EN BÜYÜK HAROULA
Yunanların dünya çapında ünlü divası Haris Alexiou bir kere daha İstanbul’daydı. Sanatçı, tasarımı, ambalajı ve elbette içinde yer alan birbirinden eşsiz şarkılarıyla (tam 40 şarkı!) çok önemli, çok zengin ve gösterişli “Anthology” albümünü tanıtmak için gelmişti. Burada kaldığı kısa süre zarfında genel bir basın toplantısı yaptı, özel röportajlar verdi. Yani koşturdu durdu, çok yoruldu. İlk single’ını yayınladığı 1975 yılından itibaren Yunanistan’ın en önemli firmalarından (ve aynı zamanda EMI’nin Yunanistan temsilcisi olan) Minos’a bağlı olarak çalışan Alexiou, 90’ların ilk yarısındaki ‘dünyaya açılma’ planları çerçevesinde Minos’la çalışmasına bir parça ara vererek Universal ve Sony ile dirsek temasına geçmiş ama sular durulduğunda da yeniden Minos ile iş birliğine girişmişti. Şimdilerde ise Alexiou’nun kendi firması var ve bu son albüm (dağıtım ve pazarlaması EMI’da kalmak üzere) Estia adlı bu firma tarafından toparlanmış zaten. Yani Alexiou, buralara gelmiş, yorulmuştu-etmişti ama her halde buna değer diye düşünmekteydi, ne de olsa firma onun firmasıydı ve amaç Yunanistan’da çok satmış, aylarca 1 numarada kalmış bu albümü ‘komşu’ ülke Türkiye’de de çok satan bir albüm haline getirmekti.
Belki de bu istek ve niyet’ten dolayı basın toplantısının büyük bir bölümünde, hem Alexiou, hem EMI’nin Yunanistan temsilcisi, hem de EMI Türkiye müdürü Hakan Kurşun, “Korsan baskılar başımızda büyük bela; bunları almayın, albümün resmi baskısını alarak bizi destekleyin, emeğin hakkını teslim edin!” dediler ya da demeye getirdiler. 2000 yılında hem Sezen Aksu ile hem de solo olarak verdiği konserler sırasındaki haline göre epeyce kilo vermiş, epeyce incelmiş olan güzeller güzeli Alexiou’nun belki de tek yadırganabilicek ‘hali-tavrı’ da bu oldu; “Albümümü satın alın!” dediği bu an.
BAŞKA BÜYÜK YOK
Alexiou’nun Türkiye konserlerini büyük bir başarıyla organize etmiş (ve aynı konserleri önümüzdeki yaz mevsiminde de tekrarlayacak olan) Mustafa Oğuz (Most Production) “Sen erken gel” demişti bana toplantıyı haber verdiği gün; “Toplantı öncesi Haris ile özel bir sohbet yaparsın!”. Mustafa Ağabey, Haris Alexiou’ya ne kadar düşkün olduğumu biliyor. Ağzım kulaklarımda gittim Pera Palas’a, taptığım bir star’ı bir kere daha görecek, üstelik işi bu kadarla bırakmayarak onunla özel bir röportaj da yapacaktım. Alexiou’yu beklerken, EMI’nin Yunanistan temsilcisi hanımefendi ile (Maria mı, Margarita mı, Marcella mı ne) tanışıyorum. Bu hanımefendi de Alexiou’ya tapıyor ve “Onun için çalışıyor olmaktan dolayı büyük gurur duyuyorum” diyor. Haklı, pek kıskandım onu; keşke ben hep Alexiou için çalışsam, hep yanında olsam, onunla oradan oraya koştursam. Ama ben de biraz sonra bir ‘ikramiye’ alıyorum. Alexiou, şık mı şık, rahat mı rahat bir biçimde geliyor salona ve bizi tanıştırmaya kalkıyorlar. “Durun durun bir dakika” diyor Alexiou, “ben sizi geçen seferden hatırlıyorum, siz Radikal’in yazarısınız degil mi?” Hatırlıyor, hatırlıyor! Ey güzel Allahım, sen nelere kadirsin, Alexiou beni unutmamış! 2000 yılındaki gelişinde de Radikal için bir röportaj yapmıştık onunla ve altı yıl sonra bile ‘o günler’ kalmış aklında.
