SİNEFİLDEN NOTLAR / HASAN NADİR DERİN

59. ANTALYA ALTIN PORTAKAL FİLM FESTİVALİ İZLENİMLERİ– 1 (ULUSAL UZUN METRAJ KURMACA FİLM YARIŞMASI)

10 Ekim 2022 Pazartesi 12:15
SİNEFİLDEN NOTLAR / HASAN NADİR DERİN

Bu sene, 59. Antalya Altın Portakal Film Festivali’ni takip etme olanağı bulduk. Tıpkı Adana Altın Koza için yaptığımız gibi bu hafta, sıcağı sıcağına Ulusal Uzun Metraj Kurmaca Film Yarışması’nı yorumlayalım. Haftaya da diğer bölümlerdeki filmlere bir göz atarız.
Yarışmadaki 10 filmden 9’unu izledim. Gösterimlerin ilk günündeki Bir Umut filmini, uçağımın rötar yapması nedeniyle izleyemediğim notunu düşeyim. İzlediğim sırayla, yorumlarım şu şekilde:

 

Hara:
Atalay Taşdiken, seyirciyi yakalamayı amaçlayan, nerede ne hissetmeleri gerektiğinin altını müzikle kalın kalın çizen, aileyi kutsayan, ailenin başına gelen kötü olayların sorumlusu olarak da iki kadını işaret eden bir film yapmış. Haksızlık etmeyeyim, bir at çiftliğinde geçen olayları anlatan filmde, çiftliğin eski sahibi ve onun hizmetçisi gibi iki "iyi" kadın da var ama onlar biraz daha eskinin kadınları. Huzursuzluk çıkaranlar ise, modern-kentli kadınlar. Üstelik o karakterler ve sorunları, o kadar yüzeysel yazılmış ki, bir yerden sonra komik duruyor.
Kötü yazılmış diyalogları, oyucular da kurtaramıyor. Gerçi zaten oyunculuk olarak da bir tek, hizmetçi rolünde Zeynep Erkekli'yi beğendim. Sevdiğim bir oyuncu olan Serkan Ercan, neredeyse tüm filmi, "dünyanın bütün yükü benim üzerimde", yüz ifadesi ile tamamlıyor.
Bu arada, evin hanımı ve hizmetçisi arasındaki yakın ilişki, acaba mı dedirtti ama hemen arkasından "kankamsın sen" muhabbeti geldi, sonra da filmin TRT ve Kültür Bakanlığı destekli olduğunu hatırladım.

 

A Woman Escapes (Gidiş O Gidiş):
Geldik festivalin, muhtemelen en tartışmalı filmine. Film bittiğinde, sağdan soldan çok olumsuz yorumlar kulağıma geldi. Biz ne izledik, bu filmin burada işi neydi vs. vs.
Filmin, üç yönetmen arasındaki video-mektuplardan oluştuğu söylenebilir. Peşinen söyleyeyim, ben bu filmi izlediğime memnunum. Bu filmin yarışmada olmasına da memnumun (hatta ön jüride olsam, seçilmesi yönünde oy kullanırdım). Burak Çevik'in bu tarz filmler çekmekte ısrar etmesine de memnunum. Filmi çok sevdim mi? Hayır. Ama sevdim/sevmedim kalıbına sıkıştırılması gereken bir film de değil zaten. Burak Çevik, yine bir deneyim yaratma peşinde. Bunda da başarılı oluyor.
(Bu arada bir arkadaşım, filmden bahsedilirken neden sadece Burak Çevik'in adı geçiyor diye uyardı. Sofia Bohdanowicz ve Blake Williams'ın da adını analım elbette. Sanırım festivalde sadece Burak Çevik olduğu için böyle oldu biraz)
Filmde kullanılan görüntüler, sesler, yönetmenler arası yazışmalar, aynı cümlelerin söyleyen kişiler değişerek tekrarlanması ve elbette yıllar öncesinden kalan 3D gözlüklerle izlediğimiz görüntüler ve tüm salonun aynı anda bu gözlükleri takıp çıkarması da bu deneyimin bir parçası. Hatta ben bir adım öteye götüreyim. Salondan çıkanları, çıkanlara ayağa kalkarak yer vermeyi de (yaklaşık 5 kez ayağa kalktım sanırım) film deneyimine ekliyorum. Aslında salonun büyük kısmının çıkacağından, filmden önce de emindim ama stratejik olarak yanlış yere oturmuşum.
Şimdi, bu filmi kaçırmayın desem, çok beddua yerim. Zaten nerede karşınıza çıkar, bilemiyorum. Vizyona girmesi imkânsız herhalde, ancak festivaller. Belki MUBİ ama orada da 3D olayı nasıl çözülür, bilemiyorum.

