29. ADANA ALTIN KOZA FİLM FESTİVALİ İZLENİMLERİ-1 (ULUSAL UZUN METRAJ KURMACA FİLM YARIŞMASI)
Geçtiğimiz hafta, 29. Adana Altın Koza Film Festivali’ni takip etme olanağı bulduk. Festivalin Ulusal Uzun Metraj Kurmaca film yarışmasında sekiz film yarıştı. Bunların altısını izledim. Bu hafta bu filmlere, izlediğim sırayla, ufak bir bakış atalım, haftaya da festivaldeki diğer filmlere göz gezdiririz.
Kabahat:
Belgesellerinin bir kısmını izleyip beğendiğim Ümran Safter, bu ilk kurmaca filminde (altını çizelim, ilk filmi değil, ilk kurmaca filmi. Birkaç yerde ilk film denildi, belgeseli de filmden sayalım lütfen), Türkiye'de kadın olmayı anlatmaya soyunmuş. Ana eksende, biri regl olduktan sonra yıkanmak isteyen, diğeri de eczaneden hamilelik testi almaya çalışan iki genç kız olsa da, farklı kuşaklardan kadınlar üzerinden, farklı sorunları anlatıyor. Filmde ana karakter olarak gördüğümüz bir erkek yok, görünen erkekler de figürandan hallice. Ama görünmeseler de, erkeklerin baskısını filmin her anında hissediyoruz.
Filmin anlattığı temaları, kurduğu çatışmaları ve oyunculukları beğendim ama diyalogların çok mesaj kaygılı olması ve derdinin altını kalın kalın çizmesi, doğallığı azaltmış. Beğendiğim bazı anlatım tercihlerinde de nedense ısrarcı olmamış. Mesela uzunca bir sahnede, kamera hiç evlenmemiş teyzenin yüzünü inatla göstermiyor, çamaşırların arkasına saklıyor ama tam sahne biterken, plan değişiyor ve teyzenin yüzünü görüyoruz.
Filme karşı pozitifim ama oralarda bir yerde, daha iyi bir film varmış. Biraz daha senaryo dokunuşu, özellikle diyalogların elden geçmesi, filmi bir basamak yukarı taşırmış.
Mendirek:
Afişine ve konusuna bakınca, yerli Lighthouse izlenimi veren bir film. Kısmen de doğru. İki balıkçı arkadaşın arasındaki çekişmeyi ve gerilimi giderek arttırarak anlatıyor. Bu filmde yalnız değiller ama. Çevrelerinde teknenin diğer çalışanları ve adalılar var. Karakterlerin biri içe dönük, herkesin kendisiyle alay ettiği biri, diğeri ise daha dışa dönük ve aktif bir karakter ama onun da başka sorunları var. Her ikisinden de bir patlama anı bekliyorsunuz ki, film bu gerilimi gayet iyi kurmuş. Film teknik açıdan çok başarılı. Yarışma filmlerinin hepsini izlemedim ama bu film, görüntü yönetimi ödülü alsaydı hiç şaşırmazdım. Çok iyi anlar yakalamış. Oyuncular da gayet iyi.
Ama (büyük bir ama) yönetmen de kendi çektiği görüntüleri çok beğenmiş olmalı ki, sahneleri fazlasıyla uzun tutmuş. Ayrıca yönetmen hikayesini de çok kapalı tutmuş ve pek çok şeyi seyircinin doldurmasını beklemiş. Tamam bu bir tercih, olabilir de ama bu filmin lehine işlemiyor bence. Film bittiğinde, tamam da bu harika görüntüleri neden izledik hissinden kurtulamadığımı itiraf etmeliyim.
Filmin kapalılığına basit bir örnek: İki karakterin kuzen olduğunu, söyleşiye kadar anlamadım ben. Konuştuğum kişilerden sadece arkadaş olduklarını düşünen de vardı, kardeş olduklarını düşünen de. Salonda da kardeş diye anlayanların olduğunu fark ettim hatta.
Oyuncular iyiydi dedik. O kısmı biraz açayım. İki ana karakter dışındakiler adanın sakinleriymiş ve 1-2 istisna dışında hepsi çok doğaldı. Kamerayı yadırgamamışlar. Yan teknedeki, dünyadan kopuk dayı karakteri ise bir harikaydı. Ona spin-off yapın, izleyelim.
Bir Zamanlar Gelecek: 2121:
Fantastik ve bilim-kurgu, Türkiye sinemasında çok fazla örneğini görmediğimiz türler. Bu nedenle, Bir Zamanlar Gelecek filmi, konusunu okuduğum anda ilgimi çekmişti. 21. yüzyılın sonlarında, dünyanın yüzeyinde bir iklim krizi ve kıtlık meydana gelmiş ve insanlar yeraltında bir uygarlık kurmuşlar. Daha da önemlisi, genç nesil, yaşlı neslin iktidarını devirerek, yeni bir yönetim kurmuş ve kurallar getirmiş. Pek çok distopik filmde gördüğümüz gibi, iyi niyetle getirilen bu kurallar, giderek faşizan bir yönetim haline dönüşmüş. Filmin temelinde de bu kurallardan biri var aslında. Bir aileye, “yeni hayat” yani yeni bir çocuk gelecekse, o çocuk doğduğunda, ailenin en yaşlısının ölmesi gerekiyor ki, nüfus artmasın.
