Düğünler, asker uğurlamaları, çarşı-pazardaki mesafesizlikler tüm hızıyla devam ederken çılgın kalabalıktan uzak kalmayı sürdürüyoruz. Maskeyle sokakta var olmak yaz sıcağında o kadar meşakkatli ki, bazen hiç çıkmayıp kendi çapımızda karantinayı devam ettiriyoruz. Bir şekilde bireysel karantinalar sürer ve sinemalarımız boşken kaçırdığımız filmlere bakmaya devam.
Sinemamız sizce nasıl? Anlatılan hikayeler? Türlere dağılışı? Yönetmenlerin anlatmak istedikleri? Dertleri, tezleri, işaret ettikleri, sordukları sorular, bizlere göstermek istedikleri? Bireye dair hikayeleri mi toplumsal dertleri anlatan hikayeleri mi seviyorsunuz? İzlediklerinizden memnun musunuz? Bu soruları sormamın nedeni, Anvita Dutt imzalı gerilim filmi “Bulbbul” oldu.
Normalleşme adımlarının parçası olarak sinema salonları dün açıldı. Martta perdeyi kapatan salonlar bir tür ‘prova’ niteliğinde yeniden hizmet vermeye başladı. Box Office Türkiye’den aldığımız bilgilere göre ülke genelinde 33 lokasyonda salonlar seyirciyle buluşmayı bekliyor. Daha önce açıklanan ‘koronavirüs önlemleri’ne dikkat edilerek film gösterecek bu lokasyonlardan yedisi İstanbul’da, ikisi Ankara’da, biri de İzmir’de olacak. İstanbul’daki sinemalar şöyle:
Yeni filmlerle buluşma şansımızın olmadığı şu tuhaf günlerde bazen rotayı sinemanın klasik eserlerine, usta yönetmenlere çevirmek gerekiyor. William Wyler’ın Henry James’in “Washington Square” romanından uyarlama “The Heiress / Miras”ını izlemek de bugünlere rastladı. Aslında ikinci kez izledim, fakat hafızam ya da hard diskim o kadar dolmuş ki, önce hiç izlemediğim yeni bir filmle karşılaştığımı sandım. Peki filmi izlediğimi nereden yakaladım, Morris’i canlandıran Montgomery Clift’in piyanoda çalıp söylediği “Plaisirs d’amour”u duyunca.
Anneler Günü’nü kutlarken sinemanın tuhaf annelerini yazmıştım, Babalar Günü’nde de sinemanın “Bağzı (!)” babalarını hatırlatayım dedim.
Boğazın Üstünde 90’ların en sıradışı ve o kadar da en arada kalmış şarkılarından biri. Üstelik klip çılgınlığının yaşandığı dönemde öne çıkan iyi kliplerden birine sahip. Aynı zamanda gerçek bir İstanbul şarkısı ama turistik-otantik İstanbul şarkıları albümlerinde rastlayamayacağımız cinsten. Belki de şehir müziği denen olgunun karşılığı olarak gösterilebilecek türde bir İstanbul şarkısı.
Avni Anıl, alaturka mûsikînin seyrini değiştirenlerden. Münir Nurettin Selçuk’un mirasını sürdürmüş, yüzünü Batı’ya dönmüş ve aruz vezninden hece veznine geçişte bir köprü olmuş. “Ağla Gitar”, Batı müziğinin popüler olmaya başladığı yıllarda yapılmış. Bu müziğe alternatif çalışmalardan. O dönem, bu yüzden, ciddi tartışmalara vesile olmuş... MURAT MERİÇ (gazeteduvar.com.tr/ 14.06.2020)
Filmin bir diğer ilginç tarafı da Johnny ile Mora’nın tanıştığı barda karşımıza çıkan ve Mora’ya Yunanca bir şeyler söyleyen gizemli kadının kim olduğunun muğlak kalması. Johnny ısrarla gördüğünü, takip ettiğini söylediği bu tuhaf görünümlü kadının sırrını çözemiyor, tabii biz de. Kadını canlandıran Marjorie Cameron Parsons Kimmel’ın yaşamı ise başlı başına bir filme konu olabilir.
Film gerçek bir olaydan yola çıkılarak iki psikiyatrist tarafından yazılmış bir kitaba dayanıyor. Aslında vakanın 26 farklı karaktere sahip olduğu teşhis edilmiş. Fakat Nunnaly Johnson senaryoyu da yazıp çektiği filmde üç karakterle hikayeyi sınırlamış.
