KEVIN COSTNER'IN WESTERN KUMARI VE DİĞERLERİ
Yaz sezonu, Inside Out 2 fırtınası sonrası, orta karar filmlerle devam ediyor. Bu hafta yine vizyondan dört filme bakalım. Önce, Kevin Costner’ın büyük bir kumara girdiği Horizon serisinin, ilk filmini ele alalım. Sonra, Sessiz Bir Yer serisinin, bizi her şeyin başladığı güne götürdüğü filme bir göz atalım. 90’ların başarılı filmi Twister’ın yeni uyarlaması ve esas amacı, kadın bedeni göstermek olan bir korku filmi ile de haftayı kapatalım.
Horizon: An American Saga - Chapter 1:
Bir Kevin Costner deliliği. Costner'ın anlatmayı en sevdiği dönemdeyiz. Bugün bildiğimiz Amerika'nın, kuruluş yıllarına bakıyoruz. Bu kez çok farklı karakterler üzerinden bu hikâyenin bambaşka taraflarını izliyoruz. Ben bu filmi 2 bölüm olacak diye biliyordum. Meğerse 4 bölüm olacakmış. İkisi çekilip bitti, üçüncünün de çekimleri başladı ama kalanına para bulması zor. Gerçi şimdiye kadar da cebinden çok vermişti. O şekil devam etmeye çalışır. Tabii ki, 4 film olacağına göre hikayeler, daha da büyüyecek, yeni karakterler katılacak. Öyle ki, hikâyenin baş kötüsü olacağını söylediği Giovanni Ribisi'yi daha görmedik bile.
Böyle destansı bir hikâye anlatmaya çalışmasını çok takdir etmekle birlikte, acaba birkaç sezonluk bir dizi yapsaydın, daha iyi olmaz mıydı Kevin abim, demeden de edemiyorum. Bugünkü sinema seyircisinde, çok karşılığı olmadığı belliydi, nitekim pek izlenmedi. Hatta, tam da bu yazıyı toparlarken, Ağustos olarak açıklanan, ikinci bölümün vizyon tarihinin belirsiz bir geleceğe ertelendiği haberi geldi. Warner Bros. ilk filmi dijitale verip, biraz daha izlenmesini sağladıktan sonra, ikinci filmi vizyona sokacağını açıklamış ama içimden bir ses, ikinci bölümün, doğrudan dijitale geleceğini söylüyor.
Eski moda westernleri seven biri olarak, izlerken keyif aldım almasına ama hikayeler şu anda birbirinden kopuk olduğu için film çok odaksız gidiyor ve oradan oraya savruluyor. Belki tüm seri bittikten sonra, daha olumlu bakacağız ama ilk film, güzel ama işte o kadardan fazlasını vermedi. Bu arada, Costner kendisine yine karizmatik bir rol yazmış. Yılmaz Erdoğan sendromu diyebilir miyiz? Yalnız kabul, Costner halen karizmatik duruyor. Lafım yok.
Bir de, Kurtlarla Dans ile, Hollywood'da Kızılderililere (ya da Amerikan yerlileri diyelim), içeriden bir bakış atan ilk önemli filmlerden birini çeken bir ismin, bu büyük hikayede de onlara biraz daha fazla zaman ayırmasını umardım. Belki ilerleyen bölümlerde, öyle olur. Hatta filmin başında, Kızılderililer bayağı eski usül katliamcı, kötü adamlar olarak çizilmiş gibiydi. Ne oluyor derken, neyse ki, oradan döndü. Sonrasında, beyaz adamın kötülüklerini de es geçmedi.
Sonraki bölümleri büyük bir merakla beklediğimi iddia edemem ama izlemek isterim. Son gelen haberlerle, filmlerin geleceği çok parlak durmuyor ama umarım Costner, kafasındakini, beyaz perdeye yansıtmayı başarır.
A Quiet Place: Day One (Sessiz Bir Yer: Birinci Gün):
Şöyle başlayayım. Filmin başrollerinden birinde kedinin olduğunu söyleyenler haklıymış. Lupita Nyong'o hariç, filmde en çok görünen karakter olduğu gibi, kritik anlarda hikayeyi de etkiliyor. Japonya'da ona özel afiş de yapmışlar. Kedi Frodo'yu iki farklı kedi canlandırmış. Valla, harika da oynamışlar da (arada CGI da olabilir, emin değilim) filmin içindeki kullanımına gelince, ikna olmadığım bir tarafı var. Kedisin sen arkadaşım, bir defa bile "miyav" demek içinden gelmedi mi?
