30. ADANA ALTIN KOZA İZLENİMLERİ 1-KURU OTLAR ÜSTÜNE VE ULUSAL YARIŞMA
Geçtiğimiz hafta sinema dünyasının gündemi, Altın Portakal’da yaşanan, sonucu festivalin iptaline kadar giden gelişmelerdi. Tam da Adana Altın Koza’nın kapanış töreninin olduğu gün hareketlenen tartışma hafta boyunca devam etti. Sansürün her türüne karşıyız diyelim ve her yönü ile kötü yönetilen bu süreçten ders çıkarmayı umalım.
Bu hafta, Adana Altın Koza seçkisinde izlediğimiz filmlere göz atmaya başlayalım. Normalde festivalin en büyük gündemi, Ulusal Yarışma olurdu ama bu sene Nuri Bilge Ceylan’ın yeni filminin Türkiye prömiyerini Adana’da yapması ile festivalin en büyük olayı bu oldu. Bu nedenle yazımıza Kuru Otlar Üstüne ile başlayalım. Sonra da Ulusal Yarışma’daki filmlere bir göz atalım.
Bu sene yarışmada, 11 film yer alıyordu. Bunların yedisini izleyebildim. Geçelim yorumlarına.
Kuru Otlar Üstüne:
Festivalin flaş filminin Kuru Otlar Üstüne olduğunu söylemiştik. Aynı gün, aynı saatte, festivalin gerçekleştiği sinemanın tüm salonlarında bu film oynuyordu ve hepsi tıklım tıklımdı. Biz basın olarak, aynı günün sabah 9'unda izledik filmi. Kısaca, Nuri Bilge Ceylan, Kış Uykusu ile girdiği yola devam ediyor diyelim. Belli bir yerden/durumdan çık(a)mayan karakterler, zaman zaman Nuri Bilge Ceylan’ın zihninde kendi kendisi ile tartıştığı konuları izlediğimizi düşündüren upuzun diyaloglar ve hayranlık verici görüntüler. Ama bu tarzını giderek daha rafine hale getirdiği ve yenilikler kattığı da söylenebilir.
Film bittiğinde Ahlat Ağacı'ndan iyi olduğundan emindim, şimdi Kış Uykusu'ndan da iyi galiba diye düşünüyorum ama kesin karar için, o filme dönmem lazım. Bu kez yan karakterlere çok girmeyip, tüm hikâyeyi 3-4 karakter üzerinden ilerletmiş.
Yine çok uzun diyaloglar var ama akıp gidiyor. Yalan olmasın, ilk bölümdeki bir sahne belki biraz uzundu ama ikinci bölümde, Merve Dizdar ve Deniz Celiloğlu arasındaki sahne uzun olmasına rağmen, inanılmaz tempolu ve içi dolu yapısı ile kendisine bağlıyordu. Zaten Merve Dizdar da neredeyse yardımcı oyuncu sayılabilecek bir rolde olmasına rağmen, bu sahnedeki harika performansı ile ödülü kapmış belli ki. Deniz Celiloğlu da çok başarılı bu arada. Kötücüllüğü gideren ön plana çıkan karakterini çok iyi canlandırmış. Ceylan, ana karakterler dışında da iyi ve tanınmış oyuncularla çalışmış. Eh, filmde 3 saniye gözükeceksin dese bile, herkes koşarak gider zaten.
Hemen herkes, filmin 197 dakikalık süresinin hissedilmediğini yazmış. Bence de öyle. Yine de bir ara, filmden kopuyor gibi olduğumu itiraf edeyim. Tam orada, yukarıda bahsettiğim sahne gelince, filme tekrar bağlandım.
Ceylan bir yerde, kendi sineması için yepyeni bir şey de yapıyor. Cannes'daki yorumları takip ederken, az çok ne olduğunu anlamıştım ama yine de şaşırtıcıydı. Ama çok anlamlı ve gerekli miydi, emin değilim. İzleyenler hangi sahne olduğunu hemen anlayacak. Film biraz daha izlensin, daha fazla tartışılacaktır.
Film teknik olarak çok iyi demeye gerek duymuyorum bile. Nuri Bilge Ceylan o standardı zaten sağlıyor. Ama benim için en iyi filmleri Uzak ve Bir Zamanlar Anadolu’da olmaya devam ediyor. Kuru Otlar Üstüne’yi ikinci gruba alabilirim sanırım.
