SİNEFİLDEN NOTLAR / HASAN NADİR DERİN

JAMES GUNN'UN MARVEL'E VEDASI, OZON'UN KOMEDİSİ VE DİĞERLERİ

18 Mayıs 2023 Perşembe 12:49
SİNEFİLDEN NOTLAR / HASAN NADİR DERİN

Seçim sonuçlarını takip etmekten sinemaya fazla konsantre olamadığımız bir hafta sonu geçirdik. Zaten hafta sonu seyirci sayısı da 2023’ün en düşük seyirci sayısı olmuş. Bu hafta çok da iddialı olmayan filmler gösterime girmişti. Ancak geçtiğimiz haftalardan kalan bazı filmler, seyirci çekmeye devam etti. Bu hafta, Marvel evreninin en yeni filmine, Ozon’un suç komedisine, Russell Crowe'lu bir şeytan çıkarma filmine ve gençlere yönelik romantik bir filme göz atalım.

Guardians of the Galaxy Vol. 3 (Galaksinin Koruyucuları 3):
James Gunn, hem Guardians'a hem Marvel'e güzel, duygusal ve karanlık bir veda filmi çekmiş. Sevdim sevmesine. Hatta, son dönemin en iyi Marvel filmi bile olabilir ama bu filmlerin, ilk dönemlerindeki hayranlık hissini tekrar oluşturması epey zor. Bambaşka dünyalar, bambaşka karakterler ve benzer hikâyeler gördük. Artık, o yenilik hissini ya da kâğıt üzerinde gördüğümüz karakterleri perdede izleme heyecanını eskisi gibi veremiyor. Belki de bu yüzden, filmle en fazla duygusal bağlantı kurduğumuz yerler, yine bir galaksiyi kurtarıyoruz kısımları değil, kişisel bir hikâye olan, Roket'in hikayesi. Gerçi James Gunn da buralarda duygusal olarak seyirciyi etkilemek için epey uğraşmış.
Gunn'ın hakkını verelim. Bazen klişe şeyler yapsa da, tümüyle bilgisayar efekti olan bir takım hayvancıklar için heyecanlanmamızı ve sonra deli gibi üzülmemizi sağlayabiliyor. Gerçekten hayvanlara karşı yapılan eziyetlere ekstra duyarlı olanların, epey zorlanabileceği sahneler var. Filmin sert kısmı sadece bu da değil. Bazı aksiyon sahnelerinde öldürülen, parçalanan yaratıklar insan olsa ve bu sahnelerde etrafa fışkıran vücut sıvıları kan olsa, film çok net 18+ alırmış aslında. Aslında bu anlamda, kariyerine Troma'da başlayan Gunn'ın, o günlerin izlerini hala sürdürmesi, dev bütçeli filmlere bile bunu katabilmesi hoşuma gidiyor. Şu film, çok ucuz özel efektlerle, Troma'da yapılmış bir süper kahraman filmi taşlaması olamaz mıydı? Bence olabilirdi.
Bu yüzden, Gunn'ın DC'nin dev kahramanları ile ilgili yapacağı projeleri de merakla ve biraz endişeyle bekliyorum. Tarzı Suicide Squad gibi bir projeye de çok uygun ama Superman gibi bir karaktere uyacak mı, mizahını biraz törpüleyecek mi bakalım.
Başa dönecek olursak, güzel bir veda olduğunu tekrarlayayım. Hemen her karakteri kendi yollarına uğurlarken, Guardians da bir daha bu şekilde olmayacak ama başka şekillerde devam edebilir demiş. Filmin aslan payı Roket'e ait ama diğer karakterlerin hikâyeleri de ihmal edilmemiş. Bir tek Groot çok kıyıda kalmış gibi geldi bana. Onu ilk tanıdığımızda, Roket ile beraberlerdi. Onun başına gelenlere en çok Peter'ın değil, Groot'un üzülmesini ve aksiyona geçmesini beklerdim. Groot’un ilk filmde öldükten ve sonra geri geldikten sonra aynı karakter olmadığı da söyleniyor ama ben aynı hafızaya sahip olduklarını varsaymıştım.

