ENGELSİZ FİLMLER FESTİVALİ VE VİZYONDAN SEÇMELER
Engelsiz Filmler Festivali ve Vizyondan Seçmeler
Bu hafta, Türkiye’nin sinema gündeminde Antalya Altın Portakal Film Festivali vardı. Ne yazık ki, festivali takip etme şansımız olmadı. En azından en iyi film, kurgu ve senaryo ödüllerini kazanan Okul Tıraşı’nı bu sene başında Berlin Film Festivali’nin seçkisinde izleyip, bu satırlarda övmüştüm. Tüm ödül kazananları tebrik edip kendi gündemimize dönelim.
Engelsiz Filmler Festivali:
Aslında bu festivali Ankara’dan etkinlikler kısmında da ele alabilirdik ama bu yıl hibrid bir festival düzenleneceği için, festivalin bir kısmı Türkiye’nin her yerindeki seyircilere açık olacak. Vizyondaki filmlere geçmeden, gözden kaçmaması için, sevdiğimiz bu festivalden biraz söz edelim.
Bu yıl festival, 11-17 Ekim tarihleri arasında düzenlenecek. Bu tarihlerin tümünde çevrimiçi, ücretsiz gösterimler olacak. 11-13 Ekim tarihleri arasında da Ankara Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde, yine ücretsiz gösterimler yapılacak. Festivalin bölümlerinden kısaca söz edelim. Festivalin Ulusal Uzun Film Yarışması’nda Kumbara, Uzun Zaman Önce, Hayaletler, Ceviz Ağacı ve Cemil Şov filmleri yer alıyor. Tüm bu filmler, geçtiğimiz sene içinde farklı festivallerde karşımıza çıkıp ödül alan filmler. Sadece Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde fiziksel olarak gösterilecek olan bu filmlerden özellikle, Hayaletler ve Cemil Şov’u önerebilirim.
Engelsiz Filmler Festivali, bu yıl ilk kez bir Uluslararası Kısa Film Yarışması da düzenliyor. Bu seçkideki filmler hem çevrimiçi, hem fiziksel olarak gösterilecek. Bu yarışmanın ön jürisinde yer aldığım için herhangi bir filmi öne çıkarmam doğru olmaz. Tüm seçkiyi tavsiye etmiş olayım.
Festivalin adı ile dikkatimi çeken, Absürt bölümünde Bir Adam ve Bir Kamera isimli, hakkında iyi yorumlar duyduğum bir filmle birlikte, dünyanın en önemli kısa film festivallerinden Clermont Ferrand’ın bir seçkisi bulunuyor. Oditoryum bölümünde müzikle ilgili iki film yer alıyor. Kaleydoskop bölümündeki Kör Tırmanış filminde, görme engelli bir kaya tırmanışçısının hikayesini izleyeceğiz. Bu bölümde Calamity Jane’in küçüklüğünü anlatan bir animasyon da var. Ayrıca festivalde çocuklar için bir kısa film seçkisi de mevcut. Herkese iyi seyirler.
Vizyondan Seçmeler:
Her ne kadar yeni Bond filmi gösterime girmiş olsa da, Âkif filmi düşük bilet fiyatının ve toplu satışların da etkisiyle iki haftadır seyirci sayısı bazında haftanın galibi oluyor. Ama sinemaların diğer salonlarını da çoğunlukla korku filmleri dolduruyor. Aralarında iyi örnekler çıksa da özellikle yerli korkuların büyük kısmı, Z sınıfı diyebileceğimiz seviyede. Bu arada bazı iyi filmler de vizyondan sessiz sedasız bir şekilde geçiyor. Bu hafta yine vizyondan bir derleme yapalım:
Gölgeler İçinde:
Zerre filmini çok sevdiğim Erdem Tepegöz'ün, geçen sene Antalya'da gösterildiğinden beri yolunu gözlediğim filmini nihayet izleme fırsatı bulduk. Yine bir işçi hikayesi ama distopik bir gerçeklik içinde, ilk filminden çok farklı bir tarzda anlatmış hikayesini. Zamanı ve mekânı belli olmayan bir filmle karşı karşıyayız. Burada belli kurallara sıkı sıkıya bağlı olarak çalışan işçiler ve hiç görmediğimiz yöneticiler var. Günün birinde, bir işçinin kafasında soru işaretleri oluşmaya başlıyor ve olaylar gelişiyor. Filmin politik bir metni, hiç sorgulanmadan kabul edilen iktidara karşı bir duruşu var ama ilk dikkat çeken yanı, harika mekân kullanımı ve görüntü yönetimi oluyor. Özellikle mekân seçimi ve kullanımı açısından, Türkiye sinemasında son yılların en iyisi olabilir. Son dönem gösterime giren filmler içinde, sinemada izlenmeli dediğim az sayıda filmden biri aynı zamanda. Ne yazık ki az salonda ve bu tip filmlerin hedef kitlesinin pek gitmediği salonlarda gösterime girdi. Filmin Kültür Bakanlığı ve TRT destekli olması da ilginç. Son zamanlarda bu kurumların desteklediği filmlerin duruşu belli. Gölgeler İçinde ise bambaşka bir yerde duruyor. Mesajlarını biraz kapalı verince, hikâye de günümüzde geçmeyince, filmin derdini pek anlamamışlar mı acaba diye düşünmeden edemedim.