Şehir müziğini genç isimler taşıyor. Genç müzisyenler üretiyorlar, kaydediyorlar ve yayımlayabiliyorlar. Bu onların müzikal bağımsızlığını sağlayabiliyor. Bu nedenle, plak şirketi sahibinin söylediğini giyen, müzik kanalının istediği türde kategorize edilen ‘şahane 90’lar’ bölümü tarihe karışmış gibi görünüyor. Bakalım ne kadar devam edebilecek?
Resim sanatına merakınız varsa, Timothy Spall’un Cannes Film Festivali’nde altı yıl önce kendisine en iyi erkek oyuncu dalında ödül kazandıran “Mr Turner”ın ardından bir kez daha Britanya ressamlarından, bu kez Laurence Stephen Lowry’ye hayat verdiği ‘Mrs. Lowry & Son / Bayan Lowry ve Oğlu’nu tavsiye ederim.
Bayram haftasındayız ve bağlarımızı, dayanışma ruhumuzu güçlendirme zamanı. Bu vesileyle sinema mönümüzde aile filmlerine yer verdik. Kimi trajik, kimi komik, kimi gotik, kimisi de fantastik öyküler anlatan yapımlar bunlar. Yani her türden aileye kapımızı açtık. İyi seyirler! UĞUR VARDAN (HÜRRİYET/23.05.2020)
... Bazen eskiden izleyip sadece rayihası kalmış filmlere dönmek de keyif verebiliyor. Aklımda sadece Susan Sarandon’ı karşı pencereden gizlice, beğeniyle izleyen yaşını başını almış Burt Lancaster’ın kaldığı “Atlantic City, USA” de işte böyle, yeniden izleme fırsatı yakaladığım filmlerden oldu. Michel Piccoli’nin varlığını bile unutmuşum. Louis Malle’in yönettiği bu suç filmi, tabii aynı zamanda bir kara film örneği.
Türküleriyle bize yol gösteren ozanlardan biri, Âşık Mahzuni Şerif. On sekiz yıldır aramızda değil, yeni türküler söyleyemiyor belki ama ölümüne dek söyledikleri, kuşaklar boyu dilden dile aktarılacak. Üstelik “Yuh Yuh” örneğinde olduğu gibi, bu türküler kırk yılı aşkın bir süredir güncel, her döneme uyuyor. Büyüklüğü, hem de burada: Sözünü sadece düne ve yaşadığı güne dair söylememiş, geleceği de işin içine katmış.
Uzun süredir beklenen, ESPN ile Netflix ortaklığında yapılan, Michael Jordan’ın basketbol kariyerini merkeze alan, The Last Dance isimli belgesel serisi Nisan ayında yayınlanmaya başladı. Bizde de büyük ilgiyle karşılanan seri haftada iki bölüm şeklinde ekranlara geliyor. Netflix’in yakın zamanda geçtiği “top 10” yayınlama özelliği sayesinde de The Last Dance’in ne kadar “reyting” aldığını görebiliyoruz.
Korona pandemisine dair çelişkili bilgilerin havada uçuştuğu ve artık yaşam tarzımızın fena halde allak bullak olduğu bugünlerde “Zoo”, evde geçen hikayesiyle, öncelikle içinde olduğumuz distopik durumla inanılmaz derecede örtüşüyor... Üstelik, yaşadığımız salgını iki yıl önceden, bir evde kapalı kalmanın yaşatacaklarını, ‘hayatın eve gerçekten sığıp sığmadığını’, zombi metaforu üzerinden çarpıcı biçimde ‘müjdeliyor!’…
Güreli internet devriminin ve dijital müziğin en çok yaradığı isimlerden biri oldu. Birçok kişi internet aracılığıyla Mehmet Güreli parçalarını keşfetti. 2019 yaz aylarında internet üzerinden video-audio diyebileceğimiz bir formatta yeni bir albüm yayınladı.
Anneler Günü haftasında sinemanın tuhaf annelerini hatırlayalım derim. Nedense ilk aklıma gelen -iflah olmaz bir korku sever olarak- “Rosemary’s Baby / Rosemary’nin Bebeği”.
