İLHAN İREM YILLAR SONRA KONUŞTU
Müzik dünyasına 1973 yılında giriş yapan İlhan İrem, tam otuz yılı geride bıraktı. Her evresi büyük başarılarla dolu bu otuz yıl, geçenlerde yayınlanan “Işık Ve Sevgiyle 30 Yıl” adlı albüm ile taçlanmış oldu. Müzik dünyamızın bu en aykırı, en yenilikçi ismi, otuz yılın olağanüstü bir özetini yeni albümüne taşımış. Yürek yaralıyıcı dizelerle örülmüş ilk dönem şarkılarından, bu ülkede müziğin doruk noktaları sayılması gereken son dönem yapıtlarına kadar bütün köşe taşları bu son albümde yanyana durmakta. Yıllar yılıdır kapalı kapılar arkasında duran, çalışmalarını gözlerden uzak sürdüren İlhan İrem, sessizliğini Radikal için bozdu ve bize “30 Yıl”ı anlattı.
-“Işık ve Sevgiyle 30 Yıl”, epey bir zamandır yayınlamayı sürdürdüğünüz “best of” serisinin yeni bir halkası. Ama galiba bu sefer “bir arşiv yayınlama” niyetinden daha fazla şeyler de var. Müzikte otuzuncu yılınızı kutluyorsunuz. Albümün belki de yayınlanıyor olmasının en önemli nedeni bu…
. “İsrafil sur’a üfledi
O ilahi ses !
ve gözleri kamaştıran nur !
Kum yığınları titredi.
Kristal Kanatlı Efsane Kuş
çığlıklarla doğdu küllerin arasından
HERŞEY ŞİMDİ BAŞLIYOR.”
“Işık ve Sevgiyle 30 Yıl” albümü, aynı anda hem geçmişe, hem geleceğe açılan kapıdır.
Müzikal serüvenimde, Dönüşen, sürekli yenilenen bir çağrı enerjisi var.
Dönüşürken değişmeyen, kendi üzerine birikip, patlamalarla yayılan, tarifsiz ışık gösterisi...
Kainatın bütün devinimleri gizemli bütünlük içinde. Karanlıklar, renkler, notalar, şiirler birbirleriyle ilintili olarak inanılmaz güzellikteki resmi oluşturuyor.
O tabloyu ilk kez görüp duraksadığımda bir dokunuş oldu !
Sonsuz bir uçurumdan boşluğa yuvarlandım...
Seyrettiğim derinliğin parçası oldum.
Çok uzun savruluşlardan sonra, “yerin olmadığını” farkettim.
Uçuyordum !
Uçuyoruz...
İlahi bir rüzgarın kanatlarındayım...
Yapabileceğim hiçbirşey... Şarkılarımdan başka anlatabileceğim hiçkimsem yok !
30 Yıl ! Bir kelebek ömrü...
Kozmik takvimdeki karşılığı, üç saniye kadar...
Üç saniyede üçbin beste yaptım !
Yazdıklarımın yüzde onunu yayınlayabildiğim bir dönem bitiyor.
Uzun ve zorlu bir yolculuk başlatacağım...
Her dönüşümde olduğu gibi... Benimle kanat çırpanlar ve geride kalanlar olacak !
-En başa dönersek: Yıl 1973. Gencecik bir çocuk, Bursa’dan kalkıp İstanbul’a gelme cesaretini gösteriyor. Cebinde yalnızca şarkılar var… Nasıl bir güven duygusudur bu?
.Gün doğuyordu...
Yalova Vapurunun güvertesindeki simitçiyi hatırlıyorum.
Çilli, mavi gözlü bir göçmen çocuğuydu.
Martıları beslemiştik.
Gemi hareket ettiğinde, “Birleşsin Bütün Eller” in stüdyosundan çıkmıştım.
“Yazık Oldu Yarınlara” , “Anlasana” ... Tüm altın plaklar alınmıştı...
Gece perisine aşık olmuştum... O, “Dua” yı yazmış... “Işık ve Sevgiyle” albümünün kapağını görüntülemişti.
Zaman yok ! Herşey içiçe... Arzularımız, hissettiklerimiz, düşlerimiz gerçektir...
Kendi evrensel kurgularımızı yaşıyoruz... Dünya gözüyle !
