SİNEFİLDEN NOTLAR / HASAN NADİR DERİN

VİZYONA DÖNÜŞ (YURT, TURBO VE DİĞERLERİ)

23 Haziran 2024 Pazar 20:07
SİNEFİLDEN NOTLAR / HASAN NADİR DERİN

Uzunca bir süredir, bu bölümü festivallere ayırıyorduk. Yaz gelip festival sezonu bittiğine göre, vizyona geri dönelim. Önce, festivallerden sonra vizyona giren Yurt ile, yumuşak bir geçiş yapalım. Yerli sinemamız adına, farklı örnekler olan bir bilim-kurguya ve son derece sert bir filme de bakalım. Aynı derecede tartışmalı bulduğum bir film sonrasında, M. Night Shyamalan’ın kızının ilk uzun metrajı ve yeni Bad Boys filmi ile de haftayı kapatalım.

Yurt:
Festival faslını kapatıp, uzun süredir yazmadığım ve biriken vizyon filmlerine başlayayım dedim ama açılışı, Engelsiz'de de gösterilen Yurt ile yapayım. Nehir Tuna'nın bu ilk uzun metrajını, bazı yönleriyle sevdim ama bazı yönleriyle de zayıf ve sorunlu buldum.
Önce olumlu tarafları. Yönetmenin de bir cemaat yurdu geçmişi olduğu için, o ortamı çok iyi anlatmış. Ana karakterin, bu konudaki arada kalmışlığı iyi verilmiş. Oyuncular gayet iyi. Siyah-beyaz görselliği ve renkliye geçişteki his değişimi de öyle. Görüntü yönetmeni Florent Herry, ustalığını hissettiriyor. Esasen film teknik olarak, gayet başarılı zaten.
Ama sorunlar senaryo boyutunda ortaya çıkıyor. Yurdu başarılı bir şekilde anlatırken, karşısına konumlandırdığı seküler kesim ya da Kemalistler diyelim, çok basmakalıp. Özellikle finaldeki paralel kurgu numarasıyla, yok aslında birbirlerinden farkları demesi, haksızlık olmuş. Her iki ideoloji de gençleri belli bir kalıba sokmak istiyor dediği anlıyorum. Benim bu görüşü kabul etmemem ayrı mesele ama film de bunu destekleyecek argümanı sunamıyor.
Film vizyona gireli epeyce olduğu ve izleyen izlediği için, biraz spoilerlı yorum da yapayım. Ana karakter Ahmet'in her konuda arada kalmış olmasına da gerek yoktu. Mesela cinsel yönelimi konusunda onun da, filmin de çok kafası karışık bence. Bir yandan okula yeni gelen kızdan çok etkileniyor, bir yandan yurttaki arkadaşına, neredeyse ilanı aşk ediyor. Hatta rüyalarında da erkek bedenleri görüyor. Filmin renklendiği kısım da sanki karakterin cinsel kimliği ile barıştığı kısım gibi gözüküyor ama oradan da dönüyor. Yönetmenin söyleşilerine katıldığı gösterimlerde de, böyle bir durumu reddettiğini duydum. İlginç.
Filmi izlerken, yurtta Ahmet'e olumsuz tavırları olan hocanın, babası bu kadar zengin bir çocuğa böyle davranmasının da mümkün olmadığını düşünmüştüm. Ama filmle ilgili tartıştığım bir arkadaşım, o yıllarda zengin olsalar da bugünkü kadar nüfuzlu değillerdi argümanı ile geldi. Bu, kabul edebileceğim bir açıklama. Bu arada filmin, sınıf çatışması ile ilgili kısmının da çalıştığını söylemeliyim.
Kısacası, teknik olarak başarılı bulduğum ama ideolojik olarak onaylamadığım ve öne sürdüğü fikirlerin altını yeteri kadar dolduramayan, senaryoda sıkıntıları olan bir film bence.

