EVIL DEAD'İN YENİ FİLMİNDEN, BRUCE WILLIS'İN SON FİLMİNE
İstanbul Film Festivali’nden vizyona kesin dönüş yaptık. İyisiyle, kötüsüyle son birkaç haftadan dört filme bir göz atalım:
Evil Dead Rise (Kötü Ruh: Uyanış):
Tam bir kan banyosu. Filmin 4DX versiyonu olsa, üzerimize kan fışkırtacaklardı korkarım. Zaten yönetmenin söylediğine göre, filmde 6500 litre yapay kan kullanılmış. Sırf bu bilgi bile filmi sevecek olanlarla, izlememesi gerekenleri belirledi sanırım.
Eeeee, valla ben sevdim. Evil Dead serisi, Sam Raimi'nin harika üçlemesi sonrası uzun süre ara verip, 2013'de sağlam bir filmle geri dönmüştü. 10 yıl aradan sonra, bambaşka karakterlerle ama köklerine ihanet etmeyen bir filmle tekrar karşımızda. Kanın oluk oluk aktığı bazı sahnelerde, biraz aşırıya gittiğini kabul ediyorum ama zaten seri, bu tip vahşet sahnelerini, karanlık bir mizahla harmanlayıp önümüze getirmeye uygun bir seri. Yönetmen Lee Cronin tam da bunu yapıyor.
1-2 sahne hariç, jump scare'lere yaslanıp, seyirciyi yerinden zıplatarak korkutan filmlerden değil, o vahşet hissini geçiren filmlerden biri. Genellikle çocuklarını korumak için her şeyi yapan anne figürünün, bu kez onları tek tek öldürmeye çalışması yeterince sinir bozucu zaten. Elbette anne figürünün bu şekilde ters yüz edilmesi, ilk kez kullanılan bir fikir değil ama gayet iyi işliyor.
Bu tip filmlerde, oyunculuk çok önemli değil gibi bakılır ama inandırıcı olmazlarsa, film çökebilir. Burada anne, teyze ve 3 çocuğu oynayanların hepsi gayet iyi. Çok da fazla rolleri olmayan komşular biraz aksıyor ama o da filmi çok etkilemiyor. Yalnız, en küçük çocuğu canlandıran, 11 yaşındaki ufaklığın olduğu sahneleri nasıl çektiler, bayağı merak ettim. Ufaklık da o kan banyosunu yapanlardan çünkü. Amerikalılar bu konuda epey dikkatlidir, çocuğu psikolojik olarak etkileyecek bir şey olmaması için ekstra çaba harcarlar. O yüzden, bir kamera arkası belgeseli görmek isterdim doğrusu. Filmin yurtdışında çıkacak ama buralara uğramayacak Blu-Ray'inde kesin olur (fiziksel medya sevgimizi de araya sıkıştıralım).
Assassin (Hayalet Suikastçi):
Bu da kötü olduğu baştan belli olan filmlerden biri ama Bruce Willis'in son filmi olarak lanse edildiği için, hadi sinemada son kez izleme fırsatını kaçırmayayım dedim. Ama Willis’i afişte ortaya koymuş olmalarına aldanmayın. Rolü, konuk oyuncudan biraz fazla. Ana karakterimize emir veren ama genelde olayları uzaktan izleyen komutan rolünde. İşin üzücü tarafı, tam konuşmaya başlayacakken kesilmiş gibi duran bazı sahneler vardı. Ya oraları hiç çekememişler, ya da çok kötü olmuş ve kurguda atmışlar sanki.
Hikâye çok orijinal olamasa da iyi işlenseydi, başarılı bir film çıkabilirdi. İnsanların bilinçlerini, başka bedenlere aktarabilecek bir teknoloji bulunmuş ve artık askerler, ajanlar, işleri bu şekilde çözüyorlar ama kötü adamlar da bu teknolojiye sahip olunca, işler karışıyor. Bu beden değiştirme olayının, bir takım yan etkileri de var. İçine girdiğinin bedenin özelliklerinden tümüyle kurtulamıyorsun. Ama işte bu tarz bilim-kurgularda, olayın mantığına, kurallarına seyirciyi ikna etmen gerekir. Burada hiç öyle bir çaba yok. Hikâye neyi gerektirirse, teknoloji de onu yapar hale geliyor.
Zaten ortalama bir B-sınıfı film olarak, üzerine pek de bir şey yazmaya gerek yok. Her şeye rağmen Bruce Willis'i bir kez daha göreyim diyenlere önerilir sadece. Bu arada, emekli olmadan önce oynadığı o kadar çok filmi var ki, belki onları da sinemada izleriz zamanla.
