JOHN WICK VE VİZYONDAN SEÇMELER
İstanbul Film Festivali başladı, ben de takibe başladım ama henüz, bir izlenim yazacak kadar film birikmedi. O halde, bu hafta yine vizyondan devam edip, haftaya festivale dönelim.
John Wick: Chapter 4:
Yeah!
Filmle ilgili yazı, John Wick’in en çok kullandığı bu sözcükten ibaret de olabilirdi aslında. Ama Keanu Reeves'e ayıp olmasın, biraz övelim, biraz da yerelim.
Öncelikle John Wick'den beklentiniz, dur durak bilmeyen bir aksiyonsa, bunu fazlasıyla veriyor, çok da iyi veriyor. Görsel olarak da çok iyi. Önceki film de bu açıdan başarılıydı ama bu bölüm, muhtemelen serinin en stilize filmi. Aksiyon tarafında hem Keanu Reeves'i, hem de dublör ekibini, görüntü tarafında da, görüntü yönetmeni Dan Laustsen'i tebrik etmek lazım.
Fakat hikâye tarafına gelince, iş değişiyor. Tamam, John Wick serisi hiçbir zaman, harika senaryosu için izlenen filmler değildi ama yine de belli bir hikâye aksı ve önemsediğimiz karakterler vardı. Burada iyiden iyiye, arada ufak cutscene'ler olan bir bilgisayar oyunu izliyor gibiyiz. Yönetmen Chad Stahelski de belli ki bu benzetmeden kaçınmamış, hatta üzerine gitmiş. Yukarıdan çekimle izlediğimiz bir bölüm, çok net bir bilgisayar oyunuydu mesela. John Wick'in bazı sahnelerden sonra, sapasağlam ayağa kalkmasını da "health pack" bulmasına mı bağlamalıyız acaba?
Aslına bakarsanız delice aksiyona da karşı değilim ama 169 dakika, zaman zaman gerçekten yordu ve bazı sekansları artık bitir hoca diyerek izledim. Belki de Japonya bölümü, biraz daha güçlü bir finalle tek bir film, geri kalanı da Chapter 5 olabilirmiş.
Bu arada filmde after credits sahnesi var notunu da düşeyim. Belki finalden sonra umduğunuz konuyla ilgili değildi (spoiler vermeyeceğim ama bekleyen herkesin umduğu şey aynıydı bence) ama kesinlikle olması gereken bir sahneydi ve serinin ilerleyebileceği yere doğru da bir ipucuydu.
Missing (Kayıp):
Birkaç yıl önceki Searching'i epey beğenmiştim. Aynı yoldan giden ve yönetmenleri değişmiş olsa da hemen hemen aynı ekibin elinden çıkan, Missing'i de beğendim. Ki, yönetmenleri de Searching'in kurgucuları zaten ve iki filmin de kurgusu çok iyi. Konsept aynı. Tümüyle bir kişinin bilgisayar ekranını izleyerek, onun kayıp bir yakınını aramasını takip ediyoruz. Searching için yazdığımı, filmin adını değiştirip aynen alayım: "Tüm filmin bilgisayar ekranları aracılığı ile anlatılması ilk defa kullanılan bir fikir değil. Ama Missing bu fikri çok iyi uygulamakla kalmamış, sağlam bir senaryo ile karşımıza çıkmış."
Tamam, kabul edelim, senaryo bu kez, ilk film kadar iyi değil. Daha doğrusu, sürprizlere çok bel bağlamış. Birkaç kez, hayır aslında öyle değildi deyip, gizemini baştan kuruyor. Bence biraz fazlaydı. Ama yine de merak duygusunu yukarıda tutmakta çok başarılı. Filmin süresi 2 saate yakın ama bu süreyi hiç hissettirmedi. Hatta ara olduğunda, ne kadar çabuk yahu dedim kendi kendime.
