SİNEFİLDEN NOTLAR / HASAN NADİR DERİN

KAVUR VE DİĞERLERİ

23 Mayıs 2023 Salı 19:02
SİNEFİLDEN NOTLAR / HASAN NADİR DERİN

Ülke seçim gündeminden başka bir şey düşünemezken, sinema salonlarını rahatlatan film, Hızlı ve Öfkeli serisinin onuncu filmi oldu. Bu filmle ilgili yorumlarımızı haftaya bırakıp, vizyondan farklı filmlere bir göz atalım. Ama öncelik, İstanbul Film Festivali sonrası, vizyona giremese de, özel gösterimlerle çeşitli şehirleri dolaşmakta olan Kavur belgeselinde olsun. Sonrasında da Antalya’dan gecikmeli olarak gelen Koku’ya, farklı olmaya çalışan bir vampir filmine ve sinemalarımızda daha sık görmeye başladığımız bir anime örneğine bakalım.

Kavur:
Kavur, İstanbul Film Festivali’nde kaçırdığım için en çok üzüldüğüm filmlerden biriydi. Aldığı olumlu eleştiriler yerindeymiş, gerçekten başarılı bir belgesel. Yönetmen Fırat Özeler, Ömer Kavur'un hayatına ve sinemasına, onun sinema anlayışına uygun şekilde çekilmiş bir filmle bakıyor. Tipik bir belgeselden daha fazlası.
Film, sadece seslerini duyduğumuz iki karakterin, birbirine paralel yolculukları üzerinden ilerliyor. Bu karakterlerden biri, Kavur'un ta kendisi. Cem Yılmaz'ın sesi ile, bizlere hayatının önemli noktalarını, sinemaya bakışını anlatıyor. Diğeri ise, Ömer Kavur'un ve filmlerinin gizemini çözmeye çalışan bir kadın. Onu da Funda Eryiğit'in sesinden dinliyoruz. Kavur'un cümleleri, onun çeşitli söyleşi ve metinlerinden alınmış, kadının cümleleri ise Özeler'in metni. Bir noktada, bu iki metin birleşiyor zaten.
Filmin tipik bir belgesel olmadığını söylemiştim. Bir sinemacı üzerine yapılan bir belgeselden ilk bekleyebileceğiniz yollara sapmıyor. Kavur'un yakınları ile yapılan birkaç söyleşi var ama bunlar filmin ana omurgasını oluşturmuyor. Daha ziyade bizi Kavur'un kendi cümleleri üzerinden bir yolcuğuna çıkarıyor ve karşımıza görsel olarak onun filmlerinden pek çok ipucu barındıran bir dünya getiriyor. Daha da ilginci, bunu yaparken, Kavur'un filmlerinden herhangi bir sahneyi de kullanmıyor.
Ömer Kavur'un filmlerini bilenlerin daha fazla keyif alacağını düşünüyorum ama filmin sonrasındaki söyleşide, yönetmenin sorduğu sorudan anladığımız kadarıyla, izleyenler arasında daha önce Kavur'un hiçbir filmini izlememiş olanlar da vardı ve onlar da filmi sevmişlerdi. O halde, herkese tavsiye edeyim.
Bu arada, bilen bilir, yıllardır Ömer Kavur'un filmlerinin çok zor bulunduğundan ve iyi bir kopyasının olmadığından şikâyet eder dururum. Söyleşide buna dair de bir miktar konuşuldu. Anlaşılan o ki, filmlerin hakları ile ilgili durumlar biraz karışık durumda.

Koku:
2020'de Antalya'da yarışan Koku, epey gecikmeli olarak gösterime girdi. Film çocuk sahibi olmak isteyen bir profesör ile ona bu konuda yardımcı olan genç bir adamı anlatıyor. Ama film, buradaki hikâyeyi çok da didiklemeden, sert bir kentli-köylü ayrıma gidiyor. Fakat bu çatışmada tarafları o kadar kaba çizgilerle ayırmış ki. Kentliler, toksik ilişki yaşayan, üstten bakan, kibirli tipler, köylülerse insan canlısı, yardımsever ve içtenler. Film, tarafını çok net kırsaldan yana koyuyor ama ayrımı bu kadar kaba yapınca, inandırıcı olamıyor. Zaten filmin genel olarak bir inandırıcılık sorunu var. Daha ilk ayrılma sahnesinden itibaren yapay diyaloglarla ilerliyor. Anne-kız arasındaki çatışma, kadının çocuk sahibi olma motivasyonu, bunun için bulduğu çözüm, evlilik olayı, hiçbiri inandırıcı olamıyor.
Fakat filmin kendisini izlettiren iki unsuru da var. Biri, kimi sahnelerde beklenmedik hareketler yapan kamera kullanımı, diğeri de Nergis Öztürk'ün şaşırtmayan oyunculuğu. O yapay dediğim diyalogları, mümkün olduğunca inandırıcı kılmaya çalışmış.
Bir de filmi, tam da seçimin iki turu arasında izleyince, şöyle bir durum oldu. İster istemez filmdeki karakterlerin kime oy vereceğini düşünmeden edemedim. Filmin kibirli kentlilerinin hepsinin Kılıçdaroğlu'na, cana yakın köylülerinin hepsinin de Erdoğan’a oy vermiş olabileceğini düşününce, yönetmenin seyirciyi konumlamak istediği yerden farklı bir noktada buldum kendimi.

