ATATÜRK FİLMİ VE VİZYONDAN KALANLAR
Bir süredir vizyondan uzak kalmıştık. Yavaş yavaş eksiklerimizi tamamlamaya başlayalım. Bu hafta, uzun zamandır beklenen Atatürk filmine bir göz attıktan sonra, Marvel’in gişede en kötü performans gösteren filmine, Taylor Swift’in konser filmine ve sinemamızdan gelen bir fantastik-aksiyon örneğine bakalım.
Atatürk 1881-1919 (1. Film):
Eksikleri tamamlamaya, vizyona gireli bir ay oldu ama yazmasam olmazdı dediğim Atatürk filmiyle başlayalım. Bir defa, bu yıl gösterime giren Atatürk temalı filmlerin en iyisi. Kolaya kaçmadan, bildik anekdotlara yaslanmadan ve hamaseti abartmadan derdini anlatıyor. Atatürk'ü (aslında filmde anlatılan dönemi düşünürsek, Mustafa Kemal'i), çok bilinmeyen, en azından çok bahsedilmeyen özellikleri ile ele alırken, kimi zaman fazla ideal gösterilmiş olsa da onu gerçek bir karaktere dönüştürmeyi başarıyor.
Kariyerinin başlarında çok dikkatimi çeken bir isim değildi ama Mehmet Ada Öztekin, her filminde giderek daha iyi bir yönetmen olduğunu gösteriyor. Burada da, aslında küçük ekrana çekilmiş olmasına rağmen, birkaç yerde çok sinematik anlara imza atmayı başarmış (mevsimler geçişi gibi).
Sinemamızda çekilen dönem filmlerinde, çoğunlukla bir müsamere havası vardır. Özellikle kostümler ve dekorlar konusunda bir olmamışlık hissedilir. Burada o iş de çözülmüş. Dönemi hissediyoruz. Belli ki iyi bir bütçe ayrılmış, daha da önemlisi o bütçe doğru kullanılmış. Disney+, aldığı tuhaf kararlar ve süreci iyi yönetememesinden dolayı çok eleştirildi ama hakkını da vermek lazım, bu bütçenin kaynağı da onlarmış belli ki. Keşke projenin arkasında durup, başladığı şekilde devam ettirebilselermiş.
Burada, filmin en büyük sorununa gelelim. Bir dizi olarak planlanıp, filme dönüştürülmüş olması. Bazı olaylar fazlasıyla hızlı geçiyor, Mustafa Kemal'in gittiği bazı yerlerde tam olaylar gelişecek derken, başka bir zamana atlıyoruz ve o olaylar, sadece diyaloglarda ya da ara yazılarda kalıyor. Büyük ihtimalle, bir tren istasyonunda geçen aylar ya da Sofya'daki romantik dönem gibi hikayeler apayrı birer bölüm gibi planlanmış. Özellikle tren istasyonu bölümünün, açılış ve kapanış sahnesini bile hissediyorsunuz filmde.
Ayrıca, buna dair bir şey konuşuldu mu takip edemedim ama bu filmde henüz Çanakkale'nin başına kadar geldiğimiz, Ocak 2024'de izleyeceğimiz ikinci filmde de Samsun'a kadar geleceğimizi düşünürsek, büyük ihtimalle dizi versiyonunun gelecek sezonları da planlanıyordu. Atatürk'ün hayatında o kadar çok olay var ki, Kurtuluş Savaşı döneminden de, Cumhuriyet'in ilanı ve sonrasından da rahatlıkla birkaç sezon daha çıkarmış. Umarım, projenin film halinin gişe başarısı, aynı ekibin sonraki dönemleri anlatmasının da önünü açar.
Son olarak, oyunculardan bahsedelim. Atatürk rolü, hep zor bir roldür ve genellikle biraz abartılı oynanır. Aras Bulut İynemli de öyle oynamış ama fragmanları izlediğimde tahmin ettiğimden daha iyi, daha gerçekçi bir performans. Daha iyi olabilir miydi? Olabilirdi ama buna da itirazım yok. Diğer oyuncular da gayet iyi.
