SİNEFİLDEN NOTLAR / HASAN NADİR DERİN

MOR VE ÖTESİ'NDEN JENNIFER LOPEZ'E

15 Ocak 2023 Pazar 11:09
SİNEFİLDEN NOTLAR / HASAN NADİR DERİN

Bu hafta, sinemalarımızda az gördüğümüz türde bir filme, bir konser filmine göz atarak başlayalım. Sonrasında Cannes’dan bir filme ve bir popcorn filmine bakalım. Yine bambaşka filmlerin bir araya geldiği bir yazı olsun.

Tamiri Mümkün:
Cuma gecesini, canlı canlı Pentagram izleyerek kapatmıştım, Cumartesi'ye de sinemada Mor ve Ötesi izleyerek başladım. Bu filmin kaydedildiği 28 Mayıs 2022 tarihinde, İnönü Stadı’nda harika bir atmosfer varmış, belli. Biz de ucundan kıyısından yakalamaya, kendimizi orada hissetmeye çalıştık.
Bir konser filmini nasıl değerlendirmeli? Bir kere, izleyiciyi atmosfere sokmayı başarıyor. Sahne üstü ve seyirciler, çok sayıda kamera ile takip edilmiş ve görüntüler iyi kurgulanmış. Bir tek dansçıların olduğu kısımlar çok etkili yansıtılamamış gibi geldi. Belki de gerçekten de o kısımlar zayıf kalmıştı. Onu, canlı izleyenlere sormak lazım. İkincisi, hatta muhtemelen daha da önemlisi ses. Bu kısım, izlediğiniz sinemanın ses kalitesi ile de doğrudan alakalı ama sesin arkasında kendileri de müzisyen olan Ozan Tügen (ki konserde Mor ve Ötesi ile birlikte de çalıyor zaten) ve Tarkan Gözübüyük'ün olduğunu görünce, tamamdır demiştim. Nitekim, o açıdan da gayet iyi.
Grubun performansı da iyiymiş o gün. Geçen sene, bu konserden çok kısa bir süre önce Ankara'da konserleri vardı da, orada biraz keyifsizler gibime gelmişti. Burada epey coşmuşlar. Atmosferin de etkisi vardır muhtemelen. Özellikle afişte de yer alan, tüm statta telefon ışıklarının yandığı an, inanılmaz etkili duruyor. Grup içinde benim favorim, hiç rock star havalarına girmeyen, görev adamı Burak Güven. Gerçi Mor ve Ötesi, çok öyle ulaşılmaz bir grup havasında değil hiçbir zaman ama Burak Güven tam olarak, "işimin en iyisini yapar, şova girmem hocam" havası veriyor.
Filmin en sevmediğim yanı ise (bu konuda çok yandaş bulamayacağımdan eminim), filmin başındaki, bu filmde cep telefonlarınızı kafanıza göre kullanabilirsiniz (selfie dahil), şarkılara bağıra bağıra eşlik edebilirsiniz notu idi. Konser filminde biraz esnekliğe itiraz etmem ama ben yine de sessiz ve ışıksız bir ortamı tercih ederim. Işık, her türlü dikkat dağıtıcı (hangisiydi, tam hatırlamıyorum, Roger Waters ya da Metallica konser filminde, önümdeki birinin telefonunu kapattırmışlığım var), şarkılara eşlik konusunda da çok abartmasak iyi olur. Ben de minik bir sesle şarkılara eşlik ettim ama ben oraya Harun'un sesini duymaya gelmişten, arkadan detone bir haykırış duymasam iyi olur.
Zaten bunları düşünerek, günün ilk seansı gitmiştim. Ankara'nın büyük salonlarından birinde, 3 kişi izledik. Hiç sorun olmadı. Bizim seanstan sonra da küçük salonlardan birine kaydırdılar zaten. Genel olarak nasıl gidiyor bilmiyorum ama girdiği salon sayısına oranla, çok fazla izlenmeyecek gibi geldi bana. Umarım yanılırım.