Cam Perde:
Fikret Reyhan, Çatlak'tan sonra yine boş geçmemiş. Bu kez odağına, eski kocası ile yeni erkek arkadaşı arasında kalmış bir kadını alsa da bu üç karakterin çevresine bir kez daha geniş ailelerini de başarıyla ekliyor. Çatlak'taki gibi, izlediğimiz irili ufaklı her karakter, yaşamın içinden, her an karşılaşabileceğimiz, gerçekliğinden şüphe etmediğimiz karakterler. Çok iyi yazılmış ve çok iyi oynanmışlar.
Reyhan da kurduğu atmosferle bizi, sürekli tedirginlik halinde yaşayan kadının duygularına ortak ediyor. Filmin büyük bir kısmını, neredeyse bir gerilim filmi izler gibi, diken üstünde izliyoruz. Bunu yapmakta, filmin dinamik kurgusu önemli rol oynuyor. Filmin kazandığı ödüllerden biri, haklı bir şekilde kurgu ödülüydü.
Bunda nerede patlayacağı belli olmayan, serseri bir bombayı andıran karakteri ile, eski kocayı canlandıran Alper Çankaya'nın etkisi büyük. İstanbul'daki oyuncu ödülü, boşa değilmiş. Tüm filmin üzerine kurulduğu, Selen Kurtaran da çok iyi bu arada. O da burada kadın oyuncu ödülü ile döndü zaten. Film, ana karakterimiz Nesrin'in, eski kocasına bu kadar tahammül etmesine inandıramasaydı, en baştan kaybederdi. Hem bu iki oyuncunun, hem de senaryonun sayesinde, nedenini anlayabiliyoruz.
Sıkıntı olarak söyleyebileceğim 1-2 şey var. En önemlisi, bir yerden sonra, kendisini tekrar etmesi. Yaklaşık bir saatinden sonra, finale kadar, yaklaşık aynı çatışma dönüp duruyor, hikâye biraz patinaj yapıyor.
Ve final. Şimdilik sadece üç festivalde, kısıtlı sayıda kişi izlemişken, finali açmayalım ama Ayvalık'ta İstanbul'dakinden farklı bir final izlediğimiz söyleniyordu. Daha önce izleyenlerden öğrendiğim kadarıyla, Adana'da İstanbul finaline dönmüşüz. Bu konu söyleşide konuşuldu mu bilmiyorum, erken çıkmak durumunda kaldım. Yine de kendi adıma genel olarak bu tip bir finali tercih etmesem de, ikisi arasında kalsam, oyum Ayvalık finalinden yana olurdu. Film vizyona girerse (umarım girer), daha net konuşabiliriz.
Festivalde ilk izlediğim filmdi ama festival bittiğinde, benim için Ulusal Yarışma’nın en iyisi olarak kaldı. Ancak bu konuda jüri ile aynı fikirde değilmişiz demek ki.
Öte:
Bu filmin söyleşisinde, soru soran hemen herkes cümleye, "Deniz Seviyesi'ni çok seviyorum ama" diyerek girdi. Meali, "önceki filminizi seviyorum, sizi de kırmak istemiyorum ama bu filmi sevmedim" aslında. Üzgünüm ama ben de öyle başlayacağım...
Yönetmen Esra Saydam’ın önceki filmi Deniz Seviyesi'ne bayılıyorum ama bu film olmamış (Not: Esra Saydam, Deniz Seviyesi’nde Nisan Dağ ile, burada ise Malik Isasis ile ortak yönetmen.). Amerikalı bir kadının Türkiye üzerinden yaptığı Ermenistan yolculuğunu anlatan bu film, gerçekten de Türkiye'ye çok dışardan, oryantalist bir bakışla yaklaşıyor. Bunu ortak yönetmen, Malik Isasis'in hanesine yazmalıyız sanırım.
Filmin önemli bir kısmı, tüm görüntü ve müzik kullanımları ile Kültür Bakanlığı'nın Türkiye tanıtım filmleri gibi adeta. Ki kaçırmadıysam, filmin öyle bir desteği de yok aslında. Esra Saydam, öyle başlayıp, farklı bir yere varmaya çalıştık dedi ama akılda kalan, o imgeler oluyor.