-“Olmazsa olmaz, Bursa’ya geri dönerim” diye düşündünüz mü yola çıkarken, yoksa kendinize ve şarkılarınıza güveniniz tamdı ve “Mutlaka başaracağım” diye mi düşünüyordunuz?
.“Yeraltından Fısıltılar” geliyor !
Duyargaları kirlenmemiş herkes duyabilir...
Çağrılar yoğunlaşıp, başka türlü bir yolculuğa dönüşürse... Geri dönüş yoktur !
-O zamanlarda müzik piyasası bugünden bile zor şartlara sahipti. Genç isimlere şans tanıma konusunda firma ve yapımcılar pek de istekli değildi. Tam olarak nasıl oldu sizin bir plak sözleşmesi imzalamanız? Muhtemelen ilk kapısını çaldığınız firma kabul etmedi isteğinizi?
.“Cihan” ya da “Dünya”... Tepebaşı’nda bir otele yerleştim.
Bir hafta, sabahtan akşama kadar, hergün Plakçılar Çarşısı’nda...
Göremediler.
-Diskotür firması kabul ediyor, başında Antuan Şoriz var, 1973 yılında ilk 45’liğiniz yayınlanıyor, “Birleşsin Bütün Eller”. Ama 1974 yılında yayınlanan ikinci plağınız “Yazık Oldu Yarınlara”ya kadar bu ilk plak pek de gerektiği gibi yaygınlık kazanamıyor.
.Dört şarkı vardı...
Şoriz, “Boşver Arkadaş” ve “Yazık Oldu Yarınlara” yı çıkarmak istedi...
Ben ; “Önce ‘Birleşsin Bütün Eller’ ve ‘Bazen Neşe Bazen Keder’ yayınlansın” dedim.
“Bilinmedik bir adamın ilk plağı gürültüye gidebilir.”
“Birleşsin Bütün Eller’le başlayıp bekleyelim.”
1973... Onsekiz yaşındaydım... Fısıltılar...
-Fecri Ebcioğlu’nun televizyon programı bir işaret fişeği vazifesi görmüş gibi gözüküyor o dönem, ne dersiniz?
.Fecri Ebcioğlu’nun “Bizbize” programında iki şarkı söyledim. O gece bir sihir yaşandı.
Ankara’dan İstanbul’a döndüğümde bambaşka bir dünyanın içindeydim.
Ertesi gün Beyoğlu’nda yürüyüşüm inanılmazdı !
İmzalı resim için uzanan eller, çoğaldı... Çoğaldı... Çoğaldı.
Koşmaya başladım... Arkamdan sanki bütün İstanbul geliyordu.
Arka sokaklarda izimi kaybettirip, Unkapanı’na geldim.
Diskotür’ün önünde caddeye kadar uzanan bir kuyruk...
İnsanların ellerindeki mukavva kutularda ve bütün raflarda “Yazık Oldu Yarınlara !”
Görüntüler, filmlerdeki soyut kareler gibi, silik akıyordu. Bir “düş” içindeydim.
Şoriz ; “Boşver Arkadaş gibi başka bestelerin var mı ?” diye sordu.
“Yok” ( ! ) dedim.
-Diskotür ile işin gerisini de çok parlak getirdiniz. Hepsi satış rekorları kıran epeyce 45’lik… Her yeni yayınlayacağınız 45’likte, bir öncekinden (satış rakamları açısından) geriye düşüp düşmeme gerginliğini yaşadınız mı?
.Sonra “Anlasana” geldi... İlk dokunuşun hikayesidir !
Diskotür, yeni “Boşver Arkadaş”lar istedikçe, “Ver Elini” , “Bir Varmış Bir Yokmuş” ve diğerleri.
Kalabalıkların algıladığının öylesine dışında bir gerçeklik içindeydim ki !
Yol arkadaşlarımla henüz tanışmamıştım.
Hızla yaşananlar, asıl uzaylarıma geçiş gibiydi.
Güncel hiçbir kaygı yaşamadan, şarkılarımın herbirini birer başyapıt ruhuyla hazırladım.
-İlk albümünüz, muhtemelen sizin pek de istemeyeceğiniz bir formda veriliyor piyasaya. Diskotür, siz Yavuz Plak’a geçene kadar yaptığınız 45’likleri topluyor bu albümde. Onayınız alındı mı bu albüm için?
