ÖRÜMCEK ADAM'A TEKRAR GİDİLİR Mİ?
Bu hafta yine vizyon filmlerinden bir derleme yapalım. Öncelikle, tekrar vizyona giren Örümcek Adam’a bir bakış atalım. Sonra da vizyonun yenilerine bir bakalım. Haftaya, belki, bir ihtimal, kesinlikle, sanki Adana Altın Koza Film Festivali izlenimleri ile karşınızda olabilirim.
Spider-Man: No Way Home-The More Fun Stuff Version:
Bu hafta tekrar sinemalara gelen Spider-Man:No Way Home'un, orijinal versiyondan 11 dakika daha uzun versiyonu olduğunu hatırlatayım. Aslında toplamdaki yeni sahne süresinin, 11 dakikadan biraz daha uzun olduğunu düşünmek lazım. Orijinaldeki bazı kısımlar da filmden çıkartılmış çünkü. Film vizyona girdiği anda, sağır sultanın bile duyduğu spoiler'ları afişte ve filmin girişinde açıkça göstermişler.
Filmi ne kadar sevdiğimi zaten çeşitli defalar belirtmiştim. Geçen yılın en iyi filmleri listeme de almıştım. İkinci izleyişte de duygusal sahnelerde aynı yoğunluğu yaşadım, sürprizleri bilmeme rağmen gaza geldim. Esprilerin de büyük kısmı hala işliyor.
Filme dair yorumları önceden yaptığım için, ek sahneler, sinemaya gitmeye değer mi sorusunu cevaplamaya çalışayım. Amacınıza ve filmle olan ilişkinize bağlı aslında.
Bir defa, filmi nasıl olduysa hala izlemeyen 3 kişiden biriyseniz, mutlaka gidin zaten. Açılışta Tom, Tobey ve Andrew beraberce seyirciye teşekkür ettikleri için, aylar önce bizim yaşadığımız merak ve sürpriz hissini yaşamazsınız ama olsun. Filmi izlemiştim ama bir daha izlesem güzel olur diyorsanız, yine gidilir. Neticede aynı filmin, hafif uzun halini izliyoruz. Marvel'in her şeyini yalayıp yutuyorum, ek sahneler 3 dakika da olsa 30 dakika da olsa görmeliyim diyorsanız, zaten ben bunu yazana kadar izlemişsinizdir.
Ek sahneler filme çok şey katıyorsa izlerim diyorsanız, orada durun. Büyük bir çoğunluğu, hikâyeye bir şey katmıyor aslında. Şu sahne de keşke kesilmeseymiş dediğim pek bir şey olmadı. Ek sahnelerin en iyisi, Peter'ların kendi aralarındaki geyik muhabbetinin uzamış olmasıydı. Eski düşmanları, organik ağ nasıl oluyor da oluyor muhabbetleri güzeldi. Ama yine de hikâyeye bir katkısı yoktu.
Kafalardaki bazı sorulara cevap veren sahne ise, en sondaki post-credits sahnesiydi. Hatırlarsanız orijinal versiyonda, burada Multiverse of Madness fragmanı vardı. Bu versiyonda ise, son yapılan büyü sonrası, Peter'ın olduğu fotoğraflara, videolara ne oldu sorusunun cevabı var. Keşke orijinal versiyonda da böyle olsaydı dediğim tek sahne de bu oldu galiba. Ama sırf oradaki 1-2 dakika için film tekrar izlenir mi? Onun da cevabını yukarıda verdim.
Where the Crawdads Sing (Kya'nın Şarkı Söylediği Yer):
Filmi izlediğim sinemada, filmin vizyona girdiği ilk hafta sonu, Cumartesi günkü ilk 3 seanstaki tek seyircisi bendim. Bir tek sinema gösterge olmaz ama az seyircisi olacağını varsayarak, filmi önererek başlayayım. Dört dörtlük bir film olmasa da şu an vizyondaki filmlerin iyilerinden. Film, genç bir adamın cesedinin bulunması ve çocukluğundan beri bataklığın yanında bir evde tek başına yaşayan Kya'nın onun katil zanlısı olarak tutuklanması ile başlıyor. Film de mahkeme süreci ve flashback'ler ile ilerliyor.
Hikâyenin giderek açılması, gizemin filmin sonuna kadar korunması olayı iyi işliyor. Ama inandırıcı olmayan yerler de var. Kya'nın tek başına yaşadığı halde, yetkilileri anne-babası ile birlikte yaşadığına inandırabilmesi mesela. Hadi buraya, yetkililerin de pek umurunda değil aslında diye inanalım ama hayatında sadece bir gün okula gitmiş, şehre zorunlu olmadıkça ayak basmayan, takma adı "bataklık kızı" olan bir kadının, şehirdekilerden daha modern görünmesi pek olmamış. Romantik ilişkilerin de biraz beyaz dizi tadında olduğunu söylemeliyim. Ama işte, bu gibi sorunları da Daisy Edgar-Jones'un başarılı performansı kurtarıyor. Aksayan yerlerde, filmi ayakta tutuyor.