Don't Breathe 2 (Nefesini Tut 2):
İlk filmi bayağı sevmiştim ama ikinci filmi o seviyede bulmadım. Bu kez kör adamımızın yanında yaşayan kızı kaçırmak isteyen kötü adamlar ile mücadelesini izliyoruz. Bu arada geçmişe yönelik bazı sırlar da ortaya dökülüyor. Stephen Lang'in karakteri gerçekten hikayesi devam ettirilebilecek bir karakter ama ilk film hakkında yazarken onun için, "gereksiz bir çaba ile kötü adam yapılmış" demişim. Oradan iyi adama dönmüş bu kez. Ama bu sefer de ilk filmdeki o bayağı sorunlu hareketlerini unutup, küçük bir kızı, kaybettiği kızı yerine koyup eskiye bir sünger çekmesi inandırıcı gelmedi. Bu filmin kötülerini ise, fazla karikatürize buldum. İlk filmde evinin içini çok iyi bildiği için, kör olmanın kendisine avantaj sağladığı bir adamı izliyorduk. Bu kez deplasmandaki sahnelerde bile adamımız 2-0 önde başlıyor oyuna. Ona da ikna olamadım. Yine de heyecanla izledim ama uzun süreli bir iz bırakacağını sanmıyorum.
Wrong Turn (Korku Kapanı: Başlangıç):
İlk filmi sinemada izlemiştim. Şimdi pek net hatırlamasam da başrolde Eliza Dushku'nun da olmasının etkisiyle, belli ölçüde sevmiştim sanki. Ancak, sonraki 5 filmi izlemedim. Bu yeni film, reboot olarak geçiyor. Yani hikâye yeniden başlıyor. Esasen defalarca izlediğimiz, bir grup genç, önceden uyarılmalarına rağmen, ormanda gitmemeleri gereken bir yere giderler ve başlarına türlü çeşitli belalar gelir filmlerinin tipik bir örneği. Özellikle ilk yarısı türe yeni bir şey katmıyor. İkinci yarısı biraz farklı denebilir, ama sadece biraz. Kötü adam sandığımız kişilerin, aslında o kadar da kötü olmadığı, biraz da bizim önyargılarımız nedeniyle öyle sandığımız fikrinin biraz daha üzerine gidilse, daha ilginç şeyler ortaya çıkabilirmiş. Bu arada kötü adamlar için, aslında o kadar da kötü değillermiş dediğimiz anlarda, sosyalizm esintileri taşıyan cümleler kurmaları da gözlerden kaçmadı. Ama o da alternatif olarak iyi bir sistem olabilir demeye kalmadı, adamlar azılı caniye dönüştüler.
The War with Grandpa (İyi Olan Kazansın):
De Niro abimizi alışık olduğumuz sert rollerinin arasında eğlenceli komedilerde izlemek, 2000’lerin başında daha eğlenceliydi. Hem üstadı farklı bir tarzda izliyorduk, hem de sert rollerine hoş göndermeler olabiliyordu. Bu tarz komedilerde daha fazla oynadıkça, daha vasat örnekleri ile karşımıza çıkmaya başladı. Bir oda yüzünden torunu ile kapıştığı bu filmde de eğlenceli anlar ve o sert personasına göndermeler var ama (hatta Irishman göndermesi bile yakaladım sanırım) izle, eğlen, unut filmi. Yine de eski topraklardan Christopher Walken, Cheech Marin ve Jane Seymour’u yeniden beyazperdede görmenin bile, başlı başına bir çekiciliği var. Keşke hikâye biraz daha ilgi çekici olsaydı.
Cinni Kabus:
Bu hafta yine Z sınıfı yerli korku filmlerinden birini listeye aldım. Ama bu kez, bu film nasıl gösterime girmiş olabilir diye sormak için. Babasının ölümü sonrasında, annesinin başka birisi ile evlenme kararı alması sonrası kabuslar görmeye başlayan genç bir kadını ve giderek hayatlarının da kabusa dönüşmesini anlatan bir film var önümüzde. Gerçekten abartmıyorum, son zamanlarda sinemada en çok güldüğüm film. Filmin hiç öyle bir niyetinin olmayıp, saf korku filmi olmaya çalışırken kahkahalar attırması da işin trajikomik tarafı. Aslında çok kötüymüş ya, diyerek filme başladım ama giderek o kötülük, bambaşka bir yere evrildi. Hikâyenin kötülüğünü, oyunculukların müsamere seviyesindeki hallerini, ışıktaki sorunları, sahne geçişlerinde aynı görüntülerin bin defa kullanılmasını bir yana bıraktım. Bunlar normal kaldı!
Film, post-prodüksiyon aşaması bitmeden salonlara salınmış. Artık para mı kalmadı, ne oldu bilmiyorum ama giriş jeneriği eksik, seslendirmelerde senkron yok, bazı yerlerde hiç ses yok, özel efektler eksik, hatta bir yerde kullanılan bir programın hata mesajı perdeyi kaplıyor. Çok ilginç gerçekten. Adeta filme bir deadline verilmiş de o tarihte bitiremeyince, artık olduğu kadar, ne yapalım denilmiş. Filmin kötü olması ayrı mesele. Onu yine kabul edebiliriz ama, filmin bu halde sinema salonlarında gösterilmesi ayıp cidden.
Ankara’dan Etkinlikler:
Yazının başındaki Engelsiz Filmler Festivali’ni bir kez daha hatırlattıktan sonra, Ankara’da vizyon dışı diğer sinema etkinliklerine bakalım:
Cermodern açık hava sineması programı:
10 Ekim Pazar: Underground (Yeraltı)
13 Ekim Çarşamba: Minari
Fransız Kültür Merkezi:
16 Ekim Cumartesi: Corniche Kennedy
Ayrıca Filmekimi’nin Ankara ayağı da 15-20 Ekim arasında düzenlenecek. Zaten bu festivalde gündem olan filmlerin biletleri şimdiden bitmiş durumda. O yüzden şimdilik öneri yapmayalım, ilerleyen haftalarda izlediğim filmlerden bahsederim.
Haftaya görüşmek üzere.
HASAN NADİR DERİN