SİNEFİLDEN NOTLAR / HASAN NADİR DERİN

ROTTERDAM FİLM FESTİVALİ 2022 İZLENİMLERİ

13 Şubat 2022 Pazar 17:39
SİNEFİLDEN NOTLAR / HASAN NADİR DERİN

Bu sene Rotterdam Film Festivali’nin fiziksel olarak yapılması planlanıyordu. Ancak pandemide vaka sayılarının artması sonucunda, Hollanda belli bir süre kapanmaya gidince, festivalin geçtiğimiz yıl olduğu gibi, bu yıl da çevrimiçi olarak yapılmasına karar verildi. Bu sayede hiç planlarımızda yokken, bu festivali de takip etme fırsatı bulduk. Sundance ve Berlin Film Festivalleri arasına sıkışınca ve o arada bir de vizyon filmlerini takip etmeye çalışınca umduğum kadar fazla film izleyemedim ancak yine de festivalde izlediğim az sayıdaki filmin üzerinden kısaca geçelim.

EAMI:

Festivalin ana yarışma bölümünde büyük ödülü kazanan bu filmin yönetmeni Paz Encina’yı yıllar önce (2006) festivallerde izlediğimiz Paraguay Hamağı filmi ile tanıyoruz. Film o kadar durgun ve ağır tempolu bir filmdi ki, bu tarz filmlerde alışık olan festival seyircileri olarak, halen zaman zaman bu filmi anar, birbirimize şakalar yaparız. Ağır temposuna rağmen, çok da sevdiğim bir filmdir aslında. Paz Encina, bir kez da seyirciden çaba isteyen bir filmle karşımızda. Ülkesinin yerel hikayelerine dönüp, oradan şiirsel bir film çıkartan yönetmen, ilk bakışta ailesi, arkadaşları ve yaşadığı orman yok edilmiş olan küçük bir kız çocuğunu, Eami’yi getiriyor karşımıza. Ama onu rahatlıkla, ülkenin kendisi, ormanın kendisi ya da ormanın ruhu olarak nitelemek mümkün. Zaten adı da hem Dünya, hem de Orman anlamına geliyormuş. Bu küçük kız çocuğu, aynı zamanda mistik bir varlık olan “kuş-tanrı”ya dönüşüyor ve bir anlamda zamanlar ve mekanlar arasında astral bir seyahat yapıyor. Astral seyahat deyince aklınıza öyle büyük özel efektler falan gelmesin. Elbette öyle bir durum yok. Kameranın ormanda zarifçe salındığını ve arkada Eami’nin huzur veren sesi ile bizimle konuştuğunu düşünün.

Filmin, sömürgecilikten doğaya verilen tahribata kadar, pek çok konuya değindiği söylenebilir. Ancak yönetmen, daha önceki filminden de bildiğimiz gibi, mesajını direkt olarak vermeyi sevmeyen bir isim. Bu nedenle, anlattıkları yoruma açık konular. Belki bir festivalde, belki online platformlarda karşınıza çıkabilir. Her zevke göre değil ama çaba gösterene karşılığını da verecek bir film diyelim.

Excess Will Save Us:

Yönetmen Morgane Dziurla-Petit, kendi kısa metrajından uyarladığı bu filmle ana yarışmadaki jüri ödüllerinden birini aldı. Aslında uyarlamak tam da doğru kelime değil. Filmin yorumlarından ve açıklamalardan anladığım kadarıyla, 2019 yapımı aynı adlı kısa film, bu filmin de ilk 15 dakikasını oluşturuyor. O kısımda Fransa’nın kuzeyindeki köyüne dönen bir yönetmenin, köyde gerçekleştirildiği düşünülen bir saldırı ile ilgili akrabaları ve köyün sakinleri ile yaptığı söyleşileri izliyoruz. Ortada saldırı falan olmadığı, sadece avlanan köyüler ve sarhoş işçilerin yol açtığı olayların, saldırı sanıldığı ortaya çıkıyor.

Filmin devamı da bu kısa filmden sonra olanları konu alıyor zaten. Kısa film, bir sahte belgesel mantığı ile çekilmiş olduğu için, devamı da o şekilde gelmiş ve ortaya sürekli olarak kasabadan ayrılmak isteyenlerin hikayelerini izlediğimiz, mizah tarzı önce yadırgatsa da o tarza alıştıkça keyifli olan bir komedi çıkmış. Özellikle bahis konusu kısa filmin, Clermont-Ferrand Kısa Film Festivali’nde gösterildikten sonra, filmde gözüken karakterlerden birinin, kendisini herkesin hayran olduğu büyük bir film yıldızı sanmasını anlatan sekans çok eğlenceliydi.

