Konuk Yazar

BİR DAHA DÖV WICK ...

19 Mayıs 2019 Pazar 14:40
BİR DAHA DÖV WICK ...

Malum, her şey bir köpeğin ölümüyle başlamıştı. Rus mafya şefinin oğlu, eski bir ‘tetikçi’nin Ford Mustang’ine göz koymuş, isteği olmayınca da evine baskın yaparak hem arabasını almış hem de Daisy adlı köpeğini öldürmüştü. 2014 tarihli ‘John Wick’ beklenmedik bir ilgi görünce ve hatırı sayılır bir gişe yapınca, yaratıcıları ‘Devam’ kararı aldı ve iş buralara kadar geldi. Seri artık üçüncü filmiyle huzurlarımızda...

İlk adımın kamera arkasında Chad Stahelski ve David Leitch isimleri vardı. Kartvizitlerinde ‘Yakın dövüş sanatları uzmanı’, ‘dublör’, ‘dublör koordinatörü’, ‘aktör’ gibi ibareler bulunan ikilinin yolları daha sonra ayrıldı, Stahelski 2017 tarihli ‘John Wick: Chapter 2’yu da yönetirken Leitch ‘Atomic Blondie’ ve ‘Deadpool 2’de yönetmen koltuğuna oturdu...

John Wick 3’ (‘John Wick: Chapter 3-Parabellum’) yoluna Stahelski’yle devam ederken senaryo hanesinde serinin yaratıcısı konumundaki Derek Kolstad’ın yanı sıra Shay Hatten, Chris Collins ve Marc Abrams isimlerini görüyoruz. Film, ikincinin bittiği yerden başlıyor. ‘Yüksek Şûra’, İtalyan mafya şefi Santino D’Antonio’yu ‘tarafsız bölge’ konumundaki New York-The Continental Hotel’de öldüren John Wick için 14 milyon dolarlık bir ödülle ‘ölüm emri’ çıkarıyor. Bu miktar, bütün kiralık katilleri harekete geçirirken ‘Merkez’den yollanan bir hakem de hem otelin sahibi Winston’a hem de Wick’e kol kanat geren yeraltı lideri Bowery King’e yedi günlük cezalarını bildirmek için harekete geçiyor... İşinin ehli tetikçimiz ise önce yetiştiği ‘bale-güreş akademisi’nin (ismi ‘Tarkovsky Theatre’) direktöründen yardım istiyor, sonra da Casablanca’ya uzanarak eski arkadaşı Sofia üzerinden ‘Yüksek Şûra’ya yeni bir teklif götürmek üzere hamle yapıyor...

‘Blade Runner’ (Ridley Scott imzalı, orijinal olanını kastediyorum) tadında sürekli bir yağmurun esir aldığı, neon ışıkları altında aydınlatılmış New York sokakları, öyküye egzotiklik katsın diye eklenmiş gibi görünen Casablanca bölümü ve Büyük Sahra’ya uzanan öykü... Bitmedi; motosikletle, daha da ötesi atla takip sahneleri, ‘John Wick 2’deki Orson Welles klasiği ‘Şanghaylı Kadın’a (‘The Lady from Shangai’) gönderme kabilinden yer alan aynalar labirentindeki çatışma bölümünün adeta devamı niteliğindeki cam bölmelerde yakın dövüş aksiyonları... ‘John Wick 3’, serinin geleneğini sürdürüyor ve sizi, çarçabuk avcunun içine alarak grafik ve koreografik anlamda çok iyi tasarlanmış sahnelerin tanığına dönüştürüyor. Öte yandan film aynı zamanda seyircine köşesine sıkışmış bir boksör muamelesi yapıyor ve bitmez tükenmez bir görsel bombardımanla vurdukça vuruyor. Nihayetinde siz de onca çatışmanın, kavga-dövüşün parçası olarak salondan yorgun argın ayrılıyorsunuz...  

Neo’dan John Wick’e...

Öte yandan Keanu Reeves, malum oyunculuk kariyerindeki bir önceki seride ‘seçilmiş kişi’ydi. ‘Matrix’in Neo’su, ‘John Wick’te de bir anlamda ‘seçkinliğini’ koruyor; gittiği her yerde kiralık katillerin hedefinde, her coğrafyada ismiyle sesleniliyor. 67 yaşındaki Liam Neeson’ın aksiyonlarda boy gösterdiği, 57 yaşındaki Tom Cruise’un sürekli gökdelenlere tırmandığı bir sinema evreninde 55’indeki Reeves’a ‘fit’ görünümüyle doğrusu aksiyon birçok meslektaşından daha çok yakışıyor gibi... ‘Bowery King’i canlandıran Laurence Fishburne, ‘The Matrix’ serisinden sonra ‘John Wick’te (son iki film itibariyle) de bir kez daha Reeves’la aynı ekipte. The Continental Hotel’in sahibi Winston’da karşımıza gelen Ian McShane, aslında ‘Hellboy’da da benzer bir karaktere (‘Profesör Broom’) hayat vermişti. Bu arada İngiliz aktör fizik olarak girerek Al Pacino tadına ulaşıyor (hafiften bizim Erol Büyükburç’u da andırıyor). Geçmişte ‘X-Men’, ‘Die Another Day’, ‘Catwoman’ gibi filmlerle aksiyon konusunda yeterince tecrübe sahibi olan Halle Berry de ‘John Wick 3’ün kadın tetikçisi Sophia’da karşımıza geliyor. Özellikle ‘Kurtların Kardeşliği’yle sevdiğimiz Mark Dacascos ise Wick’e hayran ama onu öldürmeyi kafasına koymuş ‘Zero’da etkileyici bir performans sunuyor.

Bruce Lee-Wang Yu filmleri gibi...

Serinin üçüncü filmi, bir sonraki adıma kapı aralayarak sona eriyor. Geride kalan üç adıma baktığımızda 2014 tarihli ilk hamlenin en iyisi olduğu kanaatindeyim. Elden ayaktan çekilmiş kovboyun yeniden silahına sarılmak zorunda kalması gibi klişe bir western temasına dayansa da (ilk olarak