SİNEFİLDEN NOTLAR / HASAN NADİR DERİN

VİZYONDAN KISA KISA

01 Ağustos 2021 Pazar 20:02
SİNEFİLDEN NOTLAR / HASAN NADİR DERİN

Sinemaların açılması ile birlikte, çevrimiçi etkinlikler sona ermiş gibi gözüküyor. Bazılarının bir süre sonra devam edeceğini duymuştuk ama bekleyip göreceğiz. Şu aralar yeni bir festivalin ve önemli sinema haberlerinin de olmadığı durgun günlerde olduğumuza göre, geçen hafta seyirci sayıları üzerinden baktığımız yeniden açılan sinemalara, bu sefer peki filmler nasıldı diyerek, seçtiğimiz bazı filmler üzerinden bakalım.

F9 (Hızlı ve Öfkeli 9):

Hızlı ve Öfkeli serisinin yeni filmi, ülkemizdeki vizyon yolculuğunda ilk ayını doldurmuş olsa da çok sayıda salonda gösterilmeye devam ediyor. Ülkemizde çok sevilen bir seri olduğunu daha önce vurgulamıştık. Bunu bir kez daha gösteriyor ama filmin serinin önceki filmlerinin düzeyini yakaladığını söylemek güç. Hızlı ve Öfkeli filmlerinden büyük bir sanat eseri beklemiyoruz elbette. Kafamızı dağıtacak, eğlencelik 2-2.5 saat geçirtsin istiyoruz. Serinin fizik kuralları ile bağlantısı uzun zaman önce koptu. O yüzden, bu sefer uzaya kadar gitmiş olmalarına rağmen, bu da hiç mantıklı değil demeyeceğim ama bazı bölümlerin en azıdan suçlu zevk tarafı vardı. Burada onu da bulamıyoruz. Dom'un her nedense 8 filmdir bahsedilmeyen kardeşi varmış da aileden dışlanmış hikayesi hiç ilgimi çekmedi, eski filmlerdeki karakterlerden Han'ın dönüşü de hiç umurumda olmadı. Aksiyon sekanslarını da zayıf bulunca, bitse de gitsek dediğim bir film oldu. Aslında Roman'ın gündeme getirdiği, bunca zaman neler neler yaptık, vücudumuzda bir çizik bile yok sorgulamasını ve o konu ile ilgili esprileri biraz daha zekice kullansalar, oradan bir şeyler çıkabilirmiş. Paul Walker'ı unutmamış olmalarını, film evreninde Brian'ın halen yaşamasını seviyorum bu arada.

Black Widow:

Marvel, pandemi öncesi bizleri her sene 2-3 filme alıştırmıştı. Nicedir beklenen Black Widow filmi nihayet karşımıza çıktı. Natasha Romanoff'un Civil War'dan sonra neler yaptığını çok mu merak ettiniz? Buyurunuz cevabı.

Kendi başına fena film değil de madem geçmişten bir hikâye anlatıyorsunuz, bu film neden Civil War'dan sonra karşımıza çıkmadı o zaman? O zaman olsa daha fazla anlamı olabilirdi. Mevcut Marvel evreni ile çok da bağlantı kurmuyor zaten. Natasha’nın kardeşi Yelena'yı evrene yeni Black Widow olarak dahil edecekler, onu anladık ama biliyorduk zaten. Onun dışında Natasha ile ilgili çok önemli şeyler de öğrenmedik.

Aksiyon sahnelerinin bazıları fazla abartılı olsa ve Taskmaster karakteri harcanmış olsa da genelde iyi. Natasha'nın sürekli poz kesmesi ile ilgili espriler güzel. Spoiler vermemek için söylemeyim ama bazı detaylar mantığımıza uymuyor. Netice olarak keyifle izleniyor mu? İzleniyor. Ama MCU filmleri içinde, ortalarda bir yerlerde kalacak.

Yalnız Marvel’in pandemiye denk gelen filminin bu olması iyi olmuş. Geçmişi anlattığı için, ertelenmesi problem olmayacak bir filmmiş zaten.

A Quiet Place Part II (Sessiz Bir Yer 2):

2018’de, ilk Sessiz Bir Yer filmi, güzel bir sürpriz olarak karşımıza çıkmıştı. Oyuncu olarak tanıyıp sevdiğimiz John Krasinski, daha önce de yönetmenlik denemeleri olsa da bu kez, ciddi şekilde radarımıza girmişti. İkinci filmde, ilk filmin çarpıcı ses, daha doğrusu sessizlik kullanımı yok ama Krasinski yine iyi bir yönetmen olduğunu gösterecek numaralar yapıyor. Yaratıkların ilk kez dünyamıza gelişini gösteren giriş sahnesi ve finaldeki paralel kurgu son derece başarılı. Yine de giriş sahnesinde bazı mantık hataları olduğunu söylemem lazım. Ya da benim kaçırdığım bir şey var. Yaratıkların sese duyarlı olduklarını nasıl bu kadar çabuk çözdüklerini anlayamadım mesela. Giriş ve final arasındaki bölümlerde de gerilimin iyi kurulabildiği sahneler var ama ilk filmdeki ayağa batan çivi ya da doğum sahnesinin yarattığı his daha güçlüydü. Ki onlar da sessizlik meselesi üzerinden kurulan gerilimlerdi zaten.