Metronom:
1972 yılının Romanya'sında, genç bir kızın, ülkeden kaçmaya hazırlanan erkek arkadaşıyla geçireceği son günleri, katıldıkları partiye düzenlenen polis baskını sonrası yaşananları anlatan bir Romanya filmi.
Eski Doğu Bloku ülkelerinden gelen filmlerde, komünist dönemin eleştirildiği yapımlar, neredeyse bir alt tür sayabileceğimiz kadar çok. Eleştirilsin zaten, eleştirilsin ki doğrusu, yanlışı gözüksün. Buna hiçbir itirazım yok ama bu filmlerin bir kısmı artık o kadar birbirine benziyor ki. Bu alt türün, kendi klişelerini yarattığını söylemek yanlış olmaz sanırım. Metronom da genç bir çift üzerinden dönemin baskısını yansıtacak gibi gözükürken, işin içine polis girdikten sonra, o klişelere fazlaca saplanıyor. Halbuki, resmi görevlileri doğrudan kullanmadan, gençler üzerindeki baskıyı hissettirmek çok daha etkili olabilirdi. Özellikle Vlad Ivanov'un canlandırdığı polis, o kadar bildik ki, neredeyse kendisinin parodisi olmuş.
Yönetmenin dar kadrajla, sıkışmışlık hissini vermeye çalıştığı söylenebilir. Bunda başarılı da oluyor ama bu amaçla dar kadraj kullanımı bile bir klişe haline dönmedi mi artık? Üstelik Cannes'da Belirli Bir Bakış bölümünde yönetmen ödülünü almış ki, aynı bölümde yer alan üç filmin adını vermek istiyorum: Godland, Corsage, Kurak Günler. Elbette her jürinin kararı farklı olur ama şu filmler yanında, Metronom'un yönetmenliği daha iyi demek de ilginç, bence yanlış, bir karar olmuş.
Filme çok yüklenmiş gibi oldum ama başrolde Mara Bugarin'in kırılgan ama bir yandan da kararlı bir karakter çizdiği performansı gayet iyiydi. Gençlerin kendi aralarındaki kısımları da bazı dans sahnelerinin gereksiz uzun olması dışında başarılı buldum.

Shotgun Wedding (Hayalimdeki Düğün):
Sanıyorum afişinden çok net bir şekilde ne bekleyip, ne beklemeyeceğinizi belli eden bir film. Afiş, eğlenceli ve romantik soslu bir aksiyon komedi vaat ediyorum, daha fazlasını da beklemeyin diye bağırıyor. Peki vaat ettiğini yerine getiriyor mu? Eh işte. Evet, aşırı sabun köpüğü bir film ama sıkılmadan izledim. Bir yandan da, izlediğimin üzerinden 3-4 gün geçtikten sonra, zihnimden yavaş yavaş silinmeye başladı bile.
İşin aksiyon tarafında, kötü adamlar fazlasıyla beceriksiz. Böyle olunca ciddi bir tehdit duygusu oluşmuyor. Romantik taraf da klişeler üzerinden yürüyor. Orası daha da kötü. Ama oyuncuların aurası filmi biraz toparlıyor. Hep söylerim, Jennifer Lopez'i ilk önce oyuncu olarak tanıyıp, sevmiştim. Halen de perdeye yakıştığını, müthiş bir oyuncu olmasa da üzerine düşeni yaptığını düşünürüm. Josh Duhamel ise tam tersi, çok ısınamadığım bir oyuncu ama burada fena değildi. Onun rolünü önce Ryan Reynolds oynayacakmış (ki hala yapımcılar arasında). Daha iyi olabilirdi. Sonra rol Armie Hammer gitmiş ama malum nedenlerle, o da bırakınca Josh Duhamel seçilmiş. Peki, ciddi bir itirazım yok. Eski sevgili olarak Lenny Kravitz'in neredeyse 60 yaşında olup, hala ilah gibi görünmesi olayına hiç girmiyorum.
Fakat filmin asıl potansiyeli, yan karakterlermiş ve onları yeterince kullanamamışlar. Biraz Jennifer Coolidge’ın karakteri üzerinde durmuşlar, o kadar. Halbuki Cheech Marin ve Sônia Braga'dan da iyi bir komedi çıkabilirmiş. Hatta bence, ana karakterlerden daha ilgi çekici bir çift vardı filmde. Callie Hernandez ve Desmin Borges'in canlandırdığı karakterler. Kötü adamlarla onlar kapışsa, çok daha eğlenceli olabilirdi.
Çok da uzatmaya gerek yok. Başa dönüp, afiş ilginizi çektiyse izleyin, yoksa boşverin diyeyim. Bu arada, afişte "Prime Video" yazması sizi yanıltmasın. Amerika'da Amazon Prime'a gelecek ama bizde sinemalarda. Yani, sinema yasası gereği, Haziran'a kadar herhangi bir platforma gelmez. İlla sinemada izlemek istiyorum diyorsanız, elinizi çabuk tutunuz.
Haftaya görüşmek üzere.

HASAN NADİR DERİN

GALERİ


Diğer Yazılar