Son not: Yönetmenin, aynı konuyu anlattığı, hatta bu filmin başında da bir kısmı yer alan, "Let Them Die Like Lovers" adlı bir kısa filmi de var. Bu filmden çok daha iyi. Onun linkini de bırakayım: https://youtu.be/-tZTkKh3XC4
Mitat:
Doğu Yücel’in romanından uyarlanan bu film, İstanbul Film Festivali ile aynı hafta gösterime girdi ama çok az izlendiği için, birinci hafta sonunda neredeyse her yerde vizyondan kalktı (toplamda 1.232 kişi izlemiş). Merak da ettiğim bir film olduğu için, festivalden Ankara'ya döner dönmez, programımı zorlayıp izlemiştim.
Film, ana akım bir komedi-polisiye olarak hiç fena değil aslında. Bu kadar az seyirciyi hak etmiyordu. Güldüm eğlendim, meraklandım. İlk yarıda, karakterleri ve filmin tonunu kurmakta biraz zorlanıyor bence. Katil kim hikayesi uzun süre ilgimi çekmedi ama bir yerden sonra yakaladı. Filmin ana akışından çok, aralara serpiştirilen detayları sevdim diyebilirim. Yönetmenin önceki filmine yaptığı göndermeler, telefon mesajlarındaki isimler, Sevmek Zamanı ile ilgili muhabbet gibi. Film çok az gişe yapınca, arkadaş grubunda, Doğu Yücel cin filmi yazsa, bunun 3-4 katı izlenir korkarım demiştim. Filmin içinde Doğu Yücel'in cin filmi senaryosu varmış meğerse! Ve tabii ki Iron Maiden. Mitat, Maiden t-shirt'leri giyiyor, posterlerini asıyor falan da bana pek metalci havası vermedi. Gerçi, muhtemelen bende de öyle bir hava yoktur. Evdeki çizgi roman gibi malzemeler ise cuk oturmuş. Bu anlamda, iyi bir sanat yönetimi var.
Neticede, müthiş bir film değil belki ama ne yapmak istediğinin farkında ve bunu beceren bir film. Vizyon yolculuğu pek iyi olmadı ama belki dijitalde bir şansı daha olur. Devamı da yazılacak kadar popüler olan bir romandan uyarlandığına göre, belli bir kitlesinin olması lazım. Bakalım, göreceğiz.
İntikam Oyunları:
Bazı filmlerle ilgili bir şeyler yazma motivasyonum, bu filmin ne kadar kötü olduğunu yazmalıyım oluyor. Bu film de onlardan biri. Tamam, çok iyi olmayacağının farkındaydım ama en azından vakit geçirecek bir aksiyon olur diyordum. Çok fena çıktı, çok.
Her şeyden önce, senaryo çok kötü, neresinden tutsan elinde kalıyor, tuzla buza dönüyor. Onlarca örnek verebilirim ama sadece birkaç tanesiyle yetineyim.
Baş karakterimiz olan hacker gencimiz, bir mali müşavirlik firmasının bilgisayarlarına sızmak için, orada işe giriyor. Bilgisayarlara dışarıdan bir şey takmak yasak. Hadi adamımızın herkesin ortasında, bilgisayara USB stick takmasına inanmış olalım da izin gününde stick'i bilgisayara takılı unutmasına ne demeli !!!
Hikâyenin, Hamlet göndermeli bir mafya hikayesi olduğunu belirtmeden geçmeyelim. Gencimizin amcası, büyük mafya ailesinin başına geçmek için, babasını öldürüyor. Almanya'ya kaçan gencimiz, yıllar sonra intikam için Türkiye'ye geliyor. Fakat, bu dev mafya ailesini yöneten amca, çocuğu takibe falan almamış olacak ki, çocuk Almanya’da rahat rahat teyzesiyle kalıyor.
Kahramanımız, hacker'ımız, aslan parçamız, amcası ve mafyanın diğer üyeleri ve onların aileleri ile ilgili her şeyi öğrenip komplike planlar kuruyor. Babasının intikamını tek, tek alıyor. Öğrenmediği tek bir şey var. Tesadüfen karşılaştığı ve âşık olduğu kızın, amcasının kızı olduğu!
Devletin pis işlerini yapan mafyanın, iyi mafya, uyuşturucu işine giren mafyanın kötü mafya olmasına, mafyanın sürekli birilerini öldürürken, kadına karşı şiddetin ne kadar kötü olduğu üzerine dakikalarca konuşmalarına hiç yorum yapmayayım. Bu arada kadına şiddete karşıyız diyorlar ama filmin kadınlara bakışı da inanılmaz sorunlu. Bir tek aşirette saygın bir yeri olan büyükanne oturaklı bir karakter. Hadi, amcanın kızını da bir kenara koyalım. Filmdeki diğer kadınlar ya cinsel obje konumundalar, ya da aşırı saflar.
Başrolde Barış Küçükgüler yine fena değil, bir şekilde filmi toparlamaya çalışıyor da diğer oyuncular da inanılmaz abartılı oynuyorlar.
Neyse, film zaten 2 saatten uzundu, bir de şu yazıyı yazmaya bir sürü zaman harcadım. Bu filme, bu kadarı yeter...
Haftaya görüşmek üzere.
HASAN NADİR DERİN