Basın toplantısının başlamasına daha zaman var ama ben vakit kaybetmek istemiyor ve ilk sorumu soruyorum: “Geçen gelişinizde, sahnede Sezen Aksu’nun ‘Tutuklusu’nu Türkçe söylediniz; o gün bugündür sizden bunu ya da başka bir Türkçe şarkıyı söylemenizi bekliyoruz…”
“Çok istiyorum” diyor, “çok istiyorum ama Türkçe sözleri ben yazacak değilim ki, birileri yazmalı ve bana getirip önermeli” diye cevaplıyor sorumu. Ama ‘dünkü gece’den haberim olduğunu da bilmiyor besbelli. “Kuşlar söyledi” diye giriyorum araya, “dün gece Murathan Mungan’la yemek yemişsiniz ve ‘bana bir şarkı yazmalısınız’ demişsiniz, belki de bu özlemle beklediğimiz Türkçe şarkının gerçekleşiyor olması demek olacak.” “Bu neler de biliyor böyle” bakışıyla süzüyor beni Alexiou, sonra da ‘bir ağır hayran’ olsa bile, bir gazeteciye ortalık yerde söz vermemek gerektiğini düşünüyor, “Bakalım!” diyor yalnızca. İstihbarat doğru olmasına doğru ya, Alexiou’nun ağzından müjdeyi almaya yetmedi işte! Ben ondan, “Evet, böyle oldu, yapacağız!” demesini bekliyorum, olmuyor.
Sorular soruları kovalıyor, yaptıklarını-yapacaklarını konuşmaya çalışıyorum Alexiou ile ama onun aklı fikri “Anthology” albümünde; “Şimdi bu albüme ağırlık verdik” diyor özetle, bütün çabamız bu albüm için. Yalnızca Türkiye’de değil her yerde satışa sunulacak bu albüm, bu albüm için daha çok çalışmamız gerek!” Oysa yıllardır durmadan çalışmış bir isim Alexiou; bir başka büyük dünya star’ı olan George Dalaras’ın 1972 tarihli “Mikra Asia” adlı albümünde başlayan uzun maratonu, dudak uçuklatıcı bir başarı ile bugünlere kadar gelmiş. Ülkesinin (başta Loizos ve Mikroutsikos olmak üzere) kayda değer büyük müzisyenleri ile çalışmış, her biri listeleri alt üst etmiş-milyonlarca nüsha satmış onlarca albüme imza atmış, sahneye çıktığı mekanların tıklım tıklım dolmasını sağlamış, bırakın mekanları stadyumları doldurmayı başarmış bir ‘yüce’ isim Alexiou. Bütün bu ‘uzun maraton’un en parlak anlarından oluşan “Anthology”nin, kimsenin kolunu kıpırdatmasına gerek kalmadan baş tacı edilmesi, listeleri alt üst etmesi gerek ama ne yazık ki böyle olmuyor, olamıyor artık.
Dünya değişti ve Alexiou da, diğer bütün büyük isimler de artık var olmak, bu ‘değişen dünya düzeni’ içinde yer alabilmek için daha çok çalışmak zorundalar. ‘Korsan’ ve ‘download’ büyük sorun gerçekten. Ama o kadar değil. Hemen hemen her ülkede, genç kuşak artık ‘kendisi kadar genç’ birilerinin peşinde ve ne Alexiou, ne de bir başkası bu gidişatı değiştirme gücüne sahip değil. Bunları söylüyorum ona. Karamsarlığımdan bir parça ürkmüşe benziyor. “Bu kadar hızla nasıl değişebiliyor her şey?” diyor cevap niyetine. Haklı, yine haklı! Bu kadar hızlı nasıl değişebiliyor her şey?
Birazdan basın toplantısı için hazırlanan masasına geçecek; ortalık gazeteci-televizyoncu dolu. Haroula’nın moralini bozmanın alemi yok. Biraz güldürmeliyim onu. Altı yıl önce söylediği (ve o zamandan beri hemen hemen her gün kafamda evirip çevirip güldüğüm) bir şeyi hatırlatıyorum ona: “Geçen gelişinizde, her ülkenin kendi öz Madonna’sı vardır, bizimki de Anna’dır” demiştiniz Anna Vissi için, hala öyle mi düşünüyorsunuz?” Aslında cevabı belli bir soru. Alexiou bunu söylediğinde, daha ortada Vissi’nin İngilizce (single ve albüm buketi) “Everything I Am”i bile yoktu ortada; öyleyken Alexiou ‘durum’u gayet iyi tarif etmiş, geleceği görmüştü. Ama bu sefer cevaplamıyor Alexiou, gülüyor, parmağını “Seni, seni!..” der gibi sallıyor bana, ben de gülüyorum ve bu hem ‘komik’ hem ‘zor’ durumdan basın toplantısının anonsu kurtarıyor bizi.