Netice olarak, iyi bir film ama muhtemelen hiç izleyemeyeceğimiz dizi versiyonunu da görmek isterdim. Sanki o, daha iyi olacaktı.
The Marvels:
Gişede çok kötü bir performans sergiledi, herkes yerden yere vurdu ama çok kişinin paylaşmayacağı fikrim ile geliyorum: Bence o kadar da kötü değildi.
Ms. Marvel dizisinin, konuk oyuncularla süslenmiş, özel bir bölümü gibiydi diyen bir yorum okumuştum. Doğru. Ama o diziyi sevdiğim için, sorun yok. Hatta çok iddialı olmayışı, olayların yine dünyayı kurtarma meselesine gitse de az karakter içinde dönmesi, hoş bile geldi bana. 3 karakterin birbirinin yerine geçtiği dövüş sahnelerinin koreografisi ise, gerçekten güzeldi. Hatta sırf bu sahnelerin bolca övülmesi gerekirdi bence. Film o kadar negatif karşılandı ki, bu sahnelerin hakkı verilmedi.
Iman Vellani, filmin en iyisiydi. Zaten dizide de başarılı bulmuştum. Karakter için çok iyi bir seçim. Umarım filmin başarısızlığı, genç oyuncunun kariyeri için olumsuz olmaz. Henüz onu Ms. Marvel dışında bir rolde izlemedik ama iyi bir oyuncu olma potansiyeli var gibi geliyor bana.
Brie Larson da fena değildi aslında da nedense sosyal medyada onun etrafında bir negatif hava var. Aslında kariyerinin başlarında sevdiğim bir isimdi ama zaman geçtikçe ben de soğudum kendisinden. Sanırım kendini fazla ciddiye alan bir personası var. Teyonah Parris, biraz etkisiz eleman gibiydi. Samuel L. Jackson ise, yine Marvel'in Nick Fury karakterini nasıl kullanacağına karar veremeyişinin mağduru olmuş. Bazen karanlık, depresif bir karakter oluyor, bazen de sürekli şakalar yapan bir karakter.
Filmin en büyük sıkıntısı ise, son dönem Marvel filmlerinin çoğunda olduğu gibi, kötü karakterin zayıflığı idi. Sürekli olarak, esmer Emilia Clarke olarak izlediğim Zawe Ashton'un karakteri o kadar kötü yazılmış ve iz bırakmıyor ki, tüm filmi aşağı çekiyor.
Fakat filmin gişede bu derece çakılmasının başka nedenleri de var. Belli ki artık genel seyirci, çok özel bir şey yapmıyorsa, süper kahraman filmlerinden sıkılmaya başladı. Ayrıca Marvel'in bu filmi anlayabilmek için, şu filmleri, şu dizileri izlemiş olmalısınız dayatması da yoruyor artık. İlk çizgi roman okumaya başladığımda, Örümcek Adam'ın, Süperman'in herhangi bir macerasını okuyup anlardınız. Giderek orada da hikayelere dipnotlar düşülmeye, başka karakterlerin dergilerine referans verilmeye başladı. Sonradan anladım ki, bunlar tüm evreni etkileyen olaylarmış. Bunu böyle arada sırada, gerçekten çok önemli durumlarda yaparsanız güzel ve değerli oluyor ama hikayeleri, karakterleri sürekli birbirine sokarsanız, yorucu oluyor. Karakterlerin bireysel hikayelerine de ihtiyaç var.
Süper kahraman filmleri ilk başlarda, çok popüler kahramanlar hariç, belli bir kitleye hitap ediyordu. Sonra Marvel'in başarılı stratejisi sonrası büyüdü, büyüdü ve şimdi tekrar küçülmeye başladı belli ki. Bunları Scorsese üstadımız hep söyledi. Keşke Kevin Feige de dinleseymiş.
Son olarak filmin finalindeki iki sahne. Artık bir aydır vizyonda olduğuna göre, spoiler sayılmaz. Genç Avengers diyebileceğimiz bir grubun ve X-Men'in sinyalleri verildi. İkisi de ümit verici ama bundan sonra Marvel, yoğurdu üfleyerek yiyecektir.
