MARILYN MONROE: 'MY WEEK WITH MARILYN' VE TAMAMLANAMAYAN FİLM
Ne söylemeli hakkında; en güzeli mi, en huzursuzu mu yoksa en kırılganı mı? Şaibeli ölümüyle zamansız gidişi mi, yoksa hiç nedensiz oluşu mu daha üzücü, bilemiyorum…
Hala ilgi çeken fotoğrafları, hakkında çıkan kitaplarıyla adı her daim taze Marilyn Monroe, ölümünden yıllar sonra, Michelle Williams’ın adeta devleştiği ‘My Week with Marilyn’ filmiyle tekrar göz önündeydi. Böylesi efsane bir ismi canlandırmak kolay iş değil ve Williams, Oscar’ı ıskalasa da, kusursuz performansıyla Monreo’yu yeniden ete kemiğe büründürmüştü.
Ancak başka bir film var ki, Marilyn Monroe’ya ve ‘My Week with Marilyn’e (en azından ruh haline) farklı gözle bakmamızı sağlıyor. Ölümünden kısa süre öncesine uzanan ve asla tamamlanamayan ‘Something’s Got to Give’. Film bile değil oysa...
My Week with Marilyn’de taze gelin olarak izlediğimiz Monroe için işler değişmiş, o yıllarda evli olduğu yazar – yönetmen Arthur Miller ile henüz ayrılmış. Çok mutlu değil açıkçası.
Bir yıl ara verdiği sinemaya dönüşü, asla tamamlanamayan 30′uncu filmi ‘Something’s Got to Give’ komedisiyle oluyor. Efsaneleşecek filmin kadrosunda, dönemin ünlü karakter oyuncularının yanı sıra Dean Martin ile Cyd Charisse gibi isimler de var.
Çekimleri başladıktan sadece sekiz hafta sonra kovulan ve iki ay sonra da ölen Marilyn Monroe’nun ardından yarım kalan Something’s Got to Give, Twentieth Century Fox deposuna kaldırılıyor ve tam 40 yıl sessizce sırasının gelmesini bekliyor.
Yıl 1962… Ünlü Fox şirketi, ‘Something’s Got to Give’ için için kolları sıvamış. Aynı zamanda şirketin büyük prodüksiyonlu filmi ‘Kleopatra’nın çekimleri de devam etmekte. Kleopatra, gereğinden fazla uzamış, Elizabeth Taylor faktörüyle de ekstra masraflara boğulmuş. Mali zorluklar yaşayan şirket, iki yıldır kendileriyle çalışmayan Monroe’nun peşinde.
Monroe pek istemese de sonunda masaya oturur ve filmin Monroe – Fox ortak yapımı olmasına karar verilir. Filmin yönetmen koltuğuna ise George Cukor getirilir. Aslında bu bölüm önemli, özellikle yıldızı barışmayan iki ismin, Cukor – Monroe ‘oyuncu – yönetmen’ ilişkisinin, kısa süre önce gösterime giren ‘My Week with Marilyn’ filmindeki Olivier – Monroe (Kenneth Branagh - Michelle Williams) ikilisini hatırlattığını düşünürsek.
Marilyn Monroe, kurduğu yapım şirketi sayesinde istediği yönetmenle çalışma ayrıcalığına sahip, Cukor ise ‘çalışılabilecekler’ arasında olmaktan gurur duymakla birlikte, Monroe konusunda haklı çekincelere. Oyuncu – yönetmen açmazı, Fox’un şaibeli ricasıyla çözülür ve Cukor, isteksiz de olsa “kabul…” der. Bu sırada, Monroe’nun ‘güzellik’ kartvizitine, bütçenin artmasına neden olan çekimlere gecikme ve Arthur Miller ile evliliğinin henüz bitmesi gibi özel hayat tatsızlıkları eklenir…
Pürüz ve gecikmelerle de olsa çekimler başlar. Monroe, çoğu zaman sete geç gelir. Bu durum, ilk başlarda kimseyi şaşırtmaz ve sorun da edilmez; yer almadığı sahnelerin çekimleri bu boşluğu doldurur. Ancak, hastalık ve yorgunluk bahaneleri ile sete gelmeme ayrıcalığını sonuna kadar kullanan Monroe, yavaş yavaş sınırları zorlamaya başlar. Nadir hazır olduğu anlarda ise yanında, güvendiği ve kendisi dışında kimsenin sevmediği oyuncu koçu Paula Strasberg yer alır.
Sette olur olmasına ama Monroe odasında, Paula ise yönetmenin yanında alır soluğu; ‘Marilyn şimdi çekime gelemez’, ‘bu replik uygun değil’, ‘hazırlanıyor’ mesajları, Paula tarafından iletilir. Aslında setteyken bile sette olmayan Marilyn, bu kez ‘My Week with Marilyn’ filminde olduğu kadar şanslı değildir; sonunda pes eden yönetmen ve ekibi tarafından işine son verilir… Ve kariyerinin bittiği, başka hiçbir filmde yer alamayacağı haberleri yayılır.