 

Ayna Ayna:
Belmin Söylemez'in nicedir beklediğimiz ikinci uzun metrajı, ilk filmi Şimdiki Zaman'ın duygusal anlamda bir devamı gibi. Yine bulunduğu yerle/zamanla sorunu olan, oradan çıkmaya çalışan kadınların hikâyesi. Bu kez merkezde üç kadın var. Üçünün de kesişim noktası, bir tiyatro okulu. Farklı dertleri, farklı çıkışsızlıkları var ama çevrelerindeki dünya aynı olunca, aslında bir yandan da ortak sorunlarla mücadele halindeler. Belmin Söylemez'in sineması ve Haşmet Topaloğlu ile beraber yazdığı senaryoları, dertlerinin altını kalın kalın çizen değil, derdini ince detaylarda gizleyen bir sinema. Bu yüzden, demlendikçe değerlenen bir sinema. Kendisini birebir tanımıyorum ama birkaç yerde ve söyleşilerinde gözlemleyebildiğim kadarıyla, genel hali de üstten bakan, dünyanın en önemli filmini yaptım tavrında değil, daha sessiz, sakin ve derinden bir kişilik. Bu hali, filme de yansımış. Bu ilk izleyişte, filmi sevmekle beraber, üç karakterin hepsinin hikâyesini eşit derecede güçlü bulmadım ve zaman zaman birini anlatırken, diğerlerini unuttuğunu hissettim. Biraz da fazla uzamış geldi ama ikinci izleyişte daha fazla detay yakalayacağımı da hissediyorum.
Filmin festival sitesindeki özeti, "Günümüz İstanbul'u" diye başlıyor. En başarılı yönü de bunu yansıtabilmesi zaten. Filmin mekân-şehir kullanımı çok iyi. Belmin Söylemez’in belgeselcilikten gelmesi de bunda önemli bir etkendir muhtemelen.
Filmin üç oyuncusu için de kadın oyuncu ödülü mümkün, ortak olarak da verilebilir diye düşünmüştüm. Jüri, Laçin Ceylan’a en iyi yardımcı kadın oyuncu ödülü vermeyi tercih etti. Neden yardımcı, tartışılır. Ama asıl iddiası, sanat yönetmeni ödülünde idi bence. Ama alamadı. Sonuçta, benim için yarışma filmleri arasında, ikinci ya da üçüncü sırada idi.

 

Bomboş:
Onur Ünlü'nün filme bu adı verirken, Serkan Keskin ve Hazar Ergüçlü ile "bakın filme Bomboş diyeceğim, bütün eleştirmenler düşecek ve Onur Ünlü yine bomboş film yapmış diyecekler" geyiği yaptığından eminim. Şu anda da çok gülüyordur bunlara. Ve fakat, yapacak bir şey yok, film gerçekten bomboş.
Filmin yapım sürecinin şöyle geliştiğini tahmin ediyorum:
-Gece, Arka Pencere izlenmiş. Bunun parodisini yapalım, çok eğleniriz denmiş.
-Sabah, eş-dost-akraba aranmış.
-Onlardan biri, ya da Onur Ünlü, o aralar Kıbrıs'taymış. Hadi burada çekelim, tatil olur denmiş.
-Senaryoya, iki Kıbrıs Türkçesi esprisi, 1857 adet küfür ve Onur Ünlü'nün ergenken yaptığı esprilerden eklenmiş.
-Çekerken, farklı kamera açıları kullanalım, havamız olur denmiş.
-Film Antalya'ya kabul edilince, set çaycısına varıncaya kadar herkesin ismi verilmiş, bir de Antalya tatili yapılmış (bakın bunu gerçekten yaptıysa, set çalışanları açısından takdir ederim).
Neticede, evet, bomboş.