Fenerbahçe Spor Kulübü tarafından resmî marş olarak tescillenen “Yaşa Fenerbahçe”, en bilinen, en çok söylenen marş belki de. Hâlâ büyük bir coşkuyla söyleniyor, tribünleri coşturuyor. Fenerbahçe, şarkı/marş bahsinde şanslı zira takım için yapılmış çok şarkı var. Hatta memlekette yayımlanmış bilinen ilk futbol plağı da Fenerbahçe’yle alakalı. Dünyada daha eski bir örnek var mı bilmiyorum ama varsa da bu plak, ilklerden biri: “Galatasaray – Fener Maçı”. MURAT MERİÇ (03.05.2020/gazeteduvar.com.tr)
2009 yılında Didem Pekün imzalı “Kor ve Ateş Yılları” isimli belgesel Tülay German'la dolaylı bir iletişim kurmamızı sağlamıştı. Dolaylıydı, çünkü filmde sadece German'ın ses kayıtları vardı. Kendisi film için görüntü vermemişti... Böyle de olsa film Tülay German’ı şarkıları dışında tanımayan birçok kişi için önemli bir hazineydi. Ayrıca, Tülay German’ın Düşmemiş Bir Uçağın Kara Kutusu ve Erdemli Yıllar isimli kitaplarından parçaları birinci elden duymamız da önemliydi. Çünkü bu kitaplar epeydir kolay bulunmuyor…
44. İstanbul Film Festivali sürüyor… İlkbaharın İstanbul’a dokunuşudur bir bakıma film festivali ta o ilk ‘sinema günleri’ yıllarından bu yana… Eski tadı ve heyecanı olmasa da festival önemlidir. Başımızın tacıdır! Vizyon durur mu; o da hız kesmiyor... Beşi yerli yapım, ikisi yeniden vizyon görecek film olmak üzere toplam on filme ev sahipliği yapıyor 18 Nisan haftası… Özünde politik bir tür kırması olan ‘Sinners / Günahkârlar’ ve gerilimli casusluk öyküsü ‘Black Bag / Kara Torba Operasyonu’ haftanın notlarımız arasında geniş olarak yer alan iki yenisi!
Çeyrek yüzyılı aşkın, başta pop olmak üzere müziğin tarihini tutan, radyo programları üreten, kitaplar, eleştiriler yazan, plaklar çalan Naim Dilmener bu uzun yürüyüşün Gazete Pazar ile Radikal adımlarında kaleme aldığı yazılarıyla, müzik serüvenimizden önemli ve değerli isimleri bizlerle paylaşıyor.
1930’ların başında Şikago’da suçlarla örülü dünyalarını bırakıp anavatanlarına, Mississippi’ye geri dönen ikizler ve burada açtıkları eğlence merkezi niteliğindeki kulübü vampirlerin basmasıyla yaşanan kaos... Özellikle Marvel evrenine dahil iki ‘Black Panther’ filminin yönetmeni olarak bilinen Ryan Coogler imzalı ‘Günahkârlar’ blues müziğin ön planda olduğu, siyahlara ilişkin sosyolojik bakışlara sahip etkileyici bir gerilim filmi. UĞUR VARDAN (HÜRRİYET/19.04.2025)
Gündemdekilere ve vitrindekilere aldırmadan upuzun sinema tarihinden cımbızla seçilen hoş filmler, insan kokan öyküler, gözden kaçanlar, ıskalananlar, pamuklara sarılması gereken mütevazı başyapıtlar ve diğerleri Hilal Çetinder’in kaleminden Film Makarası’nda…
Uzunca bir aradan sonra tekrar merhaba. Ülkenin gündemi düzenli yazılarımıza müsaade etmedi bir süredir. Yaşanan hukuksuzluklar, gençlerin başını çektiği protesto gösterileri, boykot vs. derken, ülkenin gündemi yoğunluklu olarak bunlarla ilgiliyken, sinema yazmak içimden gelmedi açıkçası. Yaşananları unutmadan ve gündemden düşürmeden, sinemaya yavaş yavaş geri dönelim. Gecikmeler olunca, geçtiğimiz Şubat ayındaki Berlin Film Festivali izlenimlerinin son bölümü de bu haftaya kadar sarkmış oldu. Ama bu filmler, ülkemize ancak uğramaya başladığı için, halen eski bir gündem değil diye düşünüyorum. O halde buyurun, Berlinale izlenimlerinin, son bölümüne.
Göksel Baktagir, Çiğdem Gürdal ve Şennur Dinleyen'le ince sazın aşkı bugün 20.00'de TRT Müzik'te ekranlara gelecek Ahenk programında.
