AMAN PETROL, CANIM AJDA PEKKAN
Superstar’ımızın keyfi yerinde. Güne, her sabah bir ‘prozac’ alarak başlıyor ve çoğu şey ona dokunamadan geçip gidiyor yanından... Her zaman bir sinir harbi halinde geçmiş olan toplantılar, koturmacalar, görüşmeler artık daha kolay altından kalkılabilir olmuş... “Tamamen ‘boşver’ci oldum” diyor Ajda Pekkan. Çok haklı da gözüküyor...
Kameralara kendinden daha emin bakmakta. Eski gerginliği, lafı birbirine dolandırması kalmamış... Her cümleden başka bir cümleye geçerek uzattığı ve bir türlü içinden çıkamadığı konuşmaları da bir düzene girmiş... Buna bizzat şahit oldum. Karşımdaki (tabii karşımda dedim, ne sandınız) Ajda Pekkan’ın tadına doyulmuyor. Anlatıyor, her soruya ayrıntılı cevaplar veriyor ve her gazetecinin her star’dan duymaya alışık olduğu “bakın ama, bunları yazmayacaksınız” notunu hiç düşmüyor. Son derece samimi, bu çok belli...
Hayatın sunduğu şansların biri sonucunda karşısındayım Ajda Pekkan’ın. Yıllardır bir takım tutma fanatikliğinde sevdiğim Ajda Pekkan ile yanyana olmak pek inandırıcı gelmiyor bana. Her şarkısını ezbere bildiğim, gazino-kulüp-fuar demeden dağ bayır peşinde gezdiğim bu emsalsiz star karşımda oturmuş sorularımı cevaplıyor...
Üstelik daha da fazlası, heyecandan bayılmasam iyidir, yazılarımı da okuyormuş... Bunu söylediğinde, çok normalmiş gibi yapıp başımı sallamamı tamamen Moldavyalı yardımcısına borçluyum...
Superstar; köpeği ve kedisi ile birlikte beni kapıda karşıladıktan hemen sonra ne içeceğimi sormuş ve “Moldavyalı yardımcım getirsin size” demişti. Doğrusunu isterseniz, Ajda Pekkan’ın yardımcısı yoktur diye bir düşünce aklımdan zaten geçmiş değildi, elbette bir yardımcısı, hatta belki birkaç yardımcısı vardı ama bunların milliyetinin ne olduğu konusunda da kafa yormuş değildim. Superstar daha ilk saniyelerde aydınlattı bu konuda beni. Sonra da sırtımda çantam, o muhteşem salona aldı beni. Ne salon ama... Böyle evler kalmadı zannetmekteydim. 80 ortalarından beri, iyi kötü, hepimizin evlerinin artık birbirine benzediğini düşünmekteydim. Ne gaflet!..
“İhtişam” sözcüğü daha devrini tamamlamamış oysa... Salonda yer alan eşyaların bir tekinin bile nereden alınmış olabileceği konusunda bir fikir yürütemedim. Yastıklar, minderler, küllükler, hatta kahve fincanlarının bile. Çok gezen biriyim sözde, ama bu eşyaların hiçbirine, bugüne kadar herhangi bir dükkan ya da vitrinde denk gelmedim. Superstar’ın, gündelik hayatı da, belli ki bizimkinden çok farklı bir seyir takip etmekte. Bilmediğimiz yerlerden alış-veriş yapıyor, hiç görmediğimiz eşyalara gönül düşürüyor. Hepimiz gibi “Casa Club’a hücum” demiyor...
Artık nereli olduğunu duyduğunuz yardımcının servisi sonrası (ki Ajda Pekkan’ın söylediği her şeyi ters yaptı kadıncağız; buzlu gelmesi gereken su buzsuz, yanında şeker ve süt olmaması gereken kahve ise fazladan iki kap ile geldi; zaten dil sorunu yaşamakta olan kadıncağız, aldığı emirlerin fazlalılığı ile perişan olmuşa benziyor) sohbete başladık. Son albümden, günümüz Türk Popu’ndan, firması Universal’den, prozac’tan konuştuk.
