınız ama kişisel olarak hiç mi korkmadınız? Çünkü bu çalışma ile; altın plaklarla, milyonlarca satış rakamlarıyla dolu bir dönemi ardınızda bırakacaktınız ve yeni dönemin size ne getireceğinden tam olarak emin olamazdınız.

.“Pencere”  altın  plak  aldı.  Hala  en  karmaşık  müzikal  kurgularımdan  biri.
Başka  alemlere  varmak  için  karadeliklerden  geçmek  gerekir.
Moleküllerime  ayrıştığım  daralmalar  oldu...
Yaşamı,  herşeye  dayanıp,  herşeyi  haketmemiz  için  tohumlayan  yaratıcı,  bana  inanılmaz  bir  can yoldaşı  hediye  etti.
“Dünden  Yarına”  ve  “Uçun  Kuşlar  Uçun”  gibi,  ara  aşamaları  ören,  geçiş  dönemi  albümleriyle,  üçlemenin  belirli  bir  zemin  oluşturmasını  bekledim.
Müziğin de  dışına  taşan  çağrı,  içimde  çığ  gibi  büyüyordu.
Bambaşka  alemlere  açılacak  koridorun  sislerinde  hiçkimseler  yok  gibiydi.
Öyle  değilmiş.
 

-Bu albümlerle, müzikal anlamda, memlekete o güne kadar görebildiği “en üst seviye”yi gösterdiğiniz kesin. Ama aynı zamanda başka bir “yaşama biçimi” ya da “başka bir göz” de önerdiniz herkese ve galiba müzikle birlikte bu da büyük bir heyecan yarattı.

.Görece  sessizliklerde  olan  bir  sanatçı  için,  inanılmaz  buluşmalar  başladı.
İnsanlar  bir  anlık  farkedişin  büyüsünü  anlatıyor...  Mektuplarda,  şarkı  şarkı,  hayatlarındaki  milatları  yazıyordu.  Rock  üçlemedeki  uçuş  denemelerine  Sevecenler  katıldı.
O  ilk  kozmik  heyecanları,  “İlhan-ı  Aşk” (1992)  albümüne  bütün  titreşimleriyle  yansıttım.
Hayat  çöllerinde  yaşarken  “Cennetin  Kıpırtıları”
94’te  asıl  macera  “koridor”  albümüyle  başladı !

 

-Müzik piyasamızda o güne kadar “adlı adınca” hikayeler anlatılmış – şarkılar söylenmişti. Şarkılarımıza bu kadar net bir “ozan” eli değmemişti o güne kadar. Hele hele böyle “gönderme”lerle, “simge”lerle örülü sözlere ya da hikayelere tamamen yabancıydık. Biz dinleyicilerinizden de umutluymuşsunuz demek ki, “onlar anlar” ya da “anlayacak” diye düşünmüş olmalısınız.

.Bir  “Yürek  Büyüsü”  paylaşıyoruz.
Gönül  gözleriyle  koridorun  ucundaki  ışık  ve  sevgiyi  gören  sessiz  kalabalıklar.
Kozalarından  çıkıp  renk  renk  kanatlara  kavuşuyorlar.
En  ücra  köylerden,  hapishanelerden  ışıl  ışıl  mektuplar  geliyor.
Sadece  bir  şarkıyla,  dışarı  çıkınca  kendine  başka  hayat  kurma  sözü  verenler...
Oralarda  kurulan  kütüphaneler,  ilk  uyanışlar.
Ardahan  yaylalarında  koşan  beyaz  bir  at  var.  Adı  Bora.  Hopa-Kemalpaşa’lı  iki  kızkardeşin.
Dostluğu,  özgürlüğü,  rüzgarın  saçlarını  başka  türlü  dalgalandırdığını  anlatıyorlar.
Paha  biçilmez  hazinelere  sahibim !  Bir  sanatçı  için  bundan  daha  büyük  bir  ödül  olamaz.

 

- Kapalı bir anlatım biçimi, sonraları da hep tercih ettiğiniz bir şey oldu. Aslında, sevdiğinizi çok özlemişken “Seni özledim” diyecek yerde “Havalar nasıl sizin şehirde?” demiş birisiydiniz zaten, demek istediğim; “doğrudan doğruya söylemek” sizin hiçbir zaman başvurduğunuz bir yol değildi ama, bu sonraki döneminiz “edebi” bir kapalılıktan, bir üslup biçiminden çok daha ötesi gibi, müzik ve söz arasına atılabilecek her türlü köprünün ötesi gibi.

.“Herşey  şimdi  başlıyor”
Somut  bir  randevu  değil  bu !
On  yıldır  kurguladığım  yeni  bir  anlatım,  yavaş  yavaş  başka  boyuta  geçecek.
Koridor’un  İlhan-ı  Aşk’ı  gibi,   “Seni  Seviyorum”  asıl  gelenin  habercisi...
Gelecek,  “Otuz  Işık  Yılı” nın  ayrıntılarında  saklı.

 

-İşin görsel tarafında da aynı durum var. Müzik ve sözün bittiği yerde, fotoğraf – grafik ve çizgi girdi devreye…

.Müzik  ve  söz  bitmez.
Diğer  unsurlar  onun  tamamlayıcısı.

 

-Türk popunun en yetkin plak kapaklarını zaten siz ürettiniz. O naif günlerinizde bile, bir plak kapağını bir “sanat eseri gibi” tasarlama niyetiniz seziliyor.

.Görsel  estetik,  konsepte   verdiğimiz  değeri  yansıtıyor.
Koridor’dan  itibaren  albüm  kapaklarındaki  fotoğrafı  aşan  kompozisyonlar  şarkıların  felsefesinin  anahtarıdır.
Şiirlerden  sözlere  ve  müziğe  hepsi  albümün  ismi  ve  içeriğiyle  ilgili  sırların  şifresidir.

 

-Klip çağında da aynı şeyi sürdürdünüz. Evet, biz hayranlarınıza çok güvendiniz, “Onlar anlar” dediniz belki ama, sahiden anladık mı? Sizi hayal kırıklığına da uğratmış olmalıyız. Ya da hiç aklınızdan geçirmediğiniz başka anlamlar da yüklemiş olabiliriz.

.Ezgiler  insanların  düşünde  olağanüstü  imgelemler  yaratıyor.  Fark  burada.
“Ruhlar  Alemi”ne  ayna  tutuyoruz. 
Herkes  kendini   görecektir.  Hangi  evresindeyse  tekamülün. 

 

-Belki de, tek tek her dinleyicinin kendi serüvenine uyan sonuçları çıkarmasını bekliyorsunuz yaptıklarınızdan. 

.Cehennemden  kurtulabilenler  kendi  cennetlerine  varır.
Işık  ve  sevgiyle...

NAİM DİLMENER



Diğer Yazılar