Bu tarz serilerde hep olduğu gibi, küçük bir hikâyeden başlayan anlatı, giderek büyüme yoluna girmiş. Çekilmesi muhtemel üçüncü halkada, işin daha büyüyeceği belli oluyor. Emily Blunt-John Krasinski ikilisini zaten seviyoruz ama ilk filmde de Millicent Simmonds'ı başarılı bulduğumu yazmış olmalıyım. Burada karakteri, daha da güçlü bir genç kadın olma yoluna girmiş. Umarım farklı filmlerde de kendisine yer bulmayı başarır.

Bu film için, ilk film kadar iyi olmasa da ona ihanet etmeyen bir devam filmi diyebilirim. 

The Conjuring: The Devil Made Me Do It (Korku Seansı 3: Katil Şeytan):

Son dönemin başarılı korku serilerinden biri de Korku Seansı. Herkese hitap etmese de ben, serinin diğer filmlerini sevenlerdenim. Hatta aynı evrende geçen diğer filmlerin de çoğu fena değil ama bu film, çok klasik korku temalarını, en bildik şekilde işleyen bir yapım olmuş. Bir tutam şeytan çıkarma, biraz aile draması, ucundan köşesinden paranormal dedektiflik hikayesi. Hepsini karıştıralım, sonuca bakalım.

Sonuca bakınca, önceki filmlerin yönetmeni James Wan'ın özellikle atmosfer yaratmadaki mahareti daha iyi anlaşılıyor. Patrick Wilson ve Vera Farmiga iyi oyuncular ama onlar da bu sefer eski filmlerin ekmeğinden yemişler. Geri kalan karakterlerin hikayelerini ise, hiç önemsemedim zaten. Ki, şeytanın etkisinde cinayet işleyen gence sempati duymayınca, filme bağlanmanız da zor oluyor. Sonuç olarak, seriyi eksik bırakmayayım diyenler dışında pek kimseye tavsiye edemeyeceğim.

 

Yerli filmler:

Henüz Türkiye filmleri içinde, uzun uzun yazacak bir film vizyona girmediği için, bu kısmı toplu olarak geçelim. Vizyona giren Türkiye filmlerinin bir kısmı, Kültür Bakanlığı’nın “Yerli Film Gösterim Desteği” kapsamında gösteriliyor. Sinemaların açıldığı son bir ayda bunların çoğunun, geçen yıl çevrimiçi festivallerde yarışan filmlerden seçildiğini görmüştük. Az sayıda salonda da olsa, halen gösterimde olan Plaza için, tam bir başarıya ulaşamasa da iyi niyetli bir ilk film diyebiliriz. Bomboş bir plazada tek başına çalışan bir güvenlik görevlisini anlatan film, umut verici bir başlangıç yapsa da hikayesini yeteri kadar inandırıcı kılamıyor ve altını dolduramıyordu. Yine geçen yıl festivallerde karşımıza çıkan Uzak Ülke ise bir çocuk ve bir askerin, nefretten dostluğa doğru ilerleyen ilişkisini anlatırken, başarılı görüntü yönetimi dışında, pek de bir şey sunamıyordu.

Gösterimdeki diğer yerli filmler ise, düşük bütçeli komedi ve korku filmleri. Bunların içinde prodüksiyon kalitesi her şeye rağmen diğerlerinden daha yüksek olan Hababam Sınıfı Yaz Oyunları, son bir ayın da en çok izlenen yerli filmi oldu (60 bin seyirciye çok dersek). Kendi adıma Hababam Sınıfı gibi marka bir ismi kullanmasa daha çok içime sinerdi diyebilirim. Kendi başına bakarsak, orta karar bir yaz filmi denebilir. Bu filmle ortak oyunculara sahip olan Bize Müsaade tipik bir arkadaş komedisi olarak başlasa da bilim-kurgu sınırına kadar giden hikayesi ile, benzer örneklerinden biraz daha öne çıkmayı, kendini izlenebilir kılmayı başarıyordu.

Halen gösterimde olan Lanetli Anlaşma ve Ehrimen: Kanlı Yol isimli korku filmleri ve Vay Babam Vay isimli komedi filmi ise, geçen hafta bahsettiğim, seyirciyi sinemadan uzaklaştırabilecek filmler arasındaydı benim için.

Kısa Tavsiyeler:

Yukardaki filmler dışında, bir de halen vizyonda olan filmler içinden 4 filmlik, birer cümlelik yorumlarla, kısa bir tavsiye listesi yapalım:

- Jungle Cruise: Kafa dağıtmalık, eğlencelik bir avantür filmi.

- Sous le ciel d'Alice (Lübnan Semaları): Farklı türleri başarıyla harmanlayan, başarılı bir komedi-drama.

- Voyagers (Gezginler): Uzayda geçen bir Sineklerin Tanrısı hikayesi.

- La haine (Protesto): 90’lardan gelen bir modern klasik. Sinemada izlemediyseniz, mutlaka.

 

Ankara’dan Etkinlikler:

Geçtiğimiz ay boyunca olduğu gibi, yine Cermodern açık hava sinemasındaki gösterimler devam ediyor. Haftaya Mülkiyeliler Birliği’nde de gösterimlerin başlayacağı notunu düşerek Cermodern’in bu haftaki programına bakalım.

1 Ağustos Pazar: Tavşan Jojo (Jojo Rabbit)

6 Ağustos Cuma: Öyle Çok Sevmiştik ki (C’eravamo Tanto Amati)

Haftaya görüşmek üzere.

HASAN NADİR DERİN



Diğer Yazılar