Film belli bir yerden sonra pandemi olayına da bağlanıyor. Ne kadar doğrudur bilemem tabii ama, sanki bir çekilirken pandemi patlamış ve o da organik olarak hikâyeye dahil edilmiş gibi hissettim.

Broadway:

Yunanistan’dan gelen ama Yunan yeni dalgası diyebileceğimiz akımla pek de ilgisi olmayan bir film. Daha çok Yunanistan’daki alt kültür gruplarını ve suç dünyasını anlatıyor. Bir striptiz kulübünde dansçı olarak çalışan Nelly, bir gün çıkan olayın sonrasında, bir adam tarafından oradan kurtarılıyor. O adam da onu düzgün bir işi olmayan ama beraber bir komün hayatı sürdüren arkadaşları ile tanıştırıyor. Sonrasında Nelly, temelde merkezinde yine dans olan bir hayata doğru yönleniyor. O sokaklarda dans edip insanların dikkatini üzerine çekerken, arkadaşları da onu izleyen seyircilerin cüzdanlarını yürütüyorlar. Aralarından biri, bir şeylerden kaçmak için kimliğini gizlemeye çalışırken kadın kılığına giriyor ve Nelly’nin önce dansta, sonra da hayattaki partneri oluyor.

Yönetmen Christos Massalas, Yunanistan’ın arka sokaklarından gelen bu hikâyeyi anlatırken dinamik ve rahat izlenen bir sinema anlayışı tercih etmiş. Dans koreografileri ve Gabriel Yared müzikleri de filme değer katıyor. Aslında Amerika ya da İngiltere’den gelse, vizyon şansı da olabilecek bir film ama sanırım yine ancak festivallerde karşımıza çıkabilecek.

Ida Lupino: Gentlemen & Miss Lupino:

Ida Lupino, 1950’lerde Hollywood’da aktif olarak çalışabilmiş çok az sayıda kadın yönetmenden biri. Bu orta metraj diyebileceğimiz film de onun sinema kariyeri üzerine bir belgesel. Kadın yönetmenler konusunda yapılmış pek çok çalışmadan da bildiğimiz üzere, sinemanın başlangıç yıllarında kadın yönetmenlerin sayısı oldukça fazla. Hatta bilinen ilk konulu filmin yönetmeni de bir kadın. Ancak ne zaman ki bu iş kitlere hitap eden, daha da önemlisi para kazandıran bir iş haline geliyor, kadınlar bir anda geri plana itiliyor ve sinema sektörün neredeyse sadece oyuncu, kostüm tasarımcısı gibi alanlarında kendilerine yer bulabiliyorlar. Ida Lupino da 1930’ların başında, kariyerine oyuncu olarak başlıyor aslında. Ancak kadınsı halleri ile kendine bir yol çizmek istemediği için, bir süre sonra erkek karakterler ile ağız dalaşı yapabilen karakterler oynamaya başlıyor. Yönetmenlik hedefine ise, ancak 1950 yılında erişebiliyor. Aslında orada da tam olarak stüdyo sistemi içinde kendine yer bulamayarak, eşi ve arkadaşları ile birlikte kurdukları bağımsız film stüdyosunun altında filmlerini çekiyor. Bu filmlerde, istenmeyen gebeliklerden, alternatif aile kavramına o dönem için cesurca konulardan söz ediyor. Hatta kadınların ancak femme-fatale olarak gözükebildiği, kara film türünde de gayet başarılı bir örnek veriyor. Zaten yine o dönem için, bir kara film çeken, tek kadın yönetmen. Ancak bu kariyeri ne yazık ki çok kısa sürüyor ve 1966 yılındaki bir sinema filmi dışında 50’lerin ortalarından itibaren bir televizyon yönetmeni olarak kalıyor. Ama bu dönemde de çok aktif ve farklı dizilere ait, yüzden fazla bölüm çekiyor.

Bu belgesel, Lupino’nun kendi yazdığı kitaptan ve sinema tarihçileri ile yapılan söyleşilerden yola çıkarak, Lupino’nun çektiği filmlerin özelliklerine bakıyor. Özellike Lupino’nun yönetmen olma sürecinde yaşadığı zorluklara ve sinema filmi yönetmeni olarak devam edememesi konusuna daha fazla eğilse, daha doyurucu bir belgesel olabilirmiş ama bu haliyle de izlenmeye değer. Filmin adının o dönem Lupino’nun yönetmenler birliğine kayıtlı tek kadın olduğu için, toplantıların açılışındaki cümleden geldiğini de not olarak düşelim.

Haftaya görüşmek üzere.

HASAN NADİR DERİN

GALERİ


Diğer Yazılar