Filmin geneline gelirsek, yine tüm dünyayı etkileyen uzaylı istilası sırasında (ilk gününde tabii ki), birkaç kişiye odaklanarak, onların hikayesini anlatıyor. Özellikle Samira karakteri ile seyirci arasında bir duygusal bağ kurmayı da başarıyor. Kurduğu mizansenler de başarılı. En başarılı yönlerinden biri de ses tasarımı yine. Sessizliğin içinden çıkıp gelen seslerin kullanımı, yine çok iyi. Bu kez bazı yerlerde inandırıcılığı zorlamış gibi geldi yine de.
Mizansenler iyi dedim ama özellikle ilk filmin gerisinde kalıyor. Orada bir defa fikir orijinaldi. Ayrıca çok daha gerilimliydi. Ayağa batan çivi sahnesinde, o çivi kendi ayağınıza batmış gibi hissediyordunuz. Burada o hissi veren bir sahne yok. Yine de bir Hollywood gişe filminde, karakter yaratmaya bu kadar zaman ayrılması bile bir artı. Boş aksiyon değil yani.
Yönetmen Michael Sarnoski'nin bağımsız kökenini yansıttığı söylenebilir mi? Senaryoyu da kendi yazdığına göre, olabilir. Sonraki filmlerini de görelim.
Kediyle başladım, kediyle bitireyim. İstilanın sonunu anlatan bir Quiet Place filminin daha geleceği söyleniyor. Filmin finalinde, Frodo'yu tekrar görsek, çok güzel olmaz mı?
Twisters (Kasırgalar):
Fena yorumlar almamış ama beni fena halde sıktı. Ne kasırga sahnelerinde heyecanlandım, ne de karakterleri önemsedim. Finale doğru biraz toparladı ama genel olarak, bitse de gitsek diyerek izledim.
Lee Isaac Chung gibi bağımsız kanattan gelen bir yönetmenin, en azından karakter dramasına biraz daha ağırlık vermesini bekleyebilirdik ama karakterler için olabilecek en klişe hikayeler ve çatışmalar yazılmış. Umarım Lee Isaac Chung'ı büyük bütçeli filmlere kaybetmeyiz diyeyim. Böyle bir filmde, oyunculara da çok iş düşmüyor gerçi ama başrollerin uyumlarını da pek tutmadım. Glen Powell'ın sürekli olarak, bakın ne kadar yakışıklıyım halleri de extra itici geldi maalesef.
Bu arada, orijinal Twister'ın yönetmeni Jan de Bont aklıma geldi. Adam, görüntü yönetmenliğinden gelip, Speed ile 90'ları sallamıştı. Uzun zamandır yok ortalıkta, ne yapıyor diye baktım da yönetmen olarak 5 filmle kariyerini noktalamış görünüyor. Yazık olmuş valla.
Kill Her Goats (Şeytanın Ruhu):
Yine kimsenin duymadığı bir korku filmi vizyonda. Filmin en büyük özelliği şu: Oyuncularından üçünün Playboy modeli olması. Hatta biri "Playmate of the Year". Yani, hem filmin fragmanlarından birinde, hem de filmin içindeki oyuncu listesinde bu vurgulanıyorsa, en büyük özelliği bu olmalı! Gerçekten de film tamamen şu mantıkla çekilmiş (çok affedersiniz): Hikâye bahane, memeler şahane!
Film boyunca, sürekli olarak, kadın oyuncuları "az giyimli" olarak göreceğimiz mizansenler oluşturulmuş. Dövüş sahnelerinde hemen kıyafetleri yırtılıyor, üstsüz kalıyorlar mesela. Filmin başında, hikâye ile zerre kadar alakası olmayan plajdaki üstsüz fotoğraf çekimi sahnesi bile 5 dakika kadar sürüyordu, üstelik filmin sonunda da aynı sahne tekrarlanıyordu. "Yeterince büyükse, evet diyeceğim" tarzı esprilere hiç girmiyorum bile.
Yine de en azından kendini ciddiye alan bir film değil. Bir de bilgisayar efekti değil, pratik efekt kullanmalarını övebilirim. Bu anlamda 80'lerin korku sinemasına bir selam çakıyor aslında. Kadın bedeni istismarı meselesini de öyle okumak mümkün de gerçekten çok abartmışlar. Filmin alternatif afişlerinden birinde, 80'ler korku sinemasına bir gönderme daha fark ettim. Dikkatlerinizi afişin altına doğru yöneltirseniz, Kane Hodder adını göreceksiniz. Kane Hodder kim? Friday the 13th serisinde, Jason maskesinin arkasındaki oyuncu.
Haftaya görüşmek üzere.
HASAN NADİR DERİN