Yeni fotoğrafı görmek, müzikseverlerin beğenisinin ne kadar değiştiğini öğrenmek için yerli rockta ‘bütün zamanların en iyileri’ni sinemamuzik.com okurlarına ve müzik eleştirmenlerine sorduk. İlginç liste çıktı ortaya:
Her biri meslekte en az 20 yılı devirmiş müzik yazarlarımızın saptadığı yerli grupların ‘şeref tablosu’nda Moğollar, Bulutsuzluk Özlemi ile ‘orta yaş’a dayanmış akranlar mor ve ötesi ile Duman gözüküyor. Hemen enselerinde Kurtalan Ekspres ile Dervişan yer alıyor. Bir alt basamakta ise, az zamanda çok iş yapmış Hardal ve Mazhar Fuat Özkan bulunuyor. Aslında gözler Mazharlar’ı daha üstte arıyor da, ‘ticaret’in dozunu kaçırmak bazen böyle sonuçlara neden oluyor.
Sinemamuzik.com, bir çoğu Altın Portakal’da jürilik de yapmış sinema yazarlarına sordu: ‘Antalya Altın Portakallı en iyi film hangisi’?... Birinciler listesinde ‘kortej’e çıkan ve bütün zamanların Altın Portakal birincilerini değerlendiren 31 sinema yazarının katıldığı araştırmada, Zeki Ökten’in 1980 tarihli Sürü filmi 213 puan toplayarak birinciliği kazandı. Sürü’yü 204 puanla Muhsin Bey (Yavuz Turgul) ve 192 puanla Uzak (Nuri Bilge Ceylan) izledi.
Sinemamuzik.com sinema yazarlarına sordu: ‘İlk uzun filmini 21. yüzyılda çeken en iyi 10 yerli yönetmen kim?... 30 sinema yazarının katıldığı araştırmada bol ödüllü Emin Alper 195 puan toplayarak birinciliği kazandı. Alper’i 145 puanla Pelin Esmer ve 136 puanla Özcan Alper izledi. Emin Alper'i 27 sinema yazarı listesine alırken, Pelin Esmer’e 25, Özcan Alper’e 20 listede yer verildi. Bazı popüler isimler ön sıralarda yer alamadı.
İletişim yayınları etiketiyle satışa çıkan kitapta müzik yazarı, eleştirmen, programcı Murat Beşer, Türk müziğinin zarif sesi Nesrin Sipahi’nin yaşamı ve sanat serüvenini ayrıntılarıyla anlatıyor. Kitap, Yeşilköy’de başlayan çocukluğun, radyolardan plak kayıtlarına, turnelerden gazinolara uzanan başarı öyküsüne dönüşümü kadar Sipahi’nin bilinmeyen yönlerini de ortaya koyuyor. Nesrin Sipahi-Sahnelerin, Radyoların, Plakların Hanımefendisi aynı zamanda bir dönemin kültürel portresi.
Türkiye´nin büyük kentlerinde yayında olan radyo kanallarının geniş listesi
Genç yaşına karşın uzun yıllardır rap müzikle uğraşan ´sinemamuzik.com´ okuru Emre Onaran sitemiz için şarkı yazdı. Yapıtını arkadaşı Uygar´la (Ragyu) birlikte seslendiren Emre Onaran´ın (Sürgün) videosu içeride:
Ünlü grupların kuruluş öyküleri, müzik serüvenleri yakından takip edilse de isimlerinin nasıl doğduğu ve koyulduğu pek bilinmez. Meraklısı için ilginç bir liste hazırladık:
Hemen her öğretmenin, okul müdürünün maratona benzettiği hayatın henüz başında biri Lezzet. Başka bir deyişle; böğürtlenli, limonlu, çilekli, çikolatalı, vişneli, karamelli, karadutlu dondurmalardan henüz tatmadı, sadece vanilyalının tadını biliyor. Onunla tanışmak için sayfaları çevirmen yeterli. Çelişki Bilmez Lezzet’in Geçmiş Zaman Maceraları Uğur Vardan’ın çocukluk anılarından yola çıkarak yazdığı öykülerden oluşuyor.
Popüler orkestralar ile grupların Türkiye serüvenini ‘Günlerin İçinden Canım’ / 100 Yıllık Türkiye Popüler Orkestralar ve Gruplar Tarihi (1923-2022) adlı internet sitesinde anlattım.