.İlk albümün kapağında, sudaki izdüşümleriyle, yaklaştıkça büyüyen ağaçlar vardır.
Arka kapaktaysa tek bir ağaç uzanır gökyüzüne, yapayalnız ! Uçtaki dalları kök gibidir.
Bütünsellik içinde farklı bir örgü bu. Sebepsiz, habersiz hiçbir ayrıntıya yer yok !
-Diskotür döneminizin her anı “altın” kabul ediliyor. Ama sonraki evrelerinizden dolayı, bu dönemin en ayrıksı anı “Bir Varmış Bir Yokmuş” sanki. 1975’te yayınlanıyor bu şarkı, muhtemelen siz daha önce yazdınız. Henüz 20 yaşında bile değilsiniz ve “halimizi gelip görmesi” için “Kuklacı Amca”yı çağırıyorsunuz. Tamamen sıra dışı sözler – imgeler. Türk popunda o güne kadar kenarından bile geçilmemiş bambaşka bir düzlem ya da seviye. Firmanızın bu şarkıyı yayınlamayı kabul etmesi çok şaşırtıcı. Memleketi Milliyetçi Cephe’nin inlettiği günler o günler…
.Senaryomuzu kendimiz yazıyoruz...
Görebildiğimiz milyarlarca düşten, birinin kapısını açıp girdiğimizde,
diğerleriyle bütünleşerek yayılan, uçsuz bucaksız renk deryası.
Öncesi, sonrası, öteleri.
Bilinmedik bambaşka boyutlarıyla o boşluk ( ! ) hayatlarımız.
Zaman ve mekandan azade, bize dair herşey...
Önceden inşa ettiğimiz hava koridorlarının arkasında, bizim bıraktığımız yerde bizi bekliyorlar.
“Gül Kokulu Çeyiz Sandığı” nı, Gece Perisi ile, asırlar önce bırakmıştık koridora...
Yeni anlamlara büründükçe, yolculuğun sarsıntısı artıyor.
Özgürlüğün açılımlarında, zoraki hayhuylara yabancılaştıkça,
daha büyük yalnızlıklar.
Kimlerin hangi derinlikte, hangi hararette buharlaşacağını önceden görmek...
Başka çekim alanlarından kurtulamadığı için hissedemeyen, köprü üstü aşıkları !
Kendi yaratıcılığımızda, tanrı, kainat ve herşeyle bütünleşebilen bilinçleriz.
Kuklacı Amca’nın ipleri de, kuklalar da yok !
Ama bir kişi bile başka türlü hissediyorsa ?
Bütün sonsuzluğuyla, öyle bir kainat ta var demektir !
İnsanın acizliği, kuklalığı, yaradılışın anlamına aykırı !
Tanrının sonsuz özgürlüğüne yayılmak... “O”na, yine tanrının olan, kendi renklerini vermek.
Bozulmadan değişmek... Aynı kalarak başkalaşmak... Kendi gözyaşlarının denizinde yüzmek.
Bundan öte lezzet yok !
Varoluşun anlamına teslim olmak kozmik kaos yaratır.
O zaman, en yakın sırdaşı olarak, Kuklacı Amca’ya ; “Düş bahçelerini düzenlemesini” söyleyebiliriz.
Firmaların kabul etmeme gibi bir seçeneği olamaz ! Sanatçı kainatın delisidir !
Ne yazıyorsa, ne çiziyorsa, “O” dur !
Şoriz süryaniydi... Bazı telefonlar alınca, plağı geri çektik.
-Peki, kendi yaşamınızda da bir “ilk”mi bu şarkı? Demek istediğim, hepimize başka bir “pencere” açacağınız günlere sizi getirecek süreç bu şarkı ile mi başladı?
.“Anlasana” ile başladı. Uzun bir “haberci rüya” hikayesidir.
“Evrensel Sevgi” temalarının ilk kıpırtısı...
“Kuklacı Amca” , kırılgan bünyeyi hoyrat ellerden koruyan dikenlerden biri.
-“Pencere Köprü Ve Ötesi”ne geçmeden, eski dönem ile yeni döneminiz arasına çok keskin bir çizgi çekiyorsunuz “Er Mektubu Görülmüştür”. Bu şarkının, İlhan İrem’in diskografisinde en sırıtan, en genel gidişata uymayan şarkı olduğunu düşünüyorum. “Er” ve “askerlik” gibi kavramlar, size ve müziğinize çok uzak gibi. Bu şarkının, “askerlik anıları”na naif bir gönderme olduğunu kabul ediyorum ama sanki yazıldıktan sonra üzerinde fazla düşünülmeden de yayınlanmış gibi gözüküyor.