Aslında güzel konu ama yukarıda kullandığım “pek çok distopik filmde gördüğümüz gibi” kalıbını, filmin pek çok unsuru için kullanabiliriz. Karakterlerin duygularını yansıtmadan sürdürdükleri yapay yaşamlar, baskıcı iktidara karşı duran isyancılar, iktidara yakınken diğer tarafa yaklaşan karakterler vs. vs. Evet, ülkemiz sinemasında çok karşımıza çıkmayan bir tür ama yine de bir yenilik bulmak istiyor insan. Ayrıca, bilinçli olduğunu biliyorum ama oyuncuların robotik tarzlarını da parodiye kayacak kadar aşırı buldum. Büyükanne karakteri hariç diğer karakterlerin hiçbiri o tarzdan çıkamıyorlar ama zaman zaman karakterlerin duygularını yansıtan bir oyunculuk tarzı, filmin gerçekliğini arttırırdı.
Türü sevdiğim için, bu filme de olumlu bakıyorum ama yine daha iyi olabilirdi dediğim yapımlardan.
Suna:
Çiğdem Sezgin’in bu ikinci uzun metrajlı filmi, orta yaşını geçmekte olan iki karakter arasındaki anlaşmalı bir evlilik üzerinden ilerliyor. Geçmişte bir süre Almanya’da yaşamış olan ve temizlikçilikle hayatını kazanan, elinde avucunda bir şey olmayan bir karakter olan Suna ve karısını yeni kaybetmiş Veysel, çevrelerinin araya girmesiyle imam nikahı yaparlar. Her ikisinin de birbirlerinden belli beklentileri vardır. İşler başlarda fena gitmez ama özgürlüğüne düşkün olan Suna giderek durumdan rahatsız olmaya başlar.
İyi yazılmış ve oynanmış iki karakter var karşımızda. Senaryoda karakterlerin detayları, açıkça söylemeyen detayları iyi işlenmiş. Her ikisinin de artıları ve eksileri var. Film Suna’nın yanında olsa da Veysel’i de kötü bir karakter olarak kurmuyor. Hatta zaman zaman acınacak bir karakter konumunda. Filmin bu artılarına rağmen, bazı kilit sahnelerin iyi çekilmemiş olması can sıkıyor. Bir de Fırat Tanış’ın oynadığı film eleştirmeni karakteri var ki, direkt bir kitap alıntısı ile filme girmesinden başlayarak, karikatürize bir entel tipi çiziyor (Bizimkiler’deki Rutkay Aziz’in karakterini gözünüzün önüne getirin). Senaryodaki diğer karakterlerin başarısı yanında, üzerinde çok düşünülmemiş bir karakter izlenimi veriyor.
Jüriden karşılık bulamadı ama seyirci ödülünü alması, seyirciyi yakalayan noktaları olduğunu gösteriyor. Bence de yarışmanın iyi filmleri arasındaydı.
Bu arada izleyecek olanlar için bir not. Erdem Akakçe’nin karakterinin yaptığı bir hareket var. Bence yanlış anlamaya açık bir hareket. Şimdi ne olduğunu yazmayayım ama gelen bir soruya karşı yönetmen net bir şekilde, orası öyle değil dedi. Vizyona girerse, daha rahat tartışırız.
Ela ile Hilmi ve Ali:
Ziya Demirel de ilk filmi ile yarışmada kendine yer bulan isimlerden biriydi. Üç karakter arasında geçen bu hikâyeyi çok iyi kurmuş ve çekmiş. Karakterlerimizden Hilmi, deneyimli bir öğretmen. Depremden kurtulan bir genç kadın olan Ela ile evlenmiş ve onu üniversite sınavına hazırlıyor. Ela belli ki evlenmeye çok da gönüllü değilmiş ama biraz da mecbur kalmış. Ali ise, kapıcının yeni yeni ergen olan oğlu. Hilmi ona da ders çalıştırıyor. Ziya Demirel ve senaryoyu beraberce yazdığı Nazlı Elif Durlu, bu üç karakteri de ilk akla gelen, tek boyutlu şekillerde kurmamış, derinlikli karakterler yaratmışlar. Özellikle Hilmi karakteri çok rahatlıkla filmin kötü adamı olabilecekken, iktidar sembolü olmasına rağmen belli noktalarda, anlayışlı bir karakter haline dönüyor. Ela’nın evin içindeki yalnızlığı ve sıkıntısı, Ali’nin ilk aşka doğru ilerleyen ergen halleri de iyi işlenmiş. Ama film bilerek ve isteyerek seyircinin ilk beklediği çözümleri sunmuyor. Bu da filmin hikayesini diri tutuyor.