Daha İyi Bir Yarın:
Bu sene, sinemamızı sıkışıp kaldığı birkaç türün dışına çıkarabilecek örnekler çıktığı için memnunum. Sorunları olsa bile, aynı şeyi 1500. kez yapmaktansa, yeni bir şey deneyen filmleri seviyorum. Daha İyi Bir Yarın da, onlardan biri.
Film, yakın bir gelecekte geçiyor. Hemen herkes, bencil ve duygusuz. Kimse elinde olanla yetinmiyor, daha iyisini, daha da iyisini istiyor. Eeee, bugün de öyle zaten mi dediniz? Eh, yakın bir gelecek demiştim.
Ama ana karakterimiz Ozan, böyle bir insan değil. Sevgilisi, daha iyisi için onu terk edince de intihar etmeye karar veriyor. İntihar, devlet denetiminde yasal hale gelmiş ve bunu gerçekleştiren firmalar var. Ama sizi sevdiğini kaydettirmiş biri varsa, intihar onaylanmıyor. Hiç tanımadığı bir kadın da, Ozan'ı sevdiğini belirttiği için, intiharı onaylanmıyor ve olaylar gelişiyor. Ekin adındaki bu kadın da, tıpkı Ozan gibi o döneme ait bir karakter değil. İçten, samimi ve sevecen bir tip. Bu andan itibaren, hikâye bir aşk filmine dönmeye başlıyor.
Filmin bazen fazla yapay durduğu söylenebilir ama bunların bir kısmı, gelecekteki insanların yapaylığını göstermek için. Bir kısmı da finaldeki sürprize hizmet ediyor. Gerçi, kısmen tahmin edilebilir bir sürprizdi. Özellikle arka plandaki şehir görsellerinin de yapay durduğu söylenebilir. Evet, o bir falso ama filmin bütçesinin çok büyük olmadığı belli. Tamam, çok da sorun değil dedim. Senaryo, özellikle final sürprizi, biraz sıkıntılı. Üzerinde daha fazla çalışılabilirmiş.
Dediğim gibi, çok iyi değil belki ama keyifle izlediğim, izlediğime de memnun olduğum bir film oldu. Yönetmen Emre Kavuk'un kesinlikle en iyi filmi. Yakın zamandaki Arap Kadri, kısmen iyiydi ama ondan öncekiler ciddi anlamda kötüydü zaten.

Turbo:
Bu film, vizyondan sessiz sedasız geçti ama (1.188 kişi izlemiş), bir şeyler yazmadan geçmek istemedim. İzlerken gerim gerim gerilip, sinirimin bozulduğu bir film oldu. Olumlu anlamda söylüyorum ama bunu. Cem Özüduru'nun hedeflediği buymuş ve başarmış.
Cem Özüduru'yu önce çizgi romanları ile tanıyıp sevmiştim. Sonra Can Evrenol filmlerinin senaristi olarak karşımıza çıktı ve özellikle Baskın'la toksik erkekliğin sinir bozuculuğunu yansıtabileceğini gösterdi. Bu filmde de aynı yoldan devam ediyor.
Film, sokakta karşılaşsanız yolunuzu değiştireceğiniz 4 arkadaşın, bir gecesini anlatıyor. Özellikle ilk yarısını, gerilim kurma açısından çok beğendim. Özüduru, bu berbat tipleri çeşitli durumların içine sokup, gerilimi yükseltiyor, yükseltiyor ve bombanın patlamasını bekliyor. Bomba patlamadıkça, o gerilim iyice yükseliyor, siz de perde karşısında, parmaklarınızı kemirerek izliyorsunuz. O dünyaya, o jargona çok uzak biri olarak, izlerken son derece rahatsız oldum ama filmin olayı bu zaten. Araya çıktığımda filmle ilgili konuşurken, "Barda on the Roads" dedim hatta.
İkinci yarıda, karakterlerin geçmişleri ve duyguları ile ilgili daha çok şey öğreniyoruz. Bunların yaptıklarını temize çektiği söylenemez ama bir altyapıya oturtuyor en azından. Ama bu kısmı, biraz daha zayıf bulduğumu söyleyebilirim.
Filmin en çok eleştirilebileceği yer, kadına bakışı. Karakterlerin kadına bakışı zaten berbat. Karakterlerin dile getirdiği fikirlerin, filmin onayladığı fikirler olduğu kolaycılığına girmeyeceğim. Ama karakterlerden birinin sevgilisinin yansıtılma biçimi, tartışmalıydı bence.
Finaldeki itirafı ve çok sürpriz sayılmasa da filmi götürdüğü yeri sevdiğimi söyleyebilirim. Oyuncular da çok iyiydi. Dediğim gibi, asla karşılaşmak istemeyeceğiniz tipler olmuşlar.
Film 18+ almıştı. Cinsellik, şiddet ve küfür dozuyla, hak ediyor gerçekten. Herkese göre bir film olmadığı açık. Ben sevdim diyorum belki ama yakın zamanda, ikinci kez izlemek de istemem. Son derece sert ve seyirciyi, psikolojik olarak da çok yoruyor.