Filmin sorunları bu kadarla kalsa, tamam diyeceğim de bir türlü inandırıcı olmayı başaramıyor. Diyaloglar, oyunculuklar, hepsi sıkıntılı. Cam Perde'nin temalarına benzer şeyler, yalnız bir kadının tedirginlik halleri burada da var ama kesinlikle seyirciye geçmiyor.
Oyunculuk açısından da şöyle diyeyim, ben yapımcıyım aslında, oyunculuk yapmak istemedim ama bütçemiz çok olmadığı için bana kaldı diyen Eda Çarıkçı, bence filmin en iyi oyuncularından biriydi.
Bir yol filmi olarak, ana karakterin hayatına girip çıkan yan karakterler olması gerektiğini anlıyorum ama onların da karakter gelişimine bir etkisi yoktu. Kars, Kars gibi değildi, neredeyse Kadıköy’e benziyordu. Bir abimizin sürekli Nevşin Mengü izleyerek uyumasına ne anlam vermeliyim, hiç bilemedim.
Neyse, çok yüklendim filme, daha başka eleştirilerim de söyleşide farklı kişiler tarafından dile getirildi zaten. Ben yine de Esra Saydam'ın günün birinde çekmesini beklediğim solo filminden, hala umutluyum diyeyim.
Sanki Her Şey Biraz Felaket:
Bu sene festival epey yoğun olduğu için Ulusal Yarışma'dan hangi filmleri izleyeceğime karar vermek de zorlu bir süreç oldu. Bu filmi İstanbul'da izleyenler genelde, "tatlı bir film" yorumunu yapıyordu. Valla haklılarmış. İyi ki izledim.
Günümüzde, yavaş yavaş hayata adım atma eşiğinde olan gençlerin kaygılarını, umutsuzluklarını ve çıkışsızlıklarını, bir kara komedi tarzında ortaya koymayı başarıyor. Karakterler, diyaloglar çok gerçekçi değil belki ama filmin amaçladığı şey de gerçeklerden yola çıkıp, neredeyse gerçeküstü bir dünya kurmak. Hatta yine festivalde Kaurismäki'nin yeni filmini izleyince, bu filmle bir benzerlik de kurdum. Onun kadar iyi değil elbette ama o yolda bir film.
Karakterlerin ve dolayısıyla yönetmenin, günümüz sistemi ve iktidarı ile (sadece ülkemizdeki değil, tüm dünyadaki) derdi olduğu açık. Ama filmin sistemin karşısında bir duruştan çok umutsuz bir tavrı var. Bu durum eleştirilebilir ama bu kuşağın yaklaşımını da doğru yansıtıyor galiba.
Bazı olayların nereye doğru gittiğini ve nasıl bir espriye bağlanacağını önceden fark etmemize rağmen, bunu çok büyük bir eksi olarak görmedim. Bir ilk film olarak, yönetmenin sonraki filmlerine dair ümit veriyor. Zaten kısa filmlerini de sevmiştim.
Bu film jüriden çok olumlu bir karşılık buldu ve en iyi film, yönetmen ve senaryo ödüllerini kazandı. Ayrıca Siyad ödülünü de bu film aldı. Bence tüm önemli ödülleri toplayacak bir film değildi ama jüri filmin farklı yaklaşımını beğenmiş diyerek, çok da itiraz etmiyorum.
Kıyıda:
Büyük bir aile, özel bir günde bir araya gelir ve aralarındaki çatışmalar, sırlar gün yüzüne çıkar. Bu kısa özeti bir film türü olarak kabul edebiliriz. Kıyıda tam da bu türün tüm formüllerini uygulayan ama formüllerin dışına çıkmayı denemeyen bir film.
Bu kez, babalarının cenazesi için bir araya gelen dört kız kardeşi izliyoruz. Bunlardan biri evlenmiş ve aynı kasabada yaşamaya devam ediyor, biri genç yaşta evden kaçmış, diğeri okumak için uzaklarda, en küçük kardeş ise (onun annesi farklı), diğerleri ile hiç yakınlaşamamış zaten. Filmin başladığı anda, kız kardeşler arasındaki dertlerin ortaya döküleceği bir kavga sahnesini bekliyoruz. Film de yavaş yavaş bizi buraya hazırlıyor zaten. Bu hazırlığın biraz fazla uzun sürdüğü söylenebilir ama patlama anını beğendim.