Filme adını veren karakterleri canlandıran üç oyuncu da çok iyi. Serkan Keskin’in öğretmen olduğuna ikna olmakta biraz zorlandım ama bir süre sonra eski rollerini unutturdu. Ece Yüksel, zaten kuşağının en iyi birkaç oyuncusundan biri bana göre. Burada yine şaşırtmıyor. Genç bir oyuncu olarak Denizhan Akbaba da gelecekte adını sık duyabileceğimizi düşündürüyor.
Filmin zayıf bulduğum tarafı, karakterleri tanıdıktan sonra, biraz fazla top çevirmesi oldu. Bir süre aynı yerde döndü dolaştı. O kısımlar biraz daha kompakt olsa, daha fazla sevebilirdim. Yine de jüriye katılıyorum. Bence de yarışmanın en iyi filmiydi.
Çilingir Sofrası:
60 dakikalık süresiyle, orta metraj tadında bir film aslında. Yönetmenin söyleşide, aslında uzun metraj film çekmek için yola çıkmamıştık dediğini de hatırlatalım. Film, yıllar sonra birbirlerini Instagram’dan bulan iki lise arkadaşının bir gece içmek için buluşması ile başlıyor. Bu iki arkadaştan biri, evli ve çocuklu, diğeri ise açıkça eşcinsel olduğunu söyleyen bir karakter. Filmle ilgili yapılan tüm yorumlarda belirtildiği için, spoiler olacağını düşünmüyorum. Bu iki karakter, lisede dostluktan öte şeyler yaşamışlar ama biri bunu kendisine bile itiraf edemezken, diğeri bununla barışmış.
Film büyük ölçüde birkaç yıl önceki Ümit Ünal filmi, “Aşk, Büyü Vs.”yi anımsatıyor. Özellikle duygu olarak. Yönetmen, o filmi model almışsa, şaşırmam. Ama iki erkek arasındaki bu umutsuz aşk hikayesi, oyuncuların da katkısı ile işliyor. Ancak 4 bölümden oluşan film, müziklere fazlaca bel bağlamış. Bu müziklerin bir kısmı, adeta filmin süresi uzasın diye kullanılmış gibiydi. Halbuki o rakı masasında, daha fazla konuşulacak şeyler de olurdu mutlaka. Yine de bu filmi de yarışmanın iyileri arasına koyuyorum. Hele günümüzde, böyle bir filmin çekilmesi bile değerli.
Meraklısı ödülleri şimdiye kadar öğrenmiştir ama yine de yazıyı, Ulusal Uzun Metraj Kurmaca film yarışmasının ödülleri ile bitirelim.
En İyi Film: Ela ile Hilmi ve Ali
Jüri Özel Ödülü: Kabahat (Ümran Safter)
En İyi Yönetmen: Ziya Demirel (Ela ile Hilmi ve Ali)
En İyi Senaryo: Ziya Demirel ve Nazlı Elif Durlu (Ela ile Hilmi ve Ali)
En İyi Kadın Oyuncu: Ece Yüksel (Ela ile Hilmi ve Ali), Aslıhan Gürbüz (Bana Karanlığını Anlat)
En İyi Erkek Oyuncu: Ahmet Rıfat Şungar ve Barış Gönenen (Çilingir Sofrası)
En İyi Müzik: Taner Yücel (Bana Karanlığını Anlat)
En İyi Görüntü Yönetmeni: Engin Özkaya (Çilingir Sofrası)
En İyi Sanat Yönetmeni: Gülay Doğan (Ela ile Hilmi ve Ali)
En İyi Kurgu Ödülü: Selda Taşkın, Henrique Cartaxo (Ela ile Hilmi ve Ali)
Yardımcı Rolde En İyi Kadın Oyuncu: Ece Demirtürk (Kabahat)
Yardımcı Rolde En İyi Erkek Oyuncu: Alihan Kaya (Mendirek)
Umut Veren Kadın Oyuncu: Mina Demirtaş (Kabahat)
Umut Veren Erkek Oyuncu: Denizhan Akbaba (Ela ile Hilmi ve Ali)
SİYAD En İyi Film Ödülü: Çilingir Sofrası (Ali Kemal Güven)
Film-Yön En İyi Yönetmen Ödülü: Cem Demirer (Mendirek)
Adana İzleyici Ödülü: Suna (Çiğdem Sezgin)
Ödüllere temel olarak çok fazla bir itirazım yok. Bazıları için farklı alternatifler olabilirdi. Örneğin ben olsam Suna’yı senaryo ya da kadın oyuncu için de düşünebilirdim. Ya da Mendirek’e görüntü yönetmeni ödülü verebilirdim ama verilen ödüller de gayet makul.
Haftaya, festivalde izlediğim diğer filmlerde görüşmek üzere.
HASAN NADİR DERİN