Film, ötekileştirme ve kadına karşı şiddet gibi gibi temaları gayet iyi işlemiş. Buralarda yükseliyor zaten. Ötekilerin dayanışması diyebileceğimiz, Kya'ya çocukken tek yardım edenlerin, kendileri de öteki olan siyahi bir çift olması da güzel bir detaydı.
Finali ve gizemin çözülüşünü de sevdim. Tabii ya derken, filmin başından beri ipuçlarını verdiğini de anladım. Bayağı duygulanıp, gözümün yaşardığını da itiraf edeyim. Bu final yine kadın dayanışmasını anlatan başka bir filmi de hatırlattı ama adını verirsem, spoiler olur.
Orphan: First Kill (Evdeki Düşman: Başlangıç):
-Orphan filmi tuttu, yenisini yapalım.
-Tamam, anlaşılabilir.
-Sonrasını anlatamıyoruz, öncesini anlatalım.
-Ok.
-Isabelle Fuhrman iyiydi. Başrolde yine o olsun.
-Güzel de bir tek sorum var: 'NEDEN 2. FİLM İÇİN 13 YIL BEKLEDİNİZ?'
Isabelle Fuhrman, ilk filmde gerçekten iyiydi. (13 yıl önceki filme dair spoiler veriyorum. Dikkat!)
Çocuk görünümlü, yetişkin bir kadın olduğuna bizi inandırabiliyordu. Filmdeki karakterleri de çocuk olduğuna inandırabiliyordu. Bu sefer gerçek hayatta, 20 yaşını geçmiş bir kadın olunca, tüm özel efekt, dublör ve kamera hileleri çabalarına karşın yetişkin bir kadın olduğu çok belli oluyor. Böyle olunca da filmin kendi dünyası içindeki inandırıcılığı büyük darbe alıyor. Madem aradan bu kadar zaman geçti, Fuhrman yerine, ona benzeyen ama yaşı küçük başka biri oynasaymış bari.
Bir de bu sefer Esther'in olayını baştan bildiğimiz için, başka bir büyük sürpriz koymamız lazım demişler belli ki. Ne olduğunu yazmayacağım elbette ama o da hiç olmamış. Gerilim kurmayı da beceremeyince, ilk filmin çok gerisinde kalmış. Sağda solda, üçüncü film olasılığından da bahsediliyor. Lütfen olmasın. Çünkü olursa, Esther'in bebekliğini göreceğiz ve onu da 50 yaşındaki Isabelle Fuhrman oynayacak korkarım 😊
The Invitation (Davet):
Konusuna ve fragmanına bakınca, pek çok kişi gibi, bir Ready or Not beklentim vardı, izlemeye başlayınca daha ziyade Get Out'u model aldığını anladım ama ikisinin de yanına yaklaşamayan bir film olmuş. Her şey o kadar tahmin edilebilir ve sıkıcı ki. Film biraz daha stilize olsa ya da karakterlere biraz farklılık katılmaya çalışılsa, belki faydası olurdu. Hatta, filmi sınıf çatışması üzerine kurmak da mümkündü ki, vampir filmleri buna çok uygun bir alt tür aslında. Ama onun da kıyısına gelip vazgeçmişler. Böyle olunca elimizde, jump scare'lerden medet uman, 20 yıl önce izlemiş olsak, ilginçmiş diyebileceğimiz bir film kalmış. Filmin platformlara gelecek versiyonu, daha kanlı ve çıplak sahnelerin olacağı bir versiyon olacakmış. Filmi kurtarır mı? Sanmıyorum.
Bir de ufak spoiler: Ana karakterimizi vampir yapmaya çalıştıklarında, "bıktım ulan fakirlikten, vampir olayım da kurtulayım" diyerek kabul etse, sonra aile içinde sürekli arıza çıkaran bir karakter olsa, daha keyifli bir film olabilirdi.
8-0:
Filmin Youtube'daki fragmanı 67.045 kez izlenmiş, altında her nedense aşırı olumlu 101 yorum var ama film sinemalarda, hafta sonu sadece 166 kişi tarafından izlenmiş (evet, doğru tahmin ettiniz, biri benim). Demek ki, Youtube başarısı her zaman vizyonda karşılık bulamıyor. Filme dair bir şey söylemem gerekirse (söylemesem daha iyi aslında da), zamanında İngiltere'ye 8-0 yenildiğimiz maçı izlemek, bu filmi izlemekten daha keyifli olabilir.
Ankara’dan Etkinlikler:
Ankara’da hava soğumaya başladı. Artık açık hava etkinlikleri için son zamanlar. Mülkiyeliler Birliği’nin açık havadaki son gösterimi bu hafta. Cermodern bir süre daha devam edecek gibi gözüküyor ama onlar da genelde 1-2 gün sonraki programlarını açıklıyorlar. O yüzden şu an elimizde sadece şu program var:
Mülkiyeliler Birliği:
11 Eylül Pazar: Histoire d'un regard
CerModern:
11 Eylül Pazar: Frankenstein (National Theatre Live)
Haftaya görüşmek üzere.
HASAN NADİR DERİN