Filmin üzerimize bilgi yağdırdığını da söylemeliyim. İzlediğimiz ekranda sürekli bir şey oluyor. Kamera, ekranın belli alanlarına zoom yaparak, takip etmemize yardımcı oluyor ama bilgisayar, akıllı telefon vs. ekranları ile çok iç içe olmayanların takibi biraz zor olabilir. Bu cihazlarla en fazla iç içe olan Z kuşağının çok daha rahat takip edebileceği bir film diyebiliriz belki de. Ben arada kaçırdığım bazı şeyler olduğuna emindim. Nitekim, IMDB'de trivia sayfasına bakınca bazılarını öğrendim. Aynı evrende geçen, farklı türde bir film yolda olabilir.
Maybe I Do (Belki Evet, Belki Hayır):
Bundan 15-20 yıl önce olsa, kıyametler kopartacak bir kadro: Richard Gere, Susan Sarandon, William H. Macy ve Diane Keaton. Kabul edelim ki, yine karizmatikler, yine yakışıklı ve güzeller (73 yaşında Richard Gere gibi olsam, daha ne isterim. Hatta 73’ü bırak, bugün bile olur). Oyunculuk olarak da filme genç kontenjanından giren, Luke Bracey ve Emma Roberts’ı ceplerinden çıkarırlar ama kabul edelim ki, günümüz seyircisinde pek karşılıkları yok.
Film iyi olsa, yine kurtarır ama Michael Jacobs’ın kendi oyunundan uyarladığı senaryo, gerçekten zayıf. Evlenip evlenmeyeceklerine bir türlü karar veremeyen genç çiftimiz, o aşamaya gelen ilişkilerinde ilk kez ailelerini tanıştırmaya karar verirler ama aileler aslında önceden tanışmışlardır bile. Şöyle ki, birbirlerinden habersizce, çapraz olarak ilişkileri varmış (birinin annesi, öbürünün babasıyla beraber ve tersi). Tesadüfün iğne deliği yani. Bir tiyatro metninde buradaki tesadüf, karşılaşmalar, yanlış anlamalar ve gizleme çabalarının seyirciyi güldürebileceğini kabul ediyorum ama sinemaya uyarlanınca, çalışmıyor ve elde bir tek ilişkiler üzerine beylik sözler kalıyor. O da filmi kurtarmıyor zaten. Oyuncuların hayranlarına diyelim yine de.
Kızım:
Yine az izlenen bir filme göz atmadan geçmeyelim. Ne de olsa bu filmlerden çok az kişi bahsediyor. İlk haftasında toplam 68 kişinin izlediği Kızım filmi, kızları ölümcül bir hastalığa yakalanan bir aileyi anlatıyor. Filmin afişinden, türü tam olarak anlaşılamıyor ama ilk yarısının ağır bir dram, ikinci yarısının önce bir cin filmi, sonra da bir polisiyeye döndüğünü söyleyebiliriz. Aslına bakarsanız, bu anlamda her hafta birer ikişer vizyona giren cin filmlerinden farklı bir yerde durduğunu söylemek mümkün. Çünkü filmde, hasta olan kızın annesi, kızını kurtarmak için bir cinci hocaya gidiyor ama sonuç herhangi bir cin musallatı değil. Cinci hoca, tamamen düzenbaz biri, yani filmin doğaüstü hiçbir tarafı yok aslında. Ama kadından büyü için kurban isteyince, olay bir suç filmine dönüşüyor.
Kabul edelim ki, benzer örneklerin yanında filmin çekim kalitesi ve oyunculukları en azından belli bir seviyeyi tutturmuş. Şöyle diyeyim: Türkiye televizyonlarındaki orta karar dizi standardı. Olayın çuvalladığı yer, senaryo. Daha önce hiç silah kullanmamış bir kadının herkesi tek kuruşunda çat diye öldürmesi mesela. Hadi, ikisi de doktor olan anne-babanın, kızlarının hayatı söz konusu olunca cinci hocadan yardım istemesini kabul edelim ama çocuklarının hastalığı ile ilgili azıcık araştırma yapmamış olmalarını kabul etmek mümkün değil. Çünkü biraz ilgilenmiş olsalar, Yeşilçam döneminin alay konusu olan finallerinden birine bağlanamazdı olay.
Haftaya görüşmek üzere.
HASAN NADİR DERİN