Un Actor Malo (Kötü Oyuncu):
Genelde, filmler hakkında bir şey yazmadan, biraz demlenmesini bekliyorum ama bu film hakkında, sıcağı sıcağına yazmak istedim. Çünkü, ele aldığı olaya yaklaşımıyla, beni gerçekten sinirlendirdi. Üstelik son bölümüne kadar, bayağı iyi film diyordum.
Önce hikâyeden bahsedeyim, sonra mecburen spoiler'a gireceğim. Bir film setinde, sevişme sahnesinin çekimi sonrasında, kadın oyuncu, erkek oyuncunun kendisine tecavüz ettiğini söylüyor ve olaylar gelişiyor. Az sayıda karakter arasında gelişen bu kısım bayağı iyi. Kadın ve erkek arasındaki bakış farkını iyi veriyor. Set ekibinden olayı öğrenen kadınların, hemen mağdurla dayanışırken, erkek yönetmenin tarafsız gibi durup, aslında erkek oyuncudan yana olması, yapımcı kadın olduğu halde, hemen olayı kapatmak istemesi de güzel işlenmiş. Kadının avukatının erkek, erkeğin avukatının kadın olması da güzel detaylar.
Bu kısımlarda kurulan gergin atmosfer ve olayın nereye gideceğinin merak duygusu gayet iyi. Oyuncuları da beğendim. Film, bir buçuk saatte geldiği noktada bitseydi, 7.5 verip geçebilirdim.
Bundan sonra, filmin sevmediğim ve beni sinirlendiren tarafına geçeceğim ama bu kısmı için, önce küçük bir spoiler. Senaryonun ilk büyük falsosu, iki karakterin baş başa kaldığı sahne. Hiçbir avukat, az önce tecavüzle suçlanan bir adamın, mağdurla yalnız kalmasına izin vermez. Mümkün değil. Neymiş efendim, yalnız konuşurlarsa, kadını ikna edeceğini düşünüyormuş. Adam, fiziksel şiddet uygulayabilir, psikolojik şiddet uygulayabilir, tehdit edebilir, hatta kadını öldürebilir bile. Mağdur baş başa kalmayı kabul etse bile, olacak iş değil. Ki, kadın da, adaleti kendi sağlamak isteyip, adama zarar verebilir. Üstelik bu sahnedeki diyalog, filmin en önemli anlarından biri ve finalde tekrar ediliyor.
Senaryodaki ikinci falso, olay sosyal medyada yayıldıktan sonra, protestocuların toplanıp, pankart hazırlayıp, sete ve adamın evine gidecek kadar zaman geçmesine rağmen, ana karakterlerimizin de, arkadaşlarının da, avukatların da, iş işten geçene kadar bundan haberleri olmuyor.
Şimdi dev SPOILER geliyor.
Sosyal medyadan toplanan ve adamı protesto eden kitle, delirmiş bir kalabalık olarak çizilmiş. Adamın evini taşlıyorlar, seti ateşe veriyorlar. En sonunda da adamı linç ediyorlar. Bunlar olurken, polis falan da ortalarda yok (çok az görünüyor daha doğrusu).
Buradan benim çıkardığım mesaj: Adam tecavüz etmiş olabilir ama başına bunların da gelmesine gerek yoktu canım, kendi aranızda halletseydiniz keşke, zaten af da dilemişti.
Şunu da kötü niyetli bir yaklaşım olarak görüyorum. Tecavüz olayı var ama olabilecek en "hafif" şekilde (filmin yaklaşımını belirtmek için hafif dedim, yoksa bu işin hafifi olmaz). Saniyeler düzeyinde bir penetrasyon oluyor, üstelik öncesinde rıza da soruyor. Adamın başına gelense, olabilecek en uç nokta. Linç ediliyor. Son jenerikte, adamın af dilediği konuşmanın tekrar verilmesi de kötü niyetli bence. Adam düpedüz tecavüz etmiş ama finalde bizim ona ve ailesine acımamız, kadın karaktere, bu kadar da inat etmeyip, affetseydin dememiz bekleniyor.
Sonuç olarak, iyi çekilmiş ve oynanmış ama senaryosu sorunlu ve verdiği mesajı kesinlikle onaylayamayacağım bir film.

