‘BURUN FARKIYLA DEĞİL, AÇIK ARA EN İYİ PİNOKYO'
Fakir, vefakâr, içi iyilik dolu ve hayatını ahşap işçiliğinden kazanan emektar bir usta, Geppetto… Bir odun parçasından hayat verdiği kukla artık onun oğludur. ‘Pinokyo’ adlı bu yeni yaşama sevinci yaşlı Geppetto için ömür törpüsü olacaktır. Okula gidip eğitim görmesini istediği ‘ufaklık’ dersleri kıracak, bir ‘kukla tiyatrosu’nun peşine takılarak ilginç maceralar yaşayacaktır…
Floransalı yazar Carlo Collodi’nin (ki gerçek soyadı Lorenzini’ydi) 1881’de bir çocuk dergisinde tefrika edilen bu öyküsü daha sonra geniş bir kitapta toplanmış ve 1883’te ‘Pinokyo’nun Maceraları’ adıyla basılmıştı. O günden bu yana dünya edebiyatının unutulmaz çocuk klasikleri arasında yer alan ‘Pinokyo’ (‘Pinocchio’) zaman zaman sinemaya uyarlanmış, özellikle Disney’in 1940 yapımı animasyonuyla popüler kültürdeki konumunu sağlamlaştırmıştı.
İtalyan sinemasının en iyi yönetmenlerinden
Collodi’nin yapıtına son olarak suç ve şiddet arasında sıkışmış bireylerin hikâyelerini anlatan ve Paolo Sorrentino’yla birlikte şimdiki zaman İtalyan sinemasının en iyi yönetmenlerinden olan Matteo Garrone el atmış. Mafyanın iç işleyişini gözler önüne seren ‘Gomorra’nın yanı sıra ‘Dogman’le de hatırladığımız usta sinemacı bu çocuk klasiğini aslına uyarak ama alabildiğine karanlık ve son derece çarpıcı kadrajlara sahip bir görsellikle huzurlarımıza getirmiş.
Malum, Collodi’nin yapıtında kukla çocuk yaramaz ve babasının emeklerini boşa çıkaracak bir karaktere sahiptir. Ama yaşadığı deneyimler onun olgunlaşmasına zemin hazırlar. ‘Pinokyo’nun asıl derdi gerçek bir çocuk olmaktır. Tarihsel bir perspektifle bakıldığında bu metin aslında Frankenstein’dan beri insan eliyle yaratılan formlara hayat verme meselesinin çocuk versiyonudur. Zamane izleyicisi açısından da şöyle bir hatırlatma yapmak gerekebilir: ‘Yapay Zekâ’daki (‘A.I. Artifical Intelligence’) minik robot David de aslında Pinokyo’nun gelecekteki uzantısıdır.
Matteo Garrone ana hikâyenin kalıplarına bağlı kalarak ve işin görselliğine yüklenerek anlatmış bu masalı. Filmde birçok kadraj ortaçağ ressamlarının karanlık tabloları gibi (görüntü yönetmeni olarak ‘Dogman’deki gibi Danimarkalı Nicolai Brüel’le çalışmış). Eşeğe dönüşme sahnesi efekt açısından çarpıcı, ‘tonbalığı’ mesela, o da tasarım olarak ilginç.
Burnu sadece bir sahnede uzuyor
Oyunculuklara gelince: Minik Pinokyo’da Federico Ielapi, karakterinin soğukluğunu ve haylazlığını başarılı bir şekilde yansıtıyor ama asıl belirleyici unsur efekti olmuş tabii ki. Roberto Benigni 2002’de ‘Pinokyo’yu kendisi sinemaya uyarlamış ve kuklayı canlandırmıştı. (Bu karakter için fazla büyük duruyordu tabii ki!) Bu kez ‘Geppetto’ olarak karşımızda ve ‘Hayat Güzeldir’le o çok iyi bildiğini gösterdiği ‘baba-çocuk ilişkisi’ni bir kez daha sımsıcak bir şekilde kuruyor. Ben kadrodan özellikle Tilki’yle (aynı zamanda Garrone’yle birlikte senaryoyu kaleme alan Massimo Cecchirini) Kedi’yi (Rocco Papaleo) çok beğendim. Pinokyo’nun hamisi konumundaki Peri’nin yetişkinliğiniyse François Ozon’un ‘Genç ve Güzel’inden hatırladığımız Marine Vacth canlandırıyor.
Sonuç itibariyle insanileşmeden önce emek, alın teri ve değerlerin anlamını öğrenen bir kuklanın dönüşümünü anlatan ‘Pinokyo’nun bu son adaptasyonu özellikle görselliğiyle son derece cezbedici. Ana karakterin alameti farikası konumundaki yalan söyleyince burnunun uzaması meselesiyse filmde sadece bir yerde geçiyor; bunu da bir not olarak düşelim... UĞUR VARDAN (HÜRRİYET/14.11.20209