 

Kurak Günler:
Filmden çıkar çıkmaz, heyecanla filmi öven bir tweet atmıştım. Üzerinden iki gün geçti, o ilk heyecan azaldı ama filmin üzerimde bıraktığı his geçmedi. Gerçekten Emin Alper, çıtayı alıp, başka bir seviyeye koymuş. Çok iyi.
Alper karşımıza Yanıklar kasabası adında bir Türkiye metaforu koyuyor ama öyle üzeri kapalı bir metafor değil bu. Tüm kodlarını, tüm dokunduğu yerleri, iktidarıyla, iktidar yancılarıyla, muhalefetiyle, savcısıyla, hâkimiyle her karşımıza çıkan karakteri, çok iyi biliyoruz. Bölümlere ayırdığı hikâyesinde idealist genç savcıyı içine soktuğu ikilem de çok sağlam. Filmin gerilim hissi de sürekli olarak devam ediyor. İlk bölümdeki rakı masası kısmı bile komik yerlerine rağmen gerilimli olmayı da başarıyor. Zaten filmin düğümü de orada atılıyor. Film ilerledikçe giderek daha karanlık bir yere gidiyor. Finale doğru son hızla ilerledikçe, içimden film çok karamsar bitecek diye geçiriyordum. Emin Alper ülkenin durumunu bu kadar mı çaresiz görüyor derken, şahane bir final karesi ile bizi bambaşka bir duyguda bırakıyor.
Cannes'da gösterildiğinde, filmdeki eşcinsel temanın ne kadar belirgin olduğu tartışılıyordu. Belki fiziksel bir temas yok ama iki erkek arasındaki cinsel gerilim, hem oyunculuklarla, hem kadrajlarla, hem de diyaloglarla, o kadar iyi kurulmuş ki. Ayrıca Ekin Koç, zaman zaman filmde resmen bir arzu nesnesi gibi de dolaşıyor. Filme dair, çok ufak eleştirilerimden biri, bu karakterin sürekli gaipten gelir gibi ortaya çıkmasının, biraz fazla olduğu.
Filmin süresi 130 dakika ama bir an bile sarkmıyor, süresini hissettirmiyor. Özellikle finale doğru, inanılmaz bir tempoya çıkıyor ve sinemamızda çok altından kalkılamayan bir sekans yaratıyor. Bu kısım, ana akım sinemaya çok yakın ama aynı zamanda çok iyi bir örneği.
Filme yönelik ikinci ufak eleştirim (övgü olarak da okunabilir), seyirciyi yakalayacağı ve yükselteceği yerleri çok iyi biliyor ve kullanıyor. Bütün salon gibi, ben de çok yükseldim. Sakinleşince, değişen şey belki de sadece bu oldu. Bazı yerlerde, daha derinden mi olsaydı dedim.
Filmi izledikten sonra, tartışmasız almalı dediğim ödüller şunlardı: Film, yönetmen, kurgu, müzik. Jüri, birçok ödül vermesine rağmen, film ödülünü vermedi. Tartışılır, tartışılıyor da zaten.

 