Finalin fazla pembe gözlüklerle çizilmiş olduğunu düşünüyorum. Bu arada filmin özetinde, final sahnesini yazmış olmasalar da iyi olurdu tabii. Film ekibinden mi gitti, festival tarafından mı yazıldı bilmiyorum ama filmin finalini de özette yazmazsın yani. Bazı mizansenlerde de sıkıntı var bence. Örneğin, bir kaza sahnesi ve sonradan gelişen olaylar var. İyi toparlanamamış.
Oyuncuların hepsinin iyi olduğunu söyleyemeyeceğim ama iyi olanlar, mesela Deniz Altan ve Ceren Taşçı eksikleri kapatıyor bence. Ki, Deniz Altan da buradan Umut Veren Oyuncu ödülü ile döndü. Gerçi, uzunca bir süredir sektörde. Bence o umudu vermişti zaten. Daha büyük bir ödül de alabilirdi.
Film, yönetmen Büşra Bilginer'in okulda geliştirdiği mezuniyet projesiymiş. Eksikleri ve fazlalıkları var ama aile dinamiklerini iyi çizdiğini düşünüyorum. Bu yüzden filme karşı daha olumlu taraftayım.
Ceylin:
Festivalin en tartışmalı filmi Ceylin'di. Filmin kendisinden çok, şu an hukuki süreci devam eden, durum nedeniyle. Ama biz filme bakalım. Film, Adana'daki mevsimlik işçileri, buradaki çocuk işçilerden biri olan Ceylin'i odağına alarak anlatıyor. Filmin bu aksı gayet iyi işliyor aslında. Ceylin ve ailesinin arasındaki ilişkiler üzerinden, mevsimlik işçilerin sorunları, hala devam eden ağalık sistemi, kadına nasıl bakıldığı ve hatta çocuk gelinler meselelerine giriyor. Burada zaten elde yeteri kadar malzeme var.
Fakat, Tufak Şimşekcan belli ki, bir de buraya dışarıdan bakan bir karakter olması gerektiğini düşünüp, bir belgeselci kadın aksı eklemiş. Bir yandan da onun hikayesini izliyoruz. Filmin en büyük sorunu da burası bence. O kadar fazla konuya girip çıkıyor ki. Bazen ilk film sendromu diyoruz ya, tam olarak bu işte. Belgeselci kadının sorunları, babasıyla yaşadıkları vs. hiç umurumda olmadı. Hele bir yerde tacizci yönetmen konusuna falan giriyor ki, kesinlikle bu filmde yeri yok. Bambaşka bir filmde uzun uzun anlatılabilir halbuki. Bir de bu kadının tüm belgeseli, tek kişilik dev kadro olarak çekmesi de çok inandırıcı gelmedi. Yanında teknik ekipten birileri olması gerekirdi en azından. Sözün özü, ben olsam, hiç acımaz filmin bu aksını tamamen çıkarırdım. Diğer tarafın meziyetlerinin önüne geçiyor.
Diğer tarafın meziyetleri neler? Bir defa hikâye daha iyi, diyaloglar daha gerçekçi, oyuncular, özellikle Ceylin'i ve ailesini canlandıran oyuncuların her biri çok iyi. Görüntüler de gayet başarılı. Ama final konusunda sıkıntıları var. Bitecek gibi yapıp, bitmeyen filmlerden.
Sonuç olarak, iyi kategorisine alacağım filmlerden ama bazı tercihleri farklı yapsaymış çok iyi de diyebilirmişim.
Suyun Üstü:
Festivalin diğer yarışma filmlerinden Kıyıda ve Ceylin'le akraba olan bir film. Tıpkı Kıyıda gibi, uzun süredir bir araya gelmemiş bir ailenin, bir vesileyle, kısa süreli de olsa buluştuğu günleri anlatıyor. Bu kez daha küçük bir aile. Anne-baba, iki kızkardeş ve birinin Amerikalı eşinden oluşan aile, gazeteci olan babanın hapse girmek üzere olması nedeniyle, son bir yaz geçirmek için bir araya gelmişler. Elbette yine eski defterler açılıyor, hesaplaşmalar yaşanıyor.
