16 ŞUBAT 2018
Dördü yerli olmak üzere toplam sekiz yeni film merhaba diyor yeni haftaya! İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın. İyi seyirler herkese.
SUYUN SESİ
-Karanlık ve ‘tanıdık’ bir aşk masalı-
Altın Küre’de en iyi film seçilen, Akademi Ödülleri’nde ise tam on üç dalda Oscar adayı olan fantastik ve romantik serüven, Guillermo del Toro imzalı. Meksikalı yaratıcı sinemacı, öyküsünü de kaleme aldığı onuncu uzun metraj kurmacasında; 2006’da çektiği kült filmi ‘El labirento del fauno / Pan’ın Labirenti’ne sevgi ve özlemini göndermiş günümüzden adeta!
Venedik Film Festivali’nden de en iyi film dahil dört ödülle ayrılan yapım, atmosfer yaratımı ve genel yapım tasarımı açısından sahiden çok andırıyor yönetmenin 2006 tarihli kült filmini. Türe ait diğer ünlü yapım tasarımlarını andıran tarafları da yok değil. Jean-Pierre Jeunet ve Marc Caro ikilisinin kartvizit filmlerinden 1991 tarihli ‘Delicatessen / Şarküteri’ ve 1995 yapımı ‘La Cité des Enfants Perdus / Kayıp Çocuklar Şehri’ esintileri de taşıyor yılın ödül avcısı ‘The Shape of Water / Suyun Sesi’!
Soğuk savaşın zirvede olduğu 1960’lı yılların başlarında, gizli deneylerin yapıldığı bir devlet laboratuvarında geçiyor öykü. Çok gizli statüsünde, yüksek güvenlikli devlet ünitesinde görev yapan temizlikçi Elisa ile bir deneğin; su dolu havuzda hapsedilen insan benzeri tuhaf bir yaratığın aşkı izlediğimiz. Gerilimi tırmanan ABD-SSCB ilişkileri içinde aşırı milliyetçi ve militarist kötücül karakterler, kapkara, umutsuz günler, Elisa’nın destekçileri, sıradan, küçük, iyi insanlar ve her anlamda öteki düşmanlığının doruğa çıktığı bir ortamda barışçıl ve insancıl bir aşk öyküsü… Yeni bir şey yok özünde Guillermo del Toro’nun yeni masalının. Bildiğimiz anlatısı ve atmosfer yaratma becerisi, genel yönetmenlik vasıfları üst düzey yine fakat defalarca izlediğimiz bir hikayeyi yeniden izliyormuş hissi takılıp kalıyor bünyeye elde değil. Hatta Wes Craven’ın 1982 tarihli ünlü duygusal tonu yüksek bilimkurgu korkusu ‘Swamp Thing / Bataklık Canavarı’ zihinden çıkmıyor film süresince.
Başrolü üstlenen Sally Hawkins, alıştığımız üzere yine çok iyi. Bu kez tek başına gibi ama! Yan rollerde karşımıza çıkan birbirinden usta oyuncular, karikatür, hatta birer dolgu malzemesi olarak anılmaya mahkum edilmişler sanki. Kötü adam Michael Shannon, usta İspanyol Sergi López’in canlandırdığı ‘Pan’ın Labirenti’nin efsane kötüsü ‘Vidal’in tıpatıp aynısı sanki. Octavia Spencer, Richard Jenkins ve Michael Stuhlbarg’ın durumları da aynı. Öyküde birçok soru işareti, mantığa aykırı oluş ve meseleyle uyumsuz ayrıntılar var. Del Toro’nun başucu ismi Doug Jones’un yine yaratık rolünde karşımıza çıktığını söylemeye gerek yok herhalde.
İlgiyle izlenen ama içe çok sinmeyen, ‘miş gibi’ bir del Toro hikayesi perdede duran. Yılın bir çok ‘nitelikli’ filmi arasından sıyrılıp, on üç dalda Oscar için yarışması, büyülü bir ‘aura’ya ve etki alanına işaret ediyor gibi. Büyüsü, sağlam bir tekrar olmasından mı ileri geliyor, düşünmek gerek! (3,5 / 5)
BEN TONYA
-Amerikan rüyasını ıskalayanlar-
Varoşlardan çıkıp, buz pistlerinde yıldızı parlayan Amerika buz pateni şampiyonu Tonya Harding’in öyküsü! Üçlü Axel hareketi gibi zorlu bir figürü başaran tek Amerikalı kadın sporcu olmasına karşın, skandallar ve aykırı tavırları nedeniyle spor dünyası, Amerikan halkı ve medyasıyla yıldızı bir türlü barışmayan Tonya, bütün engellere karşın hırsla Olimpiyat Oyunları’na hazırlanmaktadır. Hayatı, rakibi Nancy Kerrigan’a yapılan bir saldırıya adının karışmasıyla alt üst olur. Açılan soruşturma sonucu Tonya Harding, hayattaki en büyük tutkusundan ömür boyu men edilmekle karşı karşıya kalacaktır.