SEVECEĞİM, GEZECEĞİM
Yeni çıkmış albümünün keyfini sürmeden, MonteCarlo konserinin koşturmacası içinde bulmuş kendini sanatçı. Hala, her ayrıntının peşinde bizzat kendisi koşturmaktaymış. İnanılır gibi değil. Artık en sıradan ‘star’ bile, arkasında bir ordu gezdirmekteyken, Ajda Pekkan hala tek başına. Orada ne giyeceğini, ne söyliyeceğini, kimlerle görüşeceğini hep kendisi ayarlıyormuş. Bu konser onu çok fazla heyecanlandırmış. Albümü bile şimdilik bir kenarda kalmış. Oysa Universal sıkıştırıyormuş, artık ikinci klip çekilmeli diye. Superstar hangi şarkıyı seçmesi gerektiğine bir türlü karar veremiyor. “Toplantıdan henüz geldik Ayşe Ersayın ile birlikte” diyor, “galiba Dove L’Amore” ye çekeceğiz klibi...”
Bilmiş bilmiş, “ama artık zamanı geçmedi mi o şarkının, Cher, burada bile yeterince kaymağını yemedi mi o şarkının” diyorum ben de. Belli ki gönlü çok da bu şarkıdan yana değilmiş ki çok çabuk fikrini değiştirip, “evet haklısınız” diyor, “peki hangisi olsun?..” Ayşe Ersayın da yanımızda. Özellikle kadın star’larımızın vazgeçemediği bir isim olan Ayşe Ersayın’la “o olsun, bu olsun” kavgası başlatıyoruz. Hasbelkader orada bulunma şansımı zorlayarak, kırk yıllık ahbap gibi davranıp fikir yürütüyorum ben de: “Şu olsun, ya da bu olsun...” diye. Belli ki, her ikisi de benim gibilere çok alışkın. Söylediğim her şeyi çok fazla önemliymiş gibi dinliyorlar...
Laf sonra Universal’e geliyor. Çeşitli nedenlerle, “Diva” albümünün çıkışı çok gecikmiş ve hem sanatçının kendisini hem de firması zor günler geçirmiş, bir sürü sorunla cebelleşmek zorunda kalmıştı. Bütün bu sorunlar hallolmuş ama Ajda Pekkan yine de şikayetçi gibi firmadan... “Galiba kendilerine bağlı her sanatçıya aynı muameleyi yapıyorlar, karşılarındakinin Ajda Pekkan olduğunu görmezden geliyorlar” gibi melanet dolu tesbitimi bile onaylıyor. Ben de, herkes benim gibi tapsın istiyorum Ajda pekkan’a, işler öyle yürüyebilirmiş gibi...
Kahvelerden sonra beyaz şaraplar geliyor. Eh; en azından şarap bardaklarını bir yerlerden gözüm ısırıyor. Kesinlikle Paşabahçe değil ama bir yerlerden de gördüm sanki... İkinci kadeh sonrası daha da açılıyor sohbet. Sevdiklerini tek tek sıralamaya başlıyor bana. Biraz önce, liseli kızların baş anket sorularından birini sordum ona: Türk Popu’nun bugününden sevdikleriniz kim?” diye. İzel ve Hande Yener severmiş, benim gibi...
Ama Yaşar (anneciğim!..) ve Nadide Sultan da (Allahım sen aklımı koru) severmiş. Sanki ben “günümüz” dememişim gibi, “bir de Bülent Ersoy” diyor, “O bambaşka biri...” Üçüncü kadeh sırasında geliyoruz prozac’a... “İşte aldığınız söyleniyor da...” diye kem küm ettiğime aldırmaksızın “alıyorum elbette” diyor, “her sabah bir tane”... Hayatı değişmiş prozac sonrası, daha “boşver”ci olmuş. Tıpkı benim gibi.
Her zaman iki adım ötemizde durmuş bir mucizenin içine dalmayıp, kenarından köşesinden geçip gitmemiz de pek anlaşılır değil doğrusu. Ajda Pekkan’ın, benim, sizin ne eksiği var Elizabeth Wurtzel’den? Kadın bin yıldır bağırıyor: “Dışardan bir destek almadan başa çıkılamıyacak bir dünyada yaşıyoruz...”
Eh, superstar da duymuş ve kendine pay çıkarmış bu çığlıktan. Belki de, bunun desteği ile öylesine rahat, huzurlu ve kendine güveni tam. Kimsenin şüphesi yoktur ya, ben yine de söyliyeyim: Tıpkı 60-70-80 ve 90’larda olduğu gibi 2000’lerde de hep bizimle olacak Ajda Pekkan. Her zaman hoş her zaman en tepede. Benim gibi ‘mürit’lerin yerini alacak başkaları da her zaman olacak. Kimse “bu kadın bitti ya da bitiyor” diye heveslenmesin.
NAİM DİLMENER
[email protected]