Blood (Lanetli Kan):
Vampir filmiyim demeyen bir vampir filmi. Filmde adı konamayan bir hastalık olarak betimlense de bir çocuğun, sağlıklı kalmak için kan içmeye ihtiyaç duymasını ve bu ihtiyacın giderek artmasını anlatan film, bariz şekilde bir vampir anlatısı. Ama çocuk küçük ve güçsüz olunca, ona kan bulma işi annesine kalıyor. Filmin esas sorusu da zaten, afişte yazdığı gibi, bir annenin oğlunun hayatta kalmasını sağlamak için ne kadar ileri gidebileceği.
Türü seviyorsanız, film kendini izlettiriyor ama türün iyi örneklerinden biri olduğunu söylemek zor. Ortaya attığı hikâye parçacıklarının, soruların altını dolduramıyor, kendi içinde tutarlı bir anlatı kuramıyor. En azından vampir olayına dair bir mitoloji kurmasını bekliyorsunuz. Onu, yeni taşınılan evin yakınındaki bir ağaca bağlıyor ama nedeni niçini yok. Laneti yayan bir ağaç. O kadar.
Michelle Monaghan beğendiğim bir oyuncu ama, son yıllarda giderek sıradan filmlerden oluşan bir kariyere doğru gidiyor. Hollywood'un, belli bir yaşın üstündeki kadın oyuncuları unutma durumunun örneklerinden biri olma yolunda sanki. Umarım yanılırım. Yönetmen Brad Anderson da, kariyerine umut verici bir yönetmen olarak başlayan ama orta karar filmlere sıkışan isimlerden biri. Bundan sonra da, durumu değiştirebilecek bir hamle yapacağa benzemiyor.
Netice olarak, türün katıksız hayranlarından biriyseniz, izlenir ama izledikten sonra, iz bırakması çok zor. Çocuk vampir olayı ilginç geldiyse ve henüz izlemediyseniz, Let the Right One In'ın her iki versiyonunu da önermiş olayım.

Sword Art Online the Movie: Progressive - Scherzo of Deep Night:
Dağıtımcılarımız bu epey uzun isimli filme bir Türkçe ad koymayı tercih etmemişler. Biz, dev bir seri olan, Sword Art Online’ın yeni filmi diyelim. Animelerini ve kitaplarını bilmiyorum ama önceki filmi izlemiş ve epey beğenmiştim. Bir prequel gibi işlediği için de çok fazla bir ön bilgi olmadan da izlenebiliyordu. Yeni film de önceki filmin bıraktığı yerden devam ediyor. Karakterlerimiz içinde hapis kaldıkları oyunda, oyunu tamamlamak için kulenin üst katlarına çıkma çabasına devam ediyorlar.
Filmin aksiyon sahneleri yine başarılı ama bu kez ilk filmde sevdiğim unsurlar zayıf kalmış. Sanal dünyada sıkışıp kalma olayından hiç bahsedilmiyor ki, bu ilk filmin en belirgin temalarından biriydi. İlk filmdeki LGBTİ referansları da yok denecek kadar az. Bu yönde bir teması olması gerekmiyor tabii ki ama önceki filmde, iki karakter arasında böyle bir elektik yaratıp, bu filmde karakterlerin birini, neredeyse hiç kullanmamak, pek olmamış. Ama asıl sorun, hikâyeye önem verelim, sadece anime aksiyon sahneleri olmasın derken, filmin büyük bir kısmını karşılıklı diyaloglar halinde geçirmek. Neticede bir bilgisayar oyununun içindeyiz ve aksiyon sahnelerinin arasında, bu kadar uzun aralar olmamalı diye düşünüyor insan.
Serinin hayranları mutlaka izlemiştir, anime sevmeyenlerin de hiç radarına girmemiştir zaten. Arada kalan ve acaba izlesem mi diyenlere, orta karar bir anime diyebilirim.
Haftaya görüşmek üzere.


HASAN NADİR DERİN

GALERİ


Diğer Yazılar