'BUCK' ŞU KAHRAMANA!
Kaliforniya’da, Santa Clara Vadisi’nde hâkim Miller’ın son derece şımarık köpeği Buck... ‘Dokunulmazlık’ zırhı üzerinde; yörede istediği gibi hareket ediyor, etrafı dağıtıyor, şölen masalarını mahvediyor vs. Bütün bu yaptıklarına karşılık kendisine biçilen tek bir ceza var: Bir süreliğine malikânenin içine alınmamak...
Bir Jack London klasiği olan ‘Vahşetin Çağrısı’nın (‘The Call of the Wild’) ‘2020 model’ uyarlaması niteliğindeki yapım, adeta 90’lı yılların sevimli köpek serisi ‘Beethoven’dan pasajları andıran sahneler eşliğinde açılıyor. Fakat aslında takvimler 1890’ları göstermektedir ve ‘Altına Hücum’ dönemini yaşayan ülkede, Buck gibilerin ‘işgücü’ne ihtiyaç vardır! Yöredeki bir ‘uyanık’ tarafından kaçırılarak satılır ve Kuzey’deki altın arayıcıların işine yaraması için denizyoluyla Skagway (Alaska) adlı kasabaya yollanır. Kimi küçük maceraların ardından bu ‘St. Bernard / Scotch Collie’ kırması köpek, Fransız-Kanada Posta İdaresi için çalışan François-Perrault çiftinin ‘kızak ekibi’ne dahil olur... Telgrafın keşfi, insanlığın yeni iletişim alanlarından biri olarak uygarlık tarihindeki yerini alır almasına ama eski tip postacıları da sistem dışına iter. Bu, Buck için de yeni bir arayışın ifadesidir...
Bir varoluş meselesi...
London’ın 1903 tarihli romanı daha önce defalarca sinemaya taşındı. ‘Lilo ve Stiç’, ‘Ejderhanı Nasıl Eğitirsin?’, ‘Crood’lar’ gibi animasyonlarıyla tanınan Chris Sanders imzalı bu son adım, tarihe teknolojinin meseleye tamamen hâkim olduğu bir ‘Vahşetin Çağrısı’ uyarlaması olarak geçecek. Filmde Buck, eski bir Cirque du Soleil sanatçısı olan Terry Notary (ki daha önce ‘Maymunlar Cehennemi’nde ‘Rocket’ı, ‘Daire’de de Oleg’i canlandırmıştı) üzerinden hareket yakalama tekniğiyle sağlanan görüntüler eşliğinde karşımıza geliyor. Doğrusu Banders’ın çalışmasında CGI teknolojisinin uygulaması mükemmele yakın; iriyarı Buck’ın hareketleri, beden dili, gözleri ve mimikleri son derece inandırıcı ve etkileyici bir biçimde perdeye taşınmış.
Öte yandan Michael Green imzalı senaryo da teknolojik alanda sağlanan görsel atmosferi hikâye düzeyinde destekler bir çabaya dönüştürmüş. ‘Vahşetin Çağrısı’ temelde bir köklere yolculuk ve varoluş mücadelesinin ifadesi. Buck, ehlileştirilmiş bir hayvanken, küçük yaşta kaybettiği oğlunun ardından eşinden ayrılan ve hayata küserek teselliyi içkide bulan Thornton’la yollarının kesişmesiyle farklı bir kapıyı aralıyor. Adeta iki terk edilmiş ruh, bir mızıka sayesinde birbirine rastlıyor ve zamanla yeni bir geleceğe doğru yol alıyorlar (gerçi bu denklemde Thornton’ın durumu tarif ederken kullandığı “Sen yolunu buldun, ya ben?” ifadesi fazlasıyla manidar ama)... Malum, roman da adını Buck’ın doğasına uygun hareket etme çabasından alıyor...
Michael Green’in kaleme aldığı senaryo Buck’a, orijinal metinden farklı olarak cesaretinin altını daha fazla çizen fazladan sahneler eklemiş. Bu durumu The Hollywood Reporter sinema yazarı Frank Scheck şöyle tiye almış: “Sanırım romanın var olan içeriği 100 yılı aşkın bir süredir okurları memnun etmesine rağmen London’ın anlattıklarının yeterince heyecan verici olmadığı düşünülmüş.” Ama bana sorarsanız ortada bir ‘kültürel günah’ (sinema yazınımız açısından çok eski bir İbrahim Altınsay deyimidir!) yok, Green bu yolla kahramanlığın yanı sıra aksiyonun da sınırlarını genişletmiş.
Oscar’lı görüntü yönetmeni
Bir ahlak abidesi olarak sunulan, herkesin zenginleşmek ve ona kavuşmak uğruna her türlü yolu denediği ‘altın’a bile “Bana bu kadarı yeter” mantığıyla yaklaşan acılı Thornton’da -güzel yaşlananlar sınıfından- Harrison Ford’u izlediğimiz filmin altı çizilecek bir başka yanı da enfes kadrajları. Bu cephede de “Spielberg’ün kameramanı” olarak bildiğimiz Janusz Kaminski’ye rastlıyoruz; Leh kökenli sanatçı hatırlanacağı gibi “Schindler’in Listesi” ve “Er Ryan’ı Kurtarmak”la ‘En İyi Görüntü Yönetmeni’ dalında iki kez Oscar’a uzanmıştı.
Sonuçta eski moda bir anlatımla perdeye taşınan ve görsel açıdan büyüleyici anlara sahip film, ağırlıklı olarak kutup topraklarında geçmesine rağmen insanın içini alabildiğince ısıtmayı başarıyor. Özellikle minik izleyiciler açısından hayvan sevgisini aşılama gibi bir görevin üstesinden de geliyor. Kısaca ‘kaçırmayın’ derim.
Son olarak Harrison Ford’un hayat verdiği John Thornton’ı daha önce Clark Gable, Charlton Heston, Rutger Hauer gibi isimlerin canlandırdığını hatırlatalım. UĞUR VARDAN (HÜRRİYET/22.02.2020)