Bir ilk filmin artıları ve eksilerine sahip bir film. En azından fazla dallanıp budaklanmadan, belli birkaç tema üzerinden ilerliyor.
En büyük artısı Elit İşcan. Karakterini çok iyi ele alıp yansıtmış. Zaten festivalden ödülünü de aldı. Filmin görüntü yönetimi de başarılı. Denizin üstündeki ve altındaki sahneler iyi çekilmiş, tekne gibi küçük bir mekân iyi kullanılmış.
Ama senaryoda ve bazı oyunculuklarda sıkıntılar var. Mesela baştan sona bir gizem olarak sunulan pasaport konusunun nereye gideceği çok barizdi. Baba karakterini, yönetmenin babası Serhat Ünaldı canlandırmış. Söyleşide, çok iyi niyetle ve yoğun bir şekilde çalıştığını da anladık ama profesyonel bir oyuncu olmadığı anlaşılıyor maalesef. Karakteri her an, ben şu an rol yapıyorum diye bağırıyor. Yalnız şöyle bir durum da var. Ben bu bilgiden önce filmi izlerken, karakteri sürekli rol kesen, çakma solcu, çakma muhalif gibi algılama eğilimindeydim. Yönetmenin niyeti buysa (çok emin değilim), başarmış.
Filmin Ceylin'le de akraba olduğunu söylemiştim. Aynı oyuncu, Nihan Aker, burada da belgeselci bir kadını canlandırıyor, hatta bazı anlarda neredeyse aynı cümleleri kuruyor. Ve ne yazık ki burada da onun belgesel çektiği sahneler, filmi baltalıyor. Aker'in oyunculuğunda bir sorun yok, hatta filmin diğer bölümlerinde gayet iyi ama belli ki belgesel kısmında yönetmen, ülkenin durumuna dair fikirlerini dökmek istemiş. Belli şeylere sinirli olduğunu da anlıyorum ama bunun seyirciye bu kadar direkt aktarıldığı tarzı sevmiyorum.
Yine de kimi sorunlarına karşın, daha fazla artıları ile anımsayacağım, yarışmanın orta grubunda yer aldığını düşündüğüm filmlerden biri.
Karganın Uykusu:
Karganın Uykusu, ulusal yarışmanın sürprizlerinden biriydi. Açıkçası fragmanı çok ümit vermemiş, ilk gösteriminin saatinde, başka bir filmi tercih etmiştim. Sonrasında, izleyenlerin bir kısmından gelen olumlu yorumlar merak ettirdi ve ikinci gösterimini kaçırmadım. Gerçekten başarılı bir ilk film. Öncelikle başrol oyuncusu Ahmet Ağgün ile değer kazanıyor. İzlediğim anda, erkek oyuncu ödülünü alacak dedim ve yanılmadım.
Uyurgezer bir baba (Nasip) ve oğlu arasında geçen bir hikâyeyi anlatan film için, bir karakter draması diyebiliriz. Tüm film, Nasip karakterinin üzerinden ilerliyor. Nasip, anlaması, içine girmesi zor bir karakter. Yönetmen Tunahan Kurt'un bu açıdan bir risk aldığı söylenebilir. Ama çok iyi bir oyuncu seçimi yaparak bu riski azaltmış. Başrol oyuncusu aksasa, tümüyle çökecek filmlerden biri çünkü. Ahmet Ağgün de filmi sırtlamayı başarıyor.
Filmin görüntüleri ve insanın üzerine çöken atmosferi de gayet başarılı. Senaryoda bazı sıkıntılar olduğu söylenebilir. Atsanız, filmden çok şey götürmeyecek, genel akışa etki etmeyen sahneler olduğu gibi, filmin gittiği yer de çok belli. Yine de olumlu tarafları, olumsuzların önüne geçiyor.
Bu arada, festivalin web sayfası ve kataloğuna göre, filmin 8 kurgucusu var. İzlerken jeneriğe dikkat etmedim ama eğer bu bilgi doğruysa, çok enteresan bir sayı.
Haftaya festivalin yabancı film seçkisinin yorumlarında görüşmek üzere.
HASAN NADİR DERİN