Taylor Swift: The Eras Tour:
Bir ara sosyal medyada bir arkadaş, bu filmi de izleyecek misin diye sormuştu. Evet, izledim. Taylor Swift hayranı değilim, çok iyi olduğunu düşündüğüm bazı klipleri dışındaki şarkılarını da bilmiyorum ama IMAX'de izlemeye değer dedim, değdi. Pişman değilim. Üstelik teknik sorunlardan dolayı, 48 dakika reklam izledikten sonra filme geçmemize rağmen pişman değilim (evet, 48 dakikadan eminim).
Gerçekten, hayran kalınacak kadar büyük ve detaylı bir prodüksiyon yapmışlar. IMAX perdesinde izlemek de çok etkileyiciydi. Filme gitmeden önce, 169 dakikalık konser filmi mi olur, bunun bir kısmı konser hazırlığı falandır demiştim ama gerçekten de sondaki yazılar hariç, hepsi konser görüntüleriymiş. Üstelik, çok uzamasın diye, asıl konserde olan bazı şarkılar çıkartılmış. Aslı 3.5 saatmiş! Müzik tarzı çok bana göre değil ama Taylor Swift'in 3.5 saat boyunca konser vermiş olmasını da takdir ettim. Hayır, üstelik bunu 151 kez yapmış.
Filme giderken, Taylor hayranlarının şarkılara eşlik edeceğini, filmi telefonla kaydedeceklerini kabullenerek gitmiştim. Ama kalabalık bir seansa denk gelmedim. Bunları yaptılar ama rahatsız edici olmadı. Ben filmi daha çok bir gözlemci olarak izlerken, onlar epey de eğlendi.
Alya:
Sonuç çok başarılı olmasa da, sinemamızda baş karakteri kadın olan bir fantastik aksiyon sineması örneği olarak, ilginç bir deneme. Hatta Amerika'da geçen giriş bölümündeki tarz devam ettirilmiş olsa, bayağı kayda değer bir örnek de olurmuş. Fakat Amerika'da kiralık katil gibi takılan kahramanımız, Türkiye'ye gelip, ailesinin cici kızı, yakında evlenecek bir kadın olarak görünmeye başlayınca film bir anda düşüyor. Tamam, iki kimlikli bir hayat, bu tip filmlerde olur ama burada inandırıcı bir geçiş yok.
Bir sabah ansızın, ailesinin ve nişanlısının onu tanımaması ve bunun üzerine akıl hastanesine düşmesi aksı da hiç inandırıcı değil ama filmin belli bir yerden sonraki hikayesi tümüyle bunun üzerine kurulmaya çalışılıyor. Yine de bu kısımda, iki kadın ajan arasında geçen, Kill Bill'den ilham aldığı çok belli olsa da sinemamız standartlarında gayet iyi çekilmiş bir kavga sahnesi de mevcut. Ara ara karşımıza çıkan bu tip sahneler, senaryonun sorunlarına karşın filmi, kısa süreli de olsa toparlıyor.
Ama işte, karakterler, geçmişleri ve motivasyonları o kadar gelişigüzel yazılmış ki. Mesela Hande Ataizi'nin karakteri, bir bilim insanı olarak karşımıza çıkarken, bir anda "yeminimi bozdum ağalar" moduna girip, elinde taramalı tüfekle kıyım yapabiliyor.
Filmin sonunda bir mid-credits, bir de post-credits sahnesi var. Belli ki devam filmi de düşünülmüş. Zaten hikâye kapanmıyor. Üstelik burada insanüstü bir güce tanık oluyoruz ki, filmi belki de bir süper kahraman hikayesine çevirecek bir adım atıyor.
Netice olarak, senaryodaki büyük falsolara rağmen, kimi aksiyon sahnelerinin başarısı ve kadın oyuncuların karizma halleri nedeniyle, kanaat notuyla geçer not verdim. Devam filmi gelirse de izlerim.
Haftaya görüşmek üzere.
HASAN NADİR DERİN