1994’te gerçekleşen skandal üzerinden, sınıfsal bir bakış atıyor biyografik dram; Amerikan rüyası meselesine! Yaşananın düpedüz bir kabus olduğunun altını çizerek, bazılarının mutluluktan ve düzenden artı değer elde etmesinin mümkün olmadığını acıyla hatırlatıyor, sisteme ait hemen her detaya uçan tekme saldıran film. Anne-kız ilişkisi başta olmak üzere perdeye yansıyan bütün ilişkiler, oldukça tufeyli ayrıyeten! En İyi Kadın Oyuncu’, ‘En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu’ ve ‘En İyi Kurgu’ olmak üzere toplam üç dalda Oscar adayı olan yapım, Allison Janey ile ‘En iyi Yardımcı Kadın Oyuncu’ dalında Altın Küre ödülüne ulaşmayı başarmıştı.
‘Lars and the Real Girl / Gerçek Sevgili’, yeni çevirim ‘Fright Night / Korku Gecesi’ ve ‘The Finest Hours / Zor Saatler’ gibi bambaşka türlerin altından başarıyla kalkmayı başaran Avustralyalı Craig Gillespie’nin yönettiği hüzünlü ve sosyo-politik değinide başrolü aynı zamanda yapımcılar arasında yer alan Margot Robbie üstlenmiş. ‘Anne’ rolünde Allison Joney, Oscar’ın en büyük adayı gibi. Sebastian Stan, Paul Walter Hauser ve Bobby Cannavale, kadronun öne çıkan isimleri.
Cliff Richard, Fleetwood Mac, En Vogue, Heart, Chicago, Dire Straits, Lauar Branigan, ZZ Top ve Supertramp şarkılarıyla yüklü soundtrack, anlatıya ayrı bir ivme kazandırmış. İyi yazılmış, enfes oynanmış sistem eleştirisi, küçük, yoksun insan üzerinden, Amerikan hayat biçimine, değer yargılarına söyleyeceğini yekten söyleyip, sistemin kimleri kollayıp kimleri harcamaya karar verme mekanizmasını gözler önüne seriyor olanca çıplaklığıyla. Efsane Alman dünya ve olimpiyat şampiyonu Katarina Witt’i kendinden emin, vakur, cermen ve mağrur biçimde, buz pisti koridorlarında süzülürken gördüğümüz dokümanter sahne; Tonya Harding’in kaderini özetliyor zira. Bünyeye tanıdık gelse de; toplum ve sistem eleştirisi içeren politik dokundurmalı suç biyografisi, iyi bir film! (3,5 / 5)
BLACK PANTHER
-Yeni kral, Afrika’dan!-
Marvel evreninin yeni filmi, 2016 tarihli ‘Captain America: Civil War / Kaptan Amerika: Kahramanların Savaşı’ ile ekibe adım atan süper kahraman Black Panther’in solo macerası… Wakanda kralı babasının ölümünün ardından tahta geçmek için yuvasına dönen T’Challa, namı-ı diğer ‘Black Panther’, geçmişten gelen güçlü düşmanı ile amansız bir mücadele verecektir. Ülkesi Wakanda’nın ve neredeyse bütün dünyanın tehlikede olduğu zorlu zamanlarda kahramanımız, ihanet, güven, dostluk ve güç kavramlarının gerçek anlamlarını keşfedecektir.
Ezber ettiğimiz üzere iki efsanenin; Stan Lee ve Jack Kirby’nin yarattıkları Marvel kahramanını solo macerasında perdeye taşıyan isim; ‘Fruitvale Station / Son Durak’ ve ‘Creed / Creed: Efsanenin Doğuşu’ filmlerinden anımsayacağınız Ryan Coogler. ‘Black Panther’ karakterine; son yılların hızla yıldızı parlayan ismi Chadwick Boseman, başarıyla hayat vermiş. Michael B. Jordan, Lupito Nyong’o, Danai Gurira, Daniel Kaluuya ve Martin Freeman’ın yanı sıra, usta isimler; Angela Bassett, Forest Whitaker ve Andy Serkis kaliteli oyuncu kadrosunu oluşturanlar olarak öne çıkıyorlar.