Mon Crime (Suç Bende):
Ozon'un yeni filmi Suç Bende, uzun zamandır büyük bir festivalde açılmayan ilk filmi ama benim son filmleri arasında en sevdiklerimden biri oldu. Hatta çok iddialı olmaması, iyi olmuş diyebilirim. Aslında yine gündemdeki bir konudan yola çıkan, daha doğrusu ona gönderme yapan bir film. 1930'larda geçse de, "me too" hareketini akla getirmeden izlemek mümkün değil. Ama Ozon, oradan yola çıkıp, bakın ne kadar önemli bir film çektim havasında değil bu kez. Daha eğlenceli ve oyunbaz filmlerinden biri. Kısıtlı mekân kullanımı ve diyaloglara yüklenen yapısı ile bir tiyatro uyarlaması olduğunu hissettiriyor ama zaten belli ki bunu hissettirmek istemiş. Dekorlar ve arka planlar da bu atmosferi destekliyor. Diyaloglara ağırlık veren bir film dedim. Gerçekten de bazen bir tenis maçı gibi, hızlı ve bir oraya, bir diğer tarafa giden, çok dinamik yazılmış diyaloglar var. Oyuncular da bu metinleri çok iyi hayata geçirmişler.
Suç Bende, aynı zamanda Ozon'un kadın karakterleri merkeze alan filmlerinden biri. Ki, orijinal metinde erkek olan avukat karakterini de kadın yapınca, hikâyedeki akıllı, kurnaz ve becerikli karakterlerin hepsi kadınlar olmuş. Erkeklerin arasında iyisi de var, kötüsü de ama genel olarak pek bir saflar. 
Genel olarak sinemalardaki seyirci sayısı düştü, farkındayım ama bir Ozon filmi için epey az izlenmiş. Öneririm (Gerçi geçen seneki Peter von Kant'ı da sadece 923 kişi izlemiş. Yeni seyirciyi pek yakalayamıyor demek ki).

The Pope's Exorcist (Şeytanın Düşmanı):
Bu filmle ilgili olumlu yorumlar görmüştüm ama bana pek hitap etmedi. Klasik şeytan çıkarma filmlerinden çok farklı değil. Vatikan'la ilgili bir gizem katmışlar işin içine ama o da hikâyenin akışını çok değiştirmiyor. Russell Crowe'un karakteri ele alış biçimini beğendim ama. Karakterin hafif alaycı tavrı, filme yakışmış.
Aslında filmde bir sürpriz unsuru olsa da, Vatikan'daki sır gibi, bizi şaşırtacak bir durum yaşansa (spoiler vermeden daha açık yazamadım) daha farklı bir yöne gidebilirmiş. Şimdiden devam filmi konuşulmaya başlanmış. Zaten finalde de bunun sinyalini veriyor. Devam filmi olacaksa, şeytanla mücadele kısmının bildiğimiz şeytan çıkarma olayından farklı olmasında fayda var.
Bu arada, yakın zamanda izlediğim William Friedkin belgeselinde, Friedkin'in bu filmin ana karakteri Rahip Gabriele Amorth ile ilgili bir belgesel çektiğini öğrenmiştim. Valla, o filmi daha çok merak ettim.
Bir not daha. Filmin özetinde, Gabriele Amorth'un 100.000'den fazla şeytan çıkarma ayini yaptığı söyleniyor. Meşhur fıkrada söylendiği gibi, ya sayı saymayı bilmiyorsunuz, ya hiç dayak yememişsiniz. Günde 1 ayin olsa, 274 yıl yapıyor. Devlet hastanesinde, 5 dakikada 1 hasta bakan doktor temposunda olsa, belki.

Beautiful Disaster (Tatlı Bela):
Afişteki, After serisinin yapımcılarından ibaresi çok bir şey vaad etmiyordu. Hatta tersine, bu da onlar kadar kötü bir film herhalde dedirtmişti. Şaşırtmadı. Evet, After serisi kadar kötü bir film. Yine onun gibi, popüler bir gençlik romanı serisinden uyarlanmış. Ve yine serseri erkek karakterimiz ve ona âşık olan saf ve masum genç kızımız var. Gerçi bu sefer, genç kızımız pek de saf değil. Geçmişteki sır olayını erkek karaktere değil, kadın karaktere yazmışlar. Hikâye zaten klişelerden geçilmiyor ama bu gençlere yönelik erotik unsurları da olan aşk filmlerinde, erotizm de kurulamıyor. 80'lerin, 90'ların erotik ana akım filmlerini bilmesek, bize erotik diye yutturacaklar. İşin kötüsü, bu filmin yönetmeni Roger Kumble, 90'ların sonundan kalan Cruel Intentions'da bu işi gayet iyi yapan bir isimdi. O filmdeki, Sarah Michelle Gellar ve Selma Blair'in öpüşme sahnesi, bu filmin tümünden daha erotikti.
Neticede, olsa olsa, kanı kaynayan ergenlere tavsiye edebilirim ama onlar da daha iyisini bulurlar sanki.
Haftaya görüşmek üzere.
HASAN NADİR DERİN

GALERİ


Diğer Yazılar