Kar ve Ayı:
Kar ve Ayı, özellikle Toronto'da açılması ile dikkatleri çeken bir filmdi. Altın Portakal'ın da en merakla beklenen filmleri arasındaydı. Beklentinin altında kaldığı söylenebilir ama bence kötü film değil. Elimizde yine taşraya atanan bir devlet memuru var.
Bu kez bir hemşire, Aslı adında genç bir kadın. Kasabada doktor olmayınca ve periyodik ziyaretlerini de karın yolları kapaması nedeniyle gerçekleştiremeyince, onun yapması gereken işler de Aslı'ya kalıyor. Kasabalı bir yandan hemşireye saygı duyuyor ama bir yandan da genç bir kadın olarak, onun söylediklerini çok da önemsemiyor. Belki de doktor gelip aynı şeyleri söylese, yapacaklar. Bu arada, Aslı'yı koruma adı altında özeline de müdahale ediyorlar. Belli ki Selcen Ergun, taşradaki (hatta muhtemelen Türkiye'deki) genç bir kadının yalnızlığını ele almak istemiş. Bunda da belli oranda başarılı olmuş ama işin içine bir de gizem girince o kısım fazla işlemiyor. Daha doğrusu, seyirciyi çok fazla ilgilendirmiyor. Bu anlamda, filmin senaryosunun çok sağlam olmadığını söyleyebiliriz. Başrolde Merve Dizdar'a da yeterli alan açamıyor. Çok tahmin etmiyordum ama sonuçta Dizdar, ödülün sahibi oldu. Filmin olumlu tarafları ise, kurduğu atmosfer ve görüntü yönetimi.

 

Iguana Tokyo:
Geldik, Kaan Müjdeci’nin uzun yıllardır beklenen filmi Iguana Tokyo’ya. Yıllardır Cannes’da mı, Berlin’de mi, Venedik’te mi açılacak derken, prömiyerini Antalya’da yaptı. Bu süreçte Kaan Müjdeci muhtemelen döndü, dolaştı, filmi tekrar tekrar kurguladı. Belli ki birçok şeyi atmış, belki de bazılarının yerini değiştirmiş. Filmin en büyük sorunu da bu. Çok kopuk halde gidiyor. Tokyo’da yaşayan, üç kişilik çekirdek bir aileyi temel alıyor ve onların gerçeklik ve sanal gerçeklik arasında gidip gelen hikâyelerini anlatıyor. Ama bu çelişki için de ilk akla gelen bazı cümleleri kuruyor. Çocuk ve ailesi arasındaki ilişkiyi de alıp Freud’a yaslıyor. Kendi başına güzel fikir kırıntıları var ama bir tatmin edici bir toplama ulaşamamış. Ama filmde bir sinema duygusu olduğunu inkâr edemeyiz.
İyi bir oyuncu olan Ertan Saban, burada çok tutuk ve yapay. İyi oyunculuklarını bildiğimiz için, buradaki tarzının Kaan Müjdeci’nin isteği olduğunu düşünebiliriz. Saadet Işıl Aksoy daha iyi ama onun da güzelliği, oyun gücünün önüne geçiyor. Ancak böyle ifade edebildim. Filmi izleyecek olanlar, ne demek istediğimi anlayacaktır.
 

LCV (Lütfen Cevap Veriniz):
Bir tiyatro konseptinde ilerleyen, bir gelin odasında, müstakbel gelin, damat ve damadın şahidi arasında geçen, 70 dakikalık bir hikâye. Çok detay vermeden, bu üçlü arasındaki tüm sırların birer birer ortaya döküldüğü bir 70 dakika diyebiliriz. Gerçi, filmden hakkıyla bahsedebilmek için, o sırlardan en azından birini söylemek lazım ama şimdilik pas geçelim bunu. Böyle bir filmde, senaryonun ve oyunculukların çok sağlam olması gerekir. Burada, her ikisinde de aksayan yerler var.
Bir defa, bu sırların ortaya çıkmasının düğünden hemen önceye kadar ertelenmiş olmasına, ikna olamadım. Buraya gelene kadar, defalarca patlaması gerekirdi. Ayrıca filmin başında, olayın nereye gideceği gün gibi ortadayken, damadın bunu önlemek için herhangi bir hamle yapmayışı da inandırıcı değildi. Sırlar ortaya döküldükten sonraki diyaloglar ise konuyla ilgili, ilk akla gelen argümanları sıralayıp, bunlara cevap veriyordu. Belli ki biraz da, bu konular üzerine pek düşünmemiş seyirciye mesaj vermek de istenmiş. Bu anlamda, niyet iyi ama sonuç yeterince tatmin edici değil.
Oyunculuklara gelince, en iyi erkek oyuncu ödülünün ortağı, Cem Yiğit Üzümoğlu’nu jüri kadar sevdiğimi söyleyemeyeceğim. Ushan Çakır, zaten üçlünün en zayıf yazılmış karakteriydi. Melisa Şenolsun ise, filmin tüm çatışmasını üzerinde topluyordu ve bunun altından kalkmayı becermişti. Kadın oyuncu ödülü ona gitmiş olsa itiraz etmezdim.
Burada finali yazmayacağım tabii ama çok ikna olduğumu söyleyebilirim. Türkiye’de başka bir final düşünülemezdi. Final sonrası bu karakterlerin hayatları nasıl devam eder, o kısım bir soru işareti.

