Konuk Yazar

'SON YEMEK'TE NE ALIRDINIZ?

20 Kasım 2022 Pazar 09:39
'SON YEMEK'TE NE ALIRDINIZ?

Kuzey Pasifik’teki bir adanın üzerinde çok özel bir mekân..Hawthorne, şef Julian Slowik önderliğinde yaratılan sadece kalburüstü bir restoran değil, aynı zamanda yemek sanatı üzerine farklı bir deneyimin zirvesidir. Buraya karnınızı doyurmak için değil; tadı, yaratılan sanatı adeta duymak, hissetmek, özümsemek için gidersiniz. Nitekim 12 kişiden (tıpkı İsa’nın havarileri gibi!) oluşan ‘elit’ grup da enikonu bu amaçlarla adaya ayak basmış ve restoranın yolunu tutmuştur. Onları karşılayan Elsa, iskeleden mekâna gidene kadar yaşayacakları serüvenden bilgiler aktarır.

Ekipte yemek üzerine takıntılı Tyler, sevgilisi Margot, eski şöhretini arayan bir aktörle asistanı, finans çevrelerinden bir grup züppe işinsanı, Hawthrone’da daha önce defalarca ağırlanmış yaşlı bir çift ve yazılarıyla Slowik’i kamuoyuna tanıtıp şöhrete ulaşmasını sağlayan yemek eleştirmeni Lilian ve çalıştığı derginin editörü Ted vardır. Topluluk üyelerinin bu şölen için ödedikleri meblağ kişi başı 1.250 dolardır. Yemek faslı şefin bir ‘süperstar’ gibi sahneye çıkmasıyla başlar. Önlerine konan tabağın üzerine yapılan konuşmalar, felsefi göndermeler, bilgiler vs. derken ‘Ekmeksiz ekmek tabağı’ servisiyle işin rengi değişmeye başlar... Şef ve mahiyetindeki elemanlar, onlara tuhaf ve korku dolu bir gece yaşatacaktır.

Birkaç hafta önce vizyona giren ‘Hüzün Üçgeni’nde (Triangle of Sadness) zenginlerle dolu bir gemiyi, müşterilerin şımarıklıklarını, çıkan fırtınayla birlikte bir ‘kusma seansı’na dönen yemeği, akabinde bir adaya düşen yolcuları ve aralarında değişen sınıfsal dengeleri izliyorduk. Yukarıda konusunu özetlediğim ‘The Menu’ de enikonu aynı sularda dolaşan bir yapım. Bu kez bir adadaki lüks restorana giden ve geçmişi ‘günahlar’la dolu bir grup zengine, yıllarca onlara ağızlarına layık yemekler sunan bir şefin yaşattığı kâbusu izliyoruz. Bu yüksek meblağ ödedikleri gecede işler her gelen yemekle birlikte çığırından çıkıyor ve kâğıt üzerinde bir şölen vaat eden menü, onlar için bir ‘veda sofrası’na dönüşüyor.

Senaryosunu Seth Reiss-Will Tracy ikilisinin kaleme aldığı, Mark Mylod (‘Entourage’, ‘Game of Thrones’, ‘Succession’ gibi dizileri de yönetmişti) imzalı yapım, emekçilerin haklarını yiyerek belli noktalara gelmiş zenginler üzerine bir hiciv ya da sinemasal ifadesiyle bir ‘kara komedi’. Yemek boyunca dayatılanlara topluluk içinden bir tek Margot karşı koyuyor, şefin menüsüne ve ritüellerine isyan bayrağını açıyor ve nihayetinde aslında onun, ait olmadığı bir sınıfsal grubun içinde olduğunu anlıyoruz. Yani tepkilerin altında sınıfsal bir çıkış var. ‘The Menu’, tüketim toplumu, ışıltılı hayatların ardındaki boşluk, sistemin içine dahil olarak ruhunu, özünü kaybeden sanatçı (şef yani), narsisizm (eleştirmen yani), parayla her şeyi satın alma refleksi (sahtekârlık yaparak zenginleşenler yani) gibi meselelerin altını çiziyor.

Mark Mylod’un filmi merak aşamasını geçip hangi yöne doğru yelken açtığını belli ettikten sonra sanki ivmesini bir miktar kaybediyor ve eleştiri oklarını naif bir düzlemde savuruyor. Ama sinema tarihinde kamerasını yemek masalarıyla mutfakta dolaştıran ve meseleye ilişkin sosyolojik dertleri olan tüm yapımlar gibi -ilk elde akla Marco Ferreri’nin ‘Büyük Tıkınma’sı (Le grande bouffe) geliyor; hedefe burjuvaziyi (aileden ve sonradan görmeleriyle) koyuyor. Bu denklemde ‘Şef Slowik’ de
bu sınıfa hizmet yolunda yeteneklerini harcamış, ruhunu satmış, masumiyetini kaybederek canavarlaşmış bir sanat erbabı... Ralph Fiennes’ın, ‘Şef Slowik’in gösterişli ve yer yer abartılı halini etkileyici bir performansla yansıttığı yapımda Margot’da Anya Taylor-Joy, Tyler’da Nicholas Hoult, yemek eleştirmeninde Janet McTeer, düşmüş aktörde John Leguizamo çok iyiler.

Işıltılı bir servis eşliğinde sunulan onca yemeği gösteren bir filmin ardından canınızın sadece çizburger çekmesi de ‘The Menu’nün en gerçekçi ironisi olsa gerek. Naçizane ‘Aç karnına izlemeyin’ derim!

UĞUR VARDAN (19.11.2022/ HÜRRİYET)



Diğer Yazılar