Kara kıta Afrika’dan çıkagelen Marvel kahramanı, sömürüden en fazla nasibini alan yoksun ve yoksul kıtası Afrika’nın miti, masalları ve gücüne vurgu yapan toplumsal bir halk kahramanı gibi konuşlandırılmış. Film boyunca tanık olduğumuz yerel motifler, finalde, özlü bir sosyal içerik de kazanıyor. Marvel dünyasına eklenmiş bu toplumsal yenilik de, perdedeki yapımı, bir ‘mamul’, düzenlenmiş bir ürün ve ultra her şey dahil bir eğlence olmaktan alıkoyamıyor fakat. Bütün diğer Marvel kahramanları gibi, ayrı bir karakteri ve kökü olan Black Panther’ın etnik yenilikçiliği ve toplumsal bilinci sivriltilmiş. Yapım tasarımıyla dikkat çeken bilimkurgu macera, tuhaf bir aynılığa ve kimlik kaosuna neden olsa da bünye üzerinde; keyifle iki saat on dört dakika boyunca koltuğa çiviliyor sizi öte yandan! (3 / 5)
SOFRA SIRLARI
-Mutfakta katil mi var?-
Ümit Ünal’ın yazıp yönettiği kara komedi, hayatını eşine ve evine adamış sıradan bir ev kadınının, bir seri katil olarak portresini taşıyor perdeye. Toplumda işlevsellik kazanmak isteyen, bastırılmış, düşlerine veda etmiş küçük, sıradan insanın içinde gizlenen potansiyel caniliğin öyküsü bir bakıma. İlk gösterimi, ‘ulusal yarışma’ da yer aldığı 24. Uluslararası Adana Film Festivali’nde gerçekleşen yapımın başrolünde Demet Evgar’ı izleyeceğiz. Filmin hemen her şeyi olan aktrisin başarılı performansına eşlik eden diğer önemli isimlerse, Alican Yücesoy ve Fatih Al.
İstanbul’da doğup büyüdüğü halde, eşinin işi dolayısıyla hayatı Anadolu kasabalarında geçen Neslihan, son derece lezzetli yemekler yapan, güzel sofralar kuran, hamarat bir ev kadınıdır. Onu tanımlayan tek kimlik bu olmuştur, geçip giden yıllar içinde. Bu ‘aynılıktan’ tek sıkılan o değildir; kocası da yaşadıkları bu tuhaf ‘evcilikten’ bunalmıştır ve ondan ayrılmak istediğini söyler Neslihan’a. Kocasının esrarengiz ölümünü, yakın çevredekiler de izleyince, hırslı ve genç bir komiserin şüpheleri artmaya başlar, mutfakta nefis yemeklerin piştiği fakat kötü kokular aldığı evden!
Teatral hatta, vodvil türü bir anlatı hakim filme. Evgar’ın etrafındaki oyuncuların hepsi, birer karikatür tipi gibi kalmış. Varını yoğunu odağındaki Neslihan’a bağlamış dört duvar arası film, ‘e tamam da bir sahne oyunu değil ki izlediğimiz’ duygusu çöktürüyor yüreğe fena halde. Hüzünlü, toplumsal sorunları ihsas eden yapımın direksiyonu, düzensiz salınımlarla zorlama bir mizah ve ‘fars’a, hatta entrika komedisine kırılıyor. Vodvil benzeri yapı, popüler sinema adına salonları ziyaret eden birbirinin aynı filmlerden ayırıyor yapımı ama yine de kaçan bir fırsatın kokusu geliyor buruna, açık kalmış mutfak kapısından. (2,5 / 5)
Almanya-İngiltere ortak yapımı aile animasyonu ‘Happy Family / Mutlu Canavar Ailesi’ ve üç yerli yapım; Başrolünü Kıvanç Tatlıtuğ’un üstlendiği dram ‘Hadi be Oğlum’, Mehmet Ali Zaim’in yönettiği korku-gerilim türündeki ‘Kapıdaki Sır’ ile yönetmenliğini Oğuz Yalçın’ın üstlenip, başrolde Ivana Sert’in yer aldığı ‘Antep Fıstığı’; haftanın notlarımız arasında yer alamayan diğer yenileri. Tekrar herkese iyi seyirler. MURAT ERŞAHİN