KATİLLERİ ANLAMAK ZORUNDA MIYIZ?
Türkiye’nin her tarafına yayılmış bir ‘terör’ gerçeğinin hemen herkesin kapısına dayandığı, öğrencisinden bilim insanına, siyasetçisinden gazetecisine birçok değerin bu yolda hayatını yitirdiği o karanlık dönemde gerçekleştirilen vahşet dolu sayfalardan biriydi ‘Bahçelievler katliamı’. 8 Ekim 1978’de yedi Türkiye İşçi Partili genç, Ankara-Bahçelievler semtindeki evleri basılarak acımasız bir şekilde öldürüldü. Eylemi gerçekleştirenler ölüm cezasına mahkûm edildi. Fakat ölüm cezasının kaldırılması dolayısıyla ağırlaştırılmış ömür boyu hapis cezası aldılar. Faillerden bir kısmı yakalandı, biri yurtdışında olduğu için adalet önüne çıkamadı. Kimi süreç içinde hayatını kaybetti, bazıları da belli sürelerde hapis yattı, sonrasında ilan edilen af yasalarına paralel olarak tahliye edildi. Olan hayatlarına kıyılan o gencecik insanlara oldu ve geride kalan yakınları, sevenleri, dava arkadaşları acılarıyla yaşamlarını sürdürmek durumunda kaldılar.
‘Tuzdan Kaide’, ‘Aidiyet’, ‘Unutma Biçimleri’ gibi yapıtlarıyla tanıdığımız genç kuşak yönetmenlerden Burak Çevik son çalışması ‘Hiçbir Şey Yerinde Değil’le bu tarihsel acıyı kurgusal bir yapımla perdeye taşımış. Film 1978 yılının Türkiye’sinde hem çıkardıkları derginin yeni sayısı için editöryal bir toplantı yapmak hem de içlerinden birinin doğum gününü kutlamak amacıyla buluşan beş solcu gencin kendi aralarındaki ideolojik tartışmalarıyla açılıyor. Topluluğun konuşmaları, sağın silahla mücadelesini sürdürdüğü bir düzlemde sadece yazılı ve sözlü siyaset yaparak karşı koyma üzerine bir minvalde ilerliyor. Derken içlerinden biri bakkala gittikten sonra kapı çalıyor ve içeri giren iki ülkücü, evdekileri esir alarak önce sözel bir hesaplaşmaya girişiyor. Sonra biri dışarıdaki ‘Reis’ lakaplı şeflerinden icazet almaya gidiyor ve dönüşte de
dört genç öldürülüyor.
Konusu kısaca böyle özetlenebilecek ‘Hiçbir Şey Yerinde Değil’i Türkiye’deki ilk gösteriminin yapıldığı Adana Altın Koza Film Festivali’nde izledim. Gösterim sonrası yapılan söyleşide yönetmen Burak Çevik genel olarak bu filmi çekme motivasyonunun, bir insanın inancı uğruna öldürmesi ve ölmesi meselesi üzerine eğilmek olduğunu belirtti (ki T24’te yayımlanan röportajında da aynı noktanın altını çizmiş). Tek plan formunda, tek bir mekânda çekilen film kimi kamera hamleleriyle anlatıyı ikiye bölüyor. İlk kısmında teorik tartışmalar eşliğinde ülkeyi ve dünyayı kurtarmaya çabalayan solcu gençler arasında geziniyoruz. İkinci bölümdeyse dava arkadaşlarının intikamını alma gerekçesiyle mekân basan ülkücüleri izliyor ve onların iç hesaplaşmalarına dalıyoruz.