 

Karanlık Gece:
Ve geldik, jürinin en iyi film seçtiği Karanlık Gece’ye. Yıllar sonra, doğup büyüdüğü kasabaya geri dönen İshak’ın, yıllar önce yaşanan karanlık bir gece ile yüzleşme çabasını anlatan bir film olarak özetleyebiliriz. Aynı yarışmada yer alan ve muhtemelen birbirinden habersiz olarak yazılmış ve çekilmiş iki film olarak, Kurak Günler ile şaşırtıcı derecede ortak noktaları vardı. Neredeyse aynı olan açılış sahneleri, obruklar, kasabaya yeni gelen devlet memuru, eşcinsellik yakıştırması, bu yakıştırmaya neden olan çok benzer sahneler ve işlenen bir suç. Zaten politik bir sinema yapma çabasında olan Özcan Alper’in de ülkeyi çok benzer bir yerden görmesi şaşırtıcı değil ama benzer metaforlar kullanması ilginç. Ama bu filmin, Kurak Günler’e göre, daha karamsar bir film olduğunu söylemek lazım.
Özcan Alper, hikâyesini günümüz ve geçmişte yaşananları paralel bir şekilde ilerleterek kuruyor. Bu fikir kötü değil, ancak o karanlık gecede yaşananları, o kadar erken önümüze getiriyor ki, ilerleyen kısımda, o geceyi bir merak unsuru olarak kullanamıyor. Ayrıca filmdeki, özellikle kadın karakterlerin iyi yazıldığını söylemek zor. Bu nedenlerle, senaryo ödülü almasını şaşırtıcı buldum.
Ama yine de Özcan Alper’in en iyi filmlerinden biri ile karşı karşıyayız. Berkay Ateş’in güçlü oyunculuğundan da destek alarak, hikayesini izlettirmeyi başarıyor, seyirciyi karakterin duygusuna ortak etmeyi başarıyor.
En sonda Ulusal Uzun Metraj Kurmaca Film Yarışmasının ödüllerini de toplu olarak verelim:

En İyi Film: Karanlık Gece
Dr. Avni Tolunay Jüri Özel Ödülü: Ayna Ayna
Behlül Dal En İyi İlk Film Ödülü: Kar ve Ayı
En İyi Yönetmen: Emin Alper (Kurak Günler)
Cahide Sonku Ödülü: Çiğdem Mater
En İyi Senaryo: Murat Uyurkulak, Özcan Alper (Karanlık Gece)
En İyi Kadın Oyuncu: Merve Dizdar (Kar ve Ayı)
En İyi Erkek Oyuncu: Selahattin Paşalı (Kurak Günler) – Cem Yiğit Üzümoğlu (LCV (Lütfen Cevap Veriniz))
En İyi Görüntü Yönetmeni: Christos Karamanis (Kurak Günler)
En İyi Müzik: Stefan Will (Kurak Günler)
En İyi Kurgu: Özcan Vardar, Eytan İpeker (Kurak Günler)
En İyi Sanat Yönetmeni: Meral Efe Yurtseven, Yunus Emre Yurtseven (Iguana Tokyo)
En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu: Laçin Ceylan (Ayna Ayna)
En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu: Erol Babaoğlu (Kurak Günler)
SİYAD En İyi Film Ödülü: Kurak Günler
Film-Yön En İyi Yönetmen Ödülü: Emin Alper (Kurak Günler)

Haftaya, festivalin diğer bölümlerindeki filmlerde görüşmek üzere.

HASAN NADİR DERİN 

GALERİ


Diğer Yazılar