Biz de, artık tıklım tıklım dolmuş salonun bütün kalabalığı ile birlikte Alexiou’nun oturacağı masaya doğru yürüyoruz. Alexiou yerine geçiyor, ben de onu rahat görebileceğim manzaralı bir yere kuruluyorum. Ortada onlarca kamera var. Bir de yüzlerce kameralı cep telefonu. Kimse soru sormuyor, herkes fotoğraf çekiyor. Her birimiz birer ‘kayıtçı başı’ kesilmişiz galiba, durmadan çek-kaydet-çek-kaydet! Utangaç utangaç ben parmak kaldırdım, Hakan Kurşun eksik olmasın hemen söz verdi bana ve ben bu sefer “Hani şu Türkçe şarkı!” konusunu ‘resmi olarak’ bir daha sordum. “Hay Allah” demiş olmalı Alexiou, “bu adamdan çekeceğimiz var!” O bir ‘diva’ elbette ama aynı zamanda da sıkı bir profesyonel: “Daha durun canım” diyor, “daha bunu yapacak çok zamanımız var!”
Basın toplantısı bitiyor, Alexiou kendisi için hazırlanan sahneye geçiyor. Bir piyano ve bir keman eşliğinde kısa bir konser verecek. Kısa, çok kısa, üç ya da dört şarkılık. “To Tango Tis Nefelis” (ya da “Nefeli’s Tango”, yani Loreena McKennitt’in “Tango To Evora”sı) ile başlıyor ‘mini konser’; “Na-na-na-na-na”ları biz salondakilere söyletiyor; biz salondakiler de, gayet iyi biliyor ve söylebiliyor olduğumuzu düşündüğümüz bu bölümü (kimimiz ‘na na na’lı, kimimiz ‘la la la’lı bir biçimde de olsa) gururla mırıldanıyoruz. Bir iki şarkı sonra konser bitiyor; ‘mini konser’ gerçekten miniymiş. Ama ne gam! Daha bu işin Açıkhava’sı var.
O günler geldiğinde Alexiou’yu nasılsa bağrımıza basacak, doyasıya dinleyecek – seyredeceğiz. “Telli Telli”yi, “Maskeli Balo”yu, “Olmasa Mektubun”u ve çoğunu çok iyi bildiğimiz (ama belki Alexiou’ya ait olduğunu bilmediğimiz) diğer şarkılarını (o Yunanca, biz Türkçe) bangır bangır söyleyeceğiz birlikte. Hem bakarsınız (şans bu ya) o da bize Türkçe olarak eşlik eder: “Yaktım gemilerimi, dönüş yok artık geri, tak etti canıma, bu maskeli balo, bu maskeli balo ve onun sahte yüzleri…” Ah Murathan! Bu şarkıyı yazdığın günlerin ‘maskeli balo’ları ne kadar da sönük, ne kadar da zavallı kaldı bugünkülerin yanında? Bugünlerde ‘maske’, ‘yüz’ün bizzat kendisi artık. Yani ‘korsan’ ve ‘download’ sorun olmasına sorun ya, sihirli bir el değse ve bu iki ejderhayı alt etse bile bir şey düzelmeyecek gibi sanki.
Kırık kalpler, Alexiou ya da bir benzerinin şarkılarıyla değil, “Onu yapma, buna yapma, kavşağı geçip kendini atma” gibi ‘mani’li hip – hop’larla, ‘hap’larla teselli buluyor artık! Selim İleri’nin, (“Kırık Bir Aşk Hikayesi”nde) Hümeyra’nın karşısında oturan Kadir İnanır’a söylettiği o eşsiz cümleyi her gün tekrarlasak yeridir: “Mutluluk yanımızdan geçti gitti!”
Alexiou İstanbul’dan geçti gitti.
BULURSANIZ KAÇIRMAYIN
Haroula’nın ilk single’ı “Dimitroula”
Oldukça ağır (en az 4 – 5 kg.) ahşap bir kayığın içine gömülmüş 17 CD’lik “Karavi” kutusu
“Os Tin Akri Tou Ouranou Sou” albümünün, bir DVD ve bir kitapla desteklenmiş özel baskısı
Ve elbette, (dosta – düşmana, “İşte ‘diva’ bu!” dedirten iki disklik “Anthology” albümü
NAİM DİLMENER