TÜM HAKLARI DEPRESYONDA OLANLARA AİTTİR

Türk poponun ‘farklı’ sesi Feridun Düzağaç ‘Tüm Hakları Yalnızlığıma Aittir’ adlı albümünü bir süre önce çıkardı, ‘alkış ve aferin’ almak üzere de efendice bir kenara çekilip beklemeye başladı. Kameraların tahakkümü altındaki şatolarla oturup bekleyeceğini de, ‘Limonlu Bahçe’ gibi hiç olmazsa bir parça huzur vaat eden kır bahçelerini tercih etti ve elbette yanlış yaptı. Geçtiğimiz günlerin birinde şarkıcının ‘depresyondayım dedim diye albümümü özellikle görmezden geliyorlar’ diye yakındığını okudum bir yerlerde. Ya ne olacaktı; sen kalk perişanlığımızı yüzümüze karşı haykır, dibe vurduğumuzu utanmadan ilan et, bir de artık ‘zincirlik’ olduğumuzu söyle, sonra da albümüne ilgi bekle. Çoğu insanın civarından bile geçmeye çekineceği köşkler, şatolar, ‘önamur pilatonik’ ile bitmek bilmez bir ‘tatildeyim’ ruh durumu ile sarılıp sarmalanmış, üstelik bu durum bir kamera ordusu ile bütün memlekete kanlı-canlı bir şekilde ulaştırılıp ‘siz de böyle yapabilirsiniz’ saflarına çekilmeye çalışılırken, sen kalk ‘herkes’ çıplak de, sonra da otur iltifat ve ilgi bekle. Olacak şey mi bu, ülkede hiçbir zaman ‘birlik ve beraberlikçi’ olmayanlara prim verilmemiştir, şimdi de verilmeyecek. Feridun Düzağaç da, herkes gibi akıllı-uslu oturup, vur patlasın çal oynasın şarkılar yapmalı , bu şarkılara deniz-güneş görüntüleri eşlik etmeli, aslında açlık ve sefaletimizin geçici hatta sanal olduğunu söylemeye gayret etmeliydi ki, parlak ışıklar ona da çevrilsin, onunla ve şarkılarını aydınlatsın.
Öyle Bir Şarkı Yazmak
Ama nerde… Aklına üç karış havada olan Feridun Düzağaç’ın, ayakları yer basmıyor. ‘Ben aslında öyle bir şarkı yazmak isterdim ki, içinde sen, ben ve sevmek yalnızca’ diye dolanıp duruyor ortalıkta. İçinde yalnızca bunların olduğu bir şarkı kimin işine? Herkes, her şeyin hala çok iyi gittiğini telkin eden şarkılara sarılmak istiyor, bir şekilde eski şatafatlı günlerin sürdüğünü, süreceğini, yalnızca küçük bir ara verildiğini duymak buna inanmak istiyor. Dibe vurduğumuzu, yüzümüze karşı haykıran şarkıları duymak bile istemeyiz, zaten bize gelmeden ‘antenler, renk renk sinemalar’ tarafından elenir, yenilir- yutulur ve boş yere kafamız boş yere karışmasın diye önümüze gelmesi engellenir.
70'lerde Bülent Ortaç, 80’li senelerde Murat Kemaloğlu da aynı muameleye tabi tutuldu. Birey olarak, neredeyse bir hiç olduğumuzu ya da olmak üzere olduğumuzu haykıran insanlardan daha tehlikelisi yoktur. Bu nedenle Düzağaç da tehlikeli, Ortaçgil ve Kemaloğlu gibi. Böyle seslere ancak belirli zamanlarda, her şeyin çok iyi gittiği, en azından öyle göründüğü zamanlarda ‘geç’ emri verilir ve bu yapılırken de bu yapılırken de, çığlık atan sesin bir süre sonra, önüne sürülecek imkanlar sayesinde sivriliğini kaybederek istenen bir noktaya gelip oraya çakılıp kalacağı umulur. Bülent Ortaçgil’e bunu yapabildiler, giderek daha fazla rahatına düşkün biri haline getirebildi. Kemaloğlu ile bu kadar uğraşmak zorunda bile kalmadılar, o ve albümü; o zamanlar sayıları şimdiki gibi milyonlarla değil ancak binlerle ifade edilebilen ‘dipte, sonunda, depresyonda’ olan küçük bir gruba ulaşabildi, eksik kalanı da sanatçıların bizzat kendisi tamamladı, çabuk küstü ve kabuğuna çekildi. Feridun Düzağaç, Yaşar Kurt ve Gökalp Baykal ile birlikte 90'ların aykırı sesi olmaya olmayı ciddi bir şekilde sürdürüyor. Bir 5-10 yıl sonra ne olup bittiğini hep beraber göreceğiz. Feridun Düzağaç, bir adım bile geri atmadan bizi silkelemeye devam da edebilir, bizi tıngır-mıngır sallayarak herkes gibi ‘sahici ‘ninni’ de söyleyebilir. ‘Dipte, sonra, depresyonda ‘olanların tutunabileceği ismin Düzağaç ya da bir başkası olabileceğini şimdiden söylemek mümkün değil, ‘dip’ sonu gelmez bir kavramdır ve artık bundan sonrası yoktur dediğiniz an, altınızda uçsuz bucaksız yeni uçurumların açıldığını görürsünüz, son bir çaba ile tutunmaya çalışır ya da kendinizi bırakırsınız. Sizi ‘yeni anlamlara salacak’ birilerinin olup olmadığına göre değişiyor bu.
Feridun Düzağaç
Tüm Hakları Yalnızlığına Aittir
Universal
NAİM DİLMENER