‘Hiçbir Şey Yerinde Değil’ politik tarihimizin en kanlı katliamlarından birini alıyor ve yönetmeni, ‘kurgusal’ dokunuşlarla (başta öldürülen öğrenci sayısının yediden dörde indirilmesi gibi) bu acı sayfadan yeni bir okuma inşa etmeye çalışıyor. Böyle bir hakkı var mı? Eğer aynı tarih diliminde gezinen bağımsız bir öykü anlatsa ve filmine kendi söyleşileri kanalıyla ‘Bahçelievler katliamı’ notunu düşürmese etik açıdan daha doğru bir işe imza atmış olurdu diye düşünüyorum. Bunca insanın katledildiği bir vakayı katilin psikolojisini anlamak ya da aktarmak adına kimi oynamalarla perdeye taşımak bana doğru bir hareket noktası gibi gelmiyor. Çünkü film meseleyi sosyolojik ve tarihsel bir perspektife de tam olarak oturtmuyor. Şöyle ki bu katliam tek başına bir eylem değildi. Sinema yazarı arkadaşım Şenay Aydemir’in yazısında da belirttiği gibi Çorum ve Maraş katliamlarını kapsayan, 12 Eylül’e uzanan, sonrasında Sivas katliamlarında da sahaya sürülen, ‘Gladyo yapılanması’ adıyla tanımlanacak büyük bir duvar içindeki kanlı tuğlalardan biriydi bu olay.
KENDİME YAKIN HİSSETMEDİM
Anlatım ikiye ayrılmak suretiyle cinayetleri işleyen kanada da söz hakkı veriyor ve yönetmenin ‘katilin psikolojisi’ne eğilme hedefini yerine getiriyor. Bence işte bu noktalarda da problem başlıyor. Bizim gerçekten onca masumun kanına giren katilleri anlamaya ihtiyacımız var mı?
Siyasal tarihimize baktığımızda aynı suçları işleyen onca, ‘insan’ demeye dilim varmayan mahlukatı biz niye anlamaya çalışalım? Bu profiller kendi ideolojileri doğrultusunda karşıt görüşten olanları yok etmek için hareket etti ve çoğu da sonradan ortaya çıktığı gibi ülkeyi germek, insanları birbirine düşürmek için çabalayanların maşası olarak kullanıldı. Cezasızlık hali ve sırtlarının sıvazlanması gibi motivasyonlarla da bütün bu suçlara hakları olduğu kanısıyla hareket ettiler. Bu topraklarda çok uzun süredir hâkim olan ‘öteki’ye, kendinden olmayana nefret ve bu nefretin şiddete dönüşmesi bence çok da derin anlamlar barındırmıyor. Zaten bütün bu saiklerden beslenen refleksler süreç içinde kadına, çocuğa, hayvana şiddeti gündelik hayatımızın bir parçasına dönüştürdü.
Yönetmen, öldürme psikolojisinin altında yatan nedenleri ve gerekçeleri tarihsel bir katliamın verilerinden yola çıkmadan da anlatabilirdi. Eğer hareket noktanız gerçek bir olaysa kronolojiye ve eldeki verilere bence çok daha fazla sadık kalmalısınız. Hele hele Bahçelievler katliamı gibi sadistlikle örülü, acılı sayfaları perdeye taşıyorsanız diğer tarafa da eşit miktarda mikrofon tutayım mantığı açıkçası bana çok hakkaniyetli gelmiyor.
Benim bu tür filmlerdeki referansım Marco Bellocchio’nun, eski İtalya Başbakanı Aldo Moro’nun kaçırılışını ve Kızıl Tugaylar tarafından öldürülüşünü anlatan ‘Günaydın Gece’sidir (Buongiorno Notte, 2003). Orada bir insanı öldürmenin psikolojisi, ideolojik duruş, çıkışsızlık hali ve yaşanan süreç çok iyi anlatılıyordu. Bana kalırsa meseleyi siyasi bir olay eşliğinde aktarmanın en iyi örneklerinden biridir bu film. Ya da daha genel sulara açılıp Michael Haneke gibi derdinizi ‘Ölümcül Oyunlar’ (Funny Games, 1997) tarzında bir yapımla da aktarabilirsiniz.
Nihayetinde Adana’daki gösterim sonrası ‘Hiçbir Şey Yerinde Değil’e ilişkin yazı kaleme alan Şenay Aydemir, Burak Göral ve Olkan Özyurt gibi meslektaşlarımla benzer düşünceleri paylaştığımı ve ideolojik duruşum itibariyle Burak Çevik’in yapıtını kendime yakın hissetmediğimi belirteyim. Umarım film bunca tartışmadan sonra bir tür ‘hafıza tazeleme’ye imkân sağlar ve o dönemden haberi olmayan yeni kuşakları tekrar tarihimizin karanlık sayfalarını gözden geçirmeye sevk eder. (UĞUR VARDAN (HÜRRİYET/19.10.2024)