Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

02 MART 2018

01 Mart 2018 Perşembe 20:13
Murat Erşahin Sinemadan Çıkmış İnsan

İkisi yerli, toplam yedi yeni film getiriyor beraberinde yeni hafta! İçinizde yaşayan sinemadan çıkmış insanın elini sakın ha bırakmayın. İyi seyirler herkese.


UĞUR BÖCEĞİ

-Örselenmek hayat, ötesi değil!-

On yedi yaşındaki Chistine ‘Lady Bird’ McPherson, sofistike, özgürlük tutkunu, meraklı bir genç kız. Sevecen, fedakar fakat ‘ifade etmekte tutuk’ annesi Marion ile didişmektedir sürekli. Ergenlik sorunları arasında büyümek gibi epey kırılgan ve netameli bir evrede, anne-kızın omuz başlarından akan hayat hiçbir şeyi takmamaktadır oysa!

Sacramento, California’da 2002 yılındayız. Hasar bırakarak devinen Amerikan ekonomisi, sosyal yaralara da neden olmakta. Son derece donanımlı, efendi, sevgi dolu bir adam olan evin babası Larry’nin, yeni liberal ekonomi yüzünden, işinden olmasından sonra hemşire olarak çalışan ve bütün büyük gedikleri kapama derdine düşen Marion, kızıyla olan ilişkileri arasındaki derinleşen uçurumdan rahatsızlık duymakta. Lady Bird ise, annesine benzemediğini düşünse de, aynı ‘onun gibi’ olduğunu biliyor. Bireyi şekillendiren ilişkiler, dostluk ve aşk denen bilinmez, kişiyi tanımlayan inançlar, özgürlükler ve yuva adını verdiğimiz yerin benzersiz sıcaklığı üzerine, son derece insancıl ve samimi bir bakış atıyor Greta Gerwig’in yazıp yönettiği yüreğe seslenen dram.

‘En İyi Film’ ve ‘En İyi Yönetmen’ dahil, beş dalda Oscar adayı olan ‘Lady Bird’, anne-kızı canlandıran Saoirse Ronan ile Laurie Metcalf’ın ‘sahici’ performansları ve uyumlu kimyalarıyla parıldıyor. Tracy Letts, Lucas Hedges ve bu yılın hemen her filmde karşımıza çıkan yıldızı ‘Timothée Chalamet’in tamamladığı oyuncu kadrosu da gayet başarılı. Alanis Morissette, Reel Big Fish, Dave Matthews Band, Backlive, Love, Justin Timberlake gibi isimlerden oluşan soundtrack, içli anlatıyı derinleştiriyor.

Yuvadan uçmanın büyüten özgürlüğü, kalbini bıraktığın evin, aynı olduğunu bildiğin o kadın; annen, kızın, sevecenliğin alfabesi, sorumluluğun taviz vermez halet-i ruhiyesi, tınmayan acımasız, zorlu, başına buyruk hayat, yürekte çentikler açan tecrübeler ve sevginin gerçekliği. Tamamen ‘evin içinden’, çırılçıplak hislerle, dürüst anlatılmış, yaldıza gerek duymayan bir dünya hali öyküsü. Büyümek değil, tanık olmak belki hayat. Kalbinize taş gibi bir ağırlık bırakan, bunun yanı sıra, özgüven denen ve sevgiden güç alan o gerçeğin olanca güzelliği ve netliğiyle perdeye yansıdığı sıcacık bir hikaye. (4 / 5)


SAVAŞTAN SONRA

-Çamurlu topraklar üzerinde-

Hillary Jordan’ın aynı adlı romanından perdeye uyarlanan ‘Mudbound’, II. Dünya Savaşı’ndan hemen sonra, Mississippi’deki çiftliklerine dönen, biri Afro-Amerikalı diğeri beyaz iki askerin ve ailelerinin öyküsü. 1940lı yılların derin Amerika’sında yaşanan ırkçılık, sosyal adaletsizlik ve yaşam mücadelesini, Dee Rees uyarlayıp yönetmiş. ABD’nin derin ve ırkçı eyaleti Mississippi’de çamurla kaplı bir çiftlik. Kağıt üzerinde sona erse de zihinlerde asla kaybolmayacak kölelik düzeni hüküm sürmekte vahşi ve sert topraklarda. Adaletsizlik, yoksulluk, yoksunluk ve çıkışsız bir kabulleniş.

McAllen ailesi, baba yadigarı kırsala dönüş yapar. Çiftlik hayatının sert gerçekleri içinde, sahiplerine nesillerdir sorgusuzca hizmet eden Afro Amerikalı Jackson ailesi, elde ettikleri sosyal haklara kimsenin aldırmadığı bir düzende yaşam mücadelesi vermeye devam etmektedirler. İki ailenin iki ferdi, Jamie ve Ronsel, örselenmiş ruhlarıyla savaştan geri döndüklerinde, bambaşka bir savaşın içinde düştüklerini fark edeceklerdir. Tavan yapmış ırkçılık, düşmanlık, Afro Amerikan karşıtı aşırı faşist gizli örgüt ku klux klan’ın tehdidi altında insan kalmaya çalışanlar, sert kırsal koşullarında hayat mücadelesi ve sevgiyle dostluğu canlı tutabilmek için verilen mücadele. Dört dalda Oscar adayı olan dram, ABD’nin bir dönemine içerden bakmayı başarmış. Bir de güçlü kadınlar tarafından. Öteki olmanın ruhta yarattığı tahribat ve nesiller boyu süren suskunluğun vakur isyanı!

