HEP KARANLIK
Kapitalizm için insan hayatının değeri nedir ki? Sadece ‘olası’ müşterilerin sayısının azalması sorun yaratabilir. Lakin pazar geniş olunca bu da dert teşkil etmez... Haftanın öne çıkan yapımlarından ‘Karanlık Sular’ (‘Dark Waters’), uzun yıllara yayılan ve sisteme karşı verilen gerçek bir hukuk (ve dahi insanlık) mücadelesinin hikâyesini anlatıyor.
Todd Haynes imzalı yapım, 2016’da The New York Times Magazine’de yayımlanan Nathaniel Rich imzalı ‘The Lawyer Who Became DuPont’s Worst Nightmare’ (“DuPont’un En Kötü Kâbusu Haline Gelen Avukat”) başlıklı bir makaleden yola çıkılarak çekilmiş. Söz konusu yazının öznesi Cincinnati’deki Taft Stettinius & Hollister Hukuk Bürosu’na bağlı çalışan Robert Bilott adlı bir avukat.
Senaryosunu Mario Correa ve Matt-hew Michael Carnahan ikilisinin kaleme aldığı filmde her şey, çocukluğunun geçtiği Batı Virginia’dan gelen bir çiftçinin (ismi Wilbur Tennant), mesleğinde yükselme dönemini yaşayan Bilott’tan bir konuda yardım istemesiyle başlıyor. Hukukun evrensel ilkelerine sadık bir avukat olarak meselenin hafiften deşilmeye başlamasıyla birlikte, suyun altındaki koca bir buzdağının varlığı ortaya çıkıyor.
Bilott, çalıştığı şirketin de müşterisi olan ünlü kimya devi DuPont’un Batı Virginia’da satın aldığı geniş arazide insanların sağlığını hiçe sayarak kimi deneylere imza attığını, kullandığı bileşimlerdeki yüksek oranlı zararlı maddelerin çevredeki birçok canlıya zarar verdiğini, genetik yapılarıyla oynadığını ve elbette kimi ölümcül hastalıklara ortam hazırladığını fark ediyor. Bütün bu süreçte patronu Tom Terp’in de yanında yer alması sahaya güçlü, kuvvetli çıkmasını sağlıyor ama nihayetinde karşısında Amerikan ekonomisinin en önemli çarklarından biri sayılan devasa bir şirket olması işleri zora sokuyor.
Tarz bakımından yer yer Douglas Sirk ve Rainer Werner Fassbinder türü melodramları çağrıştıran ve daha çok ‘öteki’lerin hikâyelerine kulak kabartan filmleriyle (‘Velvet Goldmine’, ‘Far from Heaven’, ‘Carol’) karşımıza çıkan Todd Haynes, elbette geleneksel çizgilerden uzakta bir yönetmen. Fakat ‘Karanlık Sular’da gerçek bir öyküyü perdeye taşırken geleneksel bir anlatımı tercih ettiğini söyleyebiliriz. Öte yandan vicdanıyla hareket eden ve ele aldığı davayla yıllar içinde yalnızlaştırılan, kapitalist yapı içinde ‘öteki’leştirilen bir insanın portresini anlatması bakımından kendine özgü çizgisini koruduğunu belirtmek lazım.
Filmin ortaya attığı denklem şu: Devasa bir şirkete dava açıyorsunuz, ki bu modern zamanların kapitalist toplumlarındaki en zor işlerden biridir. Çünkü arkasına sistemi, siyaseti almış, binlerce kişi için ekmek kapısı olmuş bir yapı var karşınızda.
Ayrıca hukuki prosedürün ağır işleyen dişlileri de cabası. Dolayısıyla Bilott’un 1998’de haberdar olduğu bu kirli yapıya karşı mücadelesi yaklaşık 20 yıla yayılıyor; bu süreçte çocukları büyüyor, davalılardan bazıları hayatını kaybediyor, umutlar kırılıyor, aynı büroda çalıştığı meslektaşlarıyla etik sorunlar yaşıyor ve zaman zaman sağlığı bozuluyor. Üstelik her an hayatını tehlikede hissediyor.
Bir suçun cezalandırılması kadar o suçun nasıl ve kimler tarafından işlendiğinin herkesçe bilinmesi de gerekiyor; ‘Karanlık Sular’ın ana dertlerinden biri de bu. Todd Haynes’in filmi ‘Başkanın Bütün Adamları’, ‘’Silkwood’, ‘The Insider’, ‘Erin Brockovich’, ‘Spotlight’, ‘The Post’ gibi sistemin karanlık noktalarına odaklanan ve tarihin kimi dönemlerinde işlenen suçların (günahların) sinemasal belgesi konumundaki yapımların izinden gidiyor. Robert Bilott, adeta ‘araştırmacı avukatlık’ türü bir özel alanın üyesi gibi. Doğrunun ve vicdanın yanında bir gazetecinin, hukuk alanındaki temsilcisi sanki ve iz sürdüğü dava derinleştikçe karşısına kasıt, ihmal, yolsuzluk türü meseleler çıkıyor.
Oyunculuklara gelince: Mark Ruffalo’nun (namı diğer ‘Hulk’) başı bir kez daha DuPont’larla belaya giriyor. Kuşağının en iyilerinden olan deneyimli aktör 2014 tarihli ‘Foxcatcher’dan sonra bir kez daha aynı şirketi karşısına alıyor. Sıkı bir Demokrat Parti ve de özellikle Bernie Sanders destekçisi olan Ruffalo, sakin, pek de çizgi dışı olmayan ama ömrünü adadığı davayla binlerce insanın hayatına yön veren Bilott’ta etkileyici bir portre çiziyor. Bilott’un patronu Tom Terp’te Tim Robbins, eşi Sarah Barlage’de Anne Hathaway ve de Wilber Tennant’ta Bill Camp filmin diğer öne çıkan isimleri...
Satır aralarında çokça hukuk dersinin verilmesinin yanı sıra öyküsü itibariyle ‘teflon’ tavaların nasıl yapıldığı türünden bilgilerle donatıldığımız, ayrıca ‘PFOA’ (‘Perflorooktanoik Asit’, ‘C8’ olarak da biliniyor) denilen maddeyle kitlelerin nasıl zehirlendiğine tanıklık ettiğimiz ‘Karanlık Sular’, bir anlamda “ABD’nin Çernobil’i”ni anlatıyor. Kesinlikle kaçırmayın derim... UĞUR VARDAN (HÜRRİYET/08.02.2020)