Öte yandan… Elbette perde kapanmaz, filmin geri kalanı için çalışmalar devam eder. Önce, dönemin diğer ünlü isimleri Kim Novak ve Shirley MacLaine ile görüşülür, ama ikisi de rolü kabul etmez. Sonunda Lee Remick isminde karar kılınır. Sorunu hallettiğini düşünen yapımcılar hiç hesaba katmadıkları başka bir pürüzle karşılaşır; karardan hoşlanmayan Dean Martin, projeden çekilir. Böylece film rafa kaldırılır, ekip dağılır, 104 kişi işini kaybeder.
Marilyn cephesinde ise kariyeri biteceği korkusu bir süre sonra yerini öfkeye bırakır. Savaşmaya karar veren ünlü yıldız, basına demeçler verir. Bu görkemli malzemenin peşini bırakmayan basın, en yakın dostu olur. Tek isteği, ün ve kariyerine devam etmek olan Monroe, amacına ulaşır ve Fox yeniden ‘gel’ çağrısında bulunur. Uzun süren karşılıklı fedakârlıklarla dolu uzlaşma sürecinin ardından karar alınır; ‘Something’s Got to Give’, Cukor ve Paula’sız devam edecektir…
Sonunda Monroe, Fox şirketiyle iki film için bir milyon dolara anlaşır. Aslında zafer kazanmıştır ama, mutlu olması gereken bu dönemde, gerginliklerle geçen günler ve baskı, uyumasını neredeyse imkânsız hale getirir. İki doktorunu her gün görmeye başlar ve doktor onayıyla aldığı ilaçlarla sorununu çözmeye çalışır.
Son akşam yemeği
4 Ağustos akşamı her şey normal gibidir; önce telefonla sevdiği birkaç dostu arar, sohbet eder. O akşam yıldızla konuşanlar neşesinin yerinde olduğunu söyler. Hizmetçisine göre de her şey yolundadır. Monroe, akşam dokuzda odasına çekilir. Gece 03.30’da uyanan hizmetçi, ışığın hala açık olduğunu fark eder…
Eve gelen Doktor Gren, yatağında çıplak ve hareketsiz yatan Monroe’nun birkaç saat önce öldüğünü bildirir.
Filmden ve o dönemin Monroe’sundan geriye kalanlar
‘Something’s Got to Give’, yıldızın çıplak göründüğü ilk ve tek filmdir.
Çoğu zaman yakın çekime karşı çıkar, uykusuzluk ve yorgunluktan dolayı şiş gözlerinin görünmesini istemez.
Ya kendi hastalığını ya da film ekibinden birinin hasta olabilme ihtimalini gerekçe göstererek, çekimlere gitmez.
Filmin iki çocuk oyuncusuyla, sanırım asla sahip olmadığı çocuk özleminden dolayı, sette en iyi anlaşan yıldız olur.
Çekimlere hastalık bahanesiyle pek çok kez katılmayan yıldız, şirketinin tüm itirazlarına rağmen döneme damgasını vuran J.F. K.’in doğum günü partisine katılır ve tarihe geçecek şarkısını söyler.
Bardağı taşıran son damla Marilyn Monroe’nun doğum günü partisi olur. Monroe doğum gününü ‘Kas Distrofisi Derneği’ yararına Dodger Stadyumu’nda düzenlenen partiyle bitirir. Burada soğuk havada kalan yıldız, tekrar sinüs enfeksiyonu geçirir. Durum, 17. kez hastalık bahanesine ve sayısız kez sete gelmemesiyle sonuçlanır.
Aynı yıl Elizabeth Taylor’un 30. doğum günü partisi Roma’da tüm görkemiyle kutlanırken, Monroe’nun partisi çok sıradan geçer.
Monroe – Fox mücadelesinde basına yaptığı açıklamalarda çok güvendiği gazetecilere söylediği “Lütfen beni aptal gibi göstermeyin”, ruh halini en iyi yansıtan cümle belki de.
Film hazırlık sürecinde senaryo yazarlarına ileti ve itirazları ise oldukça ilginç ‘üçüncü tekil şahıs’tır; “Monroe böyle söylemez, Monroe bunu oynamaz”.
Dean Martin ile havuzdan çıktıkları sahnenin replikleri (filmin en ünlü sahnelerinden biri), kendini toparlayamadığı için sayısız kere tekrarlanır. O gün doğru replik uygulanamadığı için çekim tamamlanamaz.
Monroe, çekimlere katılması gereken 30 günün, sadece 13′ünde yer alır ve film bütçesini bir milyon dolar aşar.
Ölümü sonrasında film, Fox tarafından başka bir isimle (Move Over, Darling – 1963), başka oyuncularla (Doris Day, James Garner) yeniden çekilir. Orijinal film ise Fox’un deposunda bekletilir ve birkaç belgeselde yer alan tek tük sahneler dışında kamuoyuna hiç ulaşmaz.
Ve uzun yıllar sonrasında, ‘Marilyn Monroe Estate’ iş birliğiyle, filmi yenileme projesi başlatıldı. Zorlu bir montaj süreciyle, rastgele parçalar uzun süren uğraşlarla tutarlı bir hale getirildi…
HİLAL ÇETİNDER