Carey Mulligan, Garrett Hedlund, Jason Clarke,Jason Mitchell, Jonathan Banks, Rob Morgan ve performansıyla ‘En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu’ dalında Oscar adayı olan Mary J. Blige, ‘sıkı oyuncu kadrosunu oluşturan isimler. En İyi Görüntü Yönetmeni dalında Oscar adayı olan ilk kadın Rachel Morrison’un birinci sınıf kamerası, filme ayrı bir ivme kazandırmış kuşkusuz. Sanat yönetimi ve genel yapım tasarımı da, son derece titiz. Tarihsel sosyal haksızlıklara ve acılara parmak basan, ırkçılık gibi son derece hastalıklı ve tehlikeli meseleyi, tekrar perdeye taşıyan yapım, birçok benzerini izlemiş olsak da, etkileyici ve izlenir olmayı başarıyor. Genel anlatı yapısı ve atmosfer itibariyle bir William Faulkner romanı okuduğunuzu hissediyorsunuz. Savaşların, insana ait hemen her cephede sürdüğünü söylüyor rafine anlatı. (3,5 / 5)


KIZIL SERÇE

-Ajan olası geliyor insanın!-

Dört kez Oscar adayı olmuş, 2012 tarihli ‘Silver Linings Palybook / Umut Işığım’ ile ‘en iyi kadın oyuncu’ Oscar’ını kazanmış yetenekli ve güzel yıldız Jennifer Lawrence’ı başrolde izleyeceğimiz yapım, Bolşoy Balesi’ndeki balerinlik kariyerine bir kaza sonrası veda eden Dominika Egorova adlı genç kadının, Rus Güvenlik ve İstihbarat Servisi tarafından ‘baştan çıkarıcı bir serçe / sparrow’ olarak eğitilmesi sonucu yaşadıklarını öykülüyor. Jennifer Lawrence’ın cüretkar performansı, izleyeni, ajanlık dünyasının; kalbin ritmini bozan aurasına kapılmasını sağlıyor, elde değil! Bedenini, aldatıcı ve baştan çıkarıcı etkin bir silah olarak kullanan ‘kızıl serçe’, CIA ajanı Nate Nash ile duygusal bir ilişki de yaşıyor hikayede. Kariyer, bağlılık, aldatmaca, yalanlar, ülke güvenliği, idealler ve adrenalin yüklü ölümcül bir tehlikenin ortasında benliğini koruma mücadelesi…

‘Constantine’, ‘I Am Legend / Ben Efsaneyim’, ‘Water for Elephants / Aşkın Büyüsü’, ‘The Hunger Games: Catching Fire / Açlık Oyunları’, ‘The Hunger Games: Mockingjay Part 1 / Açlık Oyunları: Alaycı Kuş-Bölüm 1’, ‘The Hunger Games: Mockingjay Part 2 / Açlık Oyunları: Alaycı Kuş-Bölüm 2’ filmleriyle tanıdığımız Francis Lawrence’ın yönettiği casusluk gerilimi, Jason Matthews’un aynı adlı kitabından uyarlanmış perdeye. Joel Edgerton, Matthias Schoenaerts, Mary-Louise Parker, Joely Richardson, Bill Camp, Ciarán Hinds ve iki dev oyuncu daha; Charlotte Rampling ile Jeremy Irons, gösterişli kadroda; Lawrence’a eşlik eden ünlü yıldızlar.

Jennifer Lawrence kaynaklı bir cazibesi var filmin kuşkusuz fakat hikayedeki absürd boşluklar, inandırıcılık sorunu, mantıksız oluşlar ve ‘çalakalem’ hissi, etkisini yok ediyor casusluk geriliminin. Meselenin özü olabilecek ‘suspense’, göz ardı ediliyor; Lawrence’ın arzı endamıyla. Bir de, Bolşoy gibi geleneksel ve köklü bir bale grubunun, Jennifer’ın canlandırdığı Dominika adlı balerin olamayacak bir fiziğe sahip ‘balerini’ ikame etmesi de anlaşılacak gibi değil! Karakterin, Rus gizli servisindeki amcası sebebiyle bir anda kulvar ve kariyer değiştirip, casusluğa ‘soyunması’ gerçeküstü boyutlar ekliyor yapıma! Lawrence’in ‘doğal’ çıplaklığının bazı sahnelerde dijital olarak yaratılması ise abesle iştigal! Zihne, filmdeki rol arkadaşı usta aktris Charlotte Rampling’in 1974 tarihli Liliana Cavani başyapıtı ‘Il Portiere di Notte / Gece Bekçisi’ndeki cesareti, özgüveni ve ‘hakiki’ performansı takılıyor. Bu ve benzeri durumları öteleyip, keyfinize bakarsanız, kötü denemez perdede duran film için. Jennifer Lawrence etkisi ve özenli yapım tasarımıyla pekala baştan sona ilgiyle izletiyor kendini. (2,5 / 5)


Yerli yapımlar; Selçuk Aydemir’ın yazıp yönettiği ve sevilen popüler ikili Murat Cemcir ile Ahmet Kural’ın başrolleri paylaştıkları komedi türündeki ‘Ailecek Şaşkınız’ ve Taylan Mintaş imzası taşıyan belgesel ‘Sessizliğin Kardeşleri’ ile birlikte; Biray Dalkıran’ın yönettiği ABD yapımı korku-gerilim ‘The Crossbreed / Melez’ ve İzlanda-Belçika ortak yapımı animasyon Ploey – You Never Fly Alone / Puloi – Asla Yalnız Uçmayacaksın’, haftanın notlarımız arasında yer alamayan diğer yenileri. Tekrar herkese iyi seyirler. MURAT ERŞAHİN



Diğer Yazılar