The Watchers (Gözcüler):
Ünlü bir yönetmenin çocuğu da yönetmen olunca, üstelik aynı türde film yaparlarsa, ister istemez bir karşılaştırma yapıyoruz. Belki de haksızlık bu ama Ishana Night Shyamalan için, babasının iyi özellikleri kadar kötü özelliklerini de almış diyeceğim.
Bir ormanda kaybolan, daha sonra da üç kişinin yaşadığı korunaklı bir kulübeye sığınan genç bir kadının hikayesini izliyoruz. Bu kulübede yaşananları, adeta bir BBG evi gibi, her gece izleyen birtakım yaratıklar var. En azından, bize verilen bilgi bu.
Ishana Shyamalan, tıpkı babası gibi, atmosfer kurma, merak duygusu oluşturma konusunda çok başarılı. Belli bir yere kadar, büyük bir keyifle ve kafamda soru işaretleri ile izledim. Filmin gizemi, bir miktar Lost'u da hatırlattı. Nereye kadar keyifle izledim? Dışarıda ne olduğunun açıklanmaya ve gösterilmeye başladığı kısma kadar. Çünkü bu ana kadar, bilinmeyenin yarattığı korku ve gizem üzerine oynuyor ve bunda da başarılı oluyor. Gizem çözüldükçe, film de düşüyor, çünkü inandırıcı olamıyor.
Aslında temel eleştirim, hikayedeki sorunlara dair ve karşımızda bir roman uyarlaması olduğu için, belki de olumsuz notu, romanın yazarı A. M. Shine'a vermek lazım. Ama Shyamalan da ilk filmi için, bu romanı seçip, senaryoyu da kendi yazmış. Bir fantastik filmde, üstelik kesin kurallar içeren bir fantastik filmde, bunların kendi içinde bir mantığa oturması gerek ama bu filmde, o mantık işlemiyor.
Hikâyenin, ana karakterin geçmişi ile hesaplaşması temeline oturması güzel aslında. Fakat, 4 kişi arasında geçen ve kişisel bir hesaplaşma üzerinden giden filmi, öyle bir mitolojiye bağlamaya çalışıyor ki, hadi minik bir spoilerımsı vereyim, tüm dünyayı etkileyebilecek bir yere ilerliyor. Ama bu, etkileyici olmaktan ziyade, komik oluyor ve yazık ki.
Dev bir mitolojiye bağlama ve finalde sürpriz yapma isteği de baba Shyamalan'ın da son zamanlardaki zayıf karnı zaten. Yine de ilk bölüm, Ishana Night Shyamalan'ın iyi bir yönetmen olduğu ışığını veriyor. Henüz ilk uzun metrajı. Bu filmin son aksında tökezlese de bence umut var.

Bad Boys: Ride or Die (Bad Boys: Ya Hep Ya Hiç):
Bad Boys serisi, 90'larda da çok hazzettiğim bir seri değildi. Michael Bay’i o zaman da sevmiyormuşum demek ki. Onun için, bende nostalji üzerinden işleyen bir tarafı yok. Ama Adil & Bilall'in yönettiği önceki film, iyi bir aksiyon filmiydi. Bu da öyle. Hikâye zaten, aksiyon sahnelerine hizmet etsin diye yazılmış, gayet zayıf bir hikaye. İyi aksiyon sahneleri izleyip, arada esprilere gülelim derseniz (ki ben esprilere de pek gülmedim), ok. İzle, keyif al ve unut filmi.
Bu arada ben bu yönetmen ikilisinin başarılı olmasını istiyorum. Bittiği halde, çöpe atılan Batgirl filmlerini bayağı merak ediyorum çünkü. Kötü olsa da merak ediyorum. Önemli bir başarı yakalarlarsa, Snyder's Cut tadında bir hareket gelebilir ileride.
Haftaya görüşmek üzere.

HASAN NADİR DERİN

GALERİ


Diğer Yazılar