.Dünyaya geldiğim toprağa, göklere saygı.
Bütün insani değerler yitip gidiyor.
Evrensel bilince ulaşmak, onları korumaya engel değil.
Vatan sevgisi, anne sevgisi benim için kutsal kalacak.
Bize mucizeler armağan etmiş şehitler...
Düşüncelerim hangi boyutlara uçarsa uçsun,
soluklandığı coğrafyaya ihanet edenler safından değilim.
Şarkının seksen Eylül’ü ile ilgili ironik yapısı yanıltıcı olabilir.
Dediğiniz ve başka anlamlarda da göndermeler var ;
“Gözlerin mavi mavi, uzakta bir hedef gibi”
“Seni Seviyorum” (2001) albümündeki “Dua” , aynı duyguları yaşatıyor.
“Yarimi azad edin ana
Belki de bu son sözüm sana
Bağrındaki yarayı ne olur sil ana
Sıla sıla uzaklarda...”
-Ya “Pencere Köprü Ve Ötesi”? Bu albüm ya da albümler ile ilgili ilk çıkan haberlerde sanki “bir tek albüm”den söz ediyordunuz, yani birlikte ya da tek seferde yayınlanacak albüm ya da albümler…
.Kesintisiz yüzelli dakikalık Rock Senfoni. Birbirinin devamı üç albüm olarak bir kutuda !!!
Tamamen sürprizden oluşan içeriği de düşününce...
1980’ de başlayan çalışmalar, üç ayrı albüm halinde yedi yılda yayınlandı.
-Tamamen ticari nedenlerle mi bölündü?
.Hayır !
Sözel ve müzikal anlatım, Pencere’den Köprü’ye, öteye, giderek derinleşiyor.
Özümsenerek, sonrasını düşündürecek iki yıllık aralarla, yavaş yavaş sunulmalıydı.
Popüler kültürden dışarıya usulca süzüldüm.
Seksenlerin sonuna doğru üçünü birden yayınlasaydım, sığ tepkiler ve şok dalgası kalıcı olurdu !
-Siz bir sanatçı olarak bu üçleme ile bir devrim yapmak üzere olduğunuzun elbette farkındaydınız ama kişisel olarak hiç mi korkmadınız? Çünkü bu çalışma ile; altın plaklarla, milyonlarca satış rakamlarıyla dolu bir dönemi ardınızda bırakacaktınız ve yeni dönemin size ne getireceğinden tam olarak emin olamazdınız.
.“Pencere” altın plak aldı. Hala en karmaşık müzikal kurgularımdan biri.
Başka alemlere varmak için karadeliklerden geçmek gerekir.
Moleküllerime ayrıştığım daralmalar oldu...
Yaşamı, herşeye dayanıp, herşeyi haketmemiz için tohumlayan yaratıcı, bana inanılmaz bir can yoldaşı hediye etti.
“Dünden Yarına” ve “Uçun Kuşlar Uçun” gibi, ara aşamaları ören, geçiş dönemi albümleriyle, üçlemenin belirli bir zemin oluşturmasını bekledim.
Müziğin de dışına taşan çağrı, içimde çığ gibi büyüyordu.
Bambaşka alemlere açılacak koridorun sislerinde hiçkimseler yok gibiydi.
Öyle değilmiş.
-Bu albümlerle, müzikal anlamda, memlekete o güne kadar görebildiği “en üst seviye”yi gösterdiğiniz kesin. Ama aynı zamanda başka bir “yaşama biçimi” ya da “başka bir göz” de önerdiniz herkese ve galiba müzikle birlikte bu da büyük bir heyecan yarattı.
.Görece sessizliklerde olan bir sanatçı için, inanılmaz buluşmalar başladı.
İnsanlar bir anlık farkedişin büyüsünü anlatıyor... Mektuplarda, şarkı şarkı, hayatlarındaki milatları yazıyordu. Rock üçlemedeki uçuş denemelerine Sevecenler katıldı.
O ilk kozmik heyecanları, “İlhan-ı Aşk” (1992) albümüne bütün titreşimleriyle yansıttım.
Hayat çöllerinde yaşarken “Cennetin Kıpırtıları”
94’te asıl macera “koridor” albümüyle başladı !
-Müzik piyasamızda o güne kadar “adlı adınca” hikayeler anlatılmış – şarkılar söylenmişti. Şarkılarımıza bu kadar net bir “ozan” eli değmemişti o güne kadar. Hele hele böyle “gönderme”lerle, “simge”lerle örülü sözlere ya da hikayelere tamamen yabancıydık. Biz dinleyicilerinizden de umutluymuşsunuz demek ki, “onlar anlar” ya da “anlayacak” diye düşünmüş olmalısınız.
.Bir “Yürek Büyüsü” paylaşıyoruz.
Gönül gözleriyle koridorun ucundaki ışık ve sevgiyi gören sessiz kalabalıklar.
Kozalarından çıkıp renk renk kanatlara kavuşuyorlar.
En ücra köylerden, hapishanelerden ışıl ışıl mektuplar geliyor.
Sadece bir şarkıyla, dışarı çıkınca kendine başka hayat kurma sözü verenler...
Oralarda kurulan kütüphaneler, ilk uyanışlar.
Ardahan yaylalarında koşan beyaz bir at var. Adı Bora. Hopa-Kemalpaşa’lı iki kızkardeşin.
Dostluğu, özgürlüğü, rüzgarın saçlarını başka türlü dalgalandırdığını anlatıyorlar.
Paha biçilmez hazinelere sahibim ! Bir sanatçı için bundan daha büyük bir ödül olamaz.
- Kapalı bir anlatım biçimi, sonraları da hep tercih ettiğiniz bir şey oldu. Aslında, sevdiğinizi çok özlemişken “Seni özledim” diyecek yerde “Havalar nasıl sizin şehirde?” demiş birisiydiniz zaten, demek istediğim; “doğrudan doğruya söylemek” sizin hiçbir zaman başvurduğunuz bir yol değildi ama, bu sonraki döneminiz “edebi” bir kapalılıktan, bir üslup biçiminden çok daha ötesi gibi, müzik ve söz arasına atılabilecek her türlü köprünün ötesi gibi.
.“Herşey şimdi başlıyor”
Somut bir randevu değil bu !
On yıldır kurguladığım yeni bir anlatım, yavaş yavaş başka boyuta geçecek.
Koridor’un İlhan-ı Aşk’ı gibi, “Seni Seviyorum” asıl gelenin habercisi...
Gelecek, “Otuz Işık Yılı” nın ayrıntılarında saklı.
-İşin görsel tarafında da aynı durum var. Müzik ve sözün bittiği yerde, fotoğraf – grafik ve çizgi girdi devreye…
.Müzik ve söz bitmez.
Diğer unsurlar onun tamamlayıcısı.
-Türk popunun en yetkin plak kapaklarını zaten siz ürettiniz. O naif günlerinizde bile, bir plak kapağını bir “sanat eseri gibi” tasarlama niyetiniz seziliyor.
.Görsel estetik, konsepte verdiğimiz değeri yansıtıyor.
Koridor’dan itibaren albüm kapaklarındaki fotoğrafı aşan kompozisyonlar şarkıların felsefesinin anahtarıdır.
Şiirlerden sözlere ve müziğe hepsi albümün ismi ve içeriğiyle ilgili sırların şifresidir.
-Klip çağında da aynı şeyi sürdürdünüz. Evet, biz hayranlarınıza çok güvendiniz, “Onlar anlar” dediniz belki ama, sahiden anladık mı? Sizi hayal kırıklığına da uğratmış olmalıyız. Ya da hiç aklınızdan geçirmediğiniz başka anlamlar da yüklemiş olabiliriz.
.Ezgiler insanların düşünde olağanüstü imgelemler yaratıyor. Fark burada.
“Ruhlar Alemi”ne ayna tutuyoruz.
Herkes kendini görecektir. Hangi evresindeyse tekamülün.
-Belki de, tek tek her dinleyicinin kendi serüvenine uyan sonuçları çıkarmasını bekliyorsunuz yaptıklarınızdan.
.Cehennemden kurtulabilenler kendi cennetlerine varır.
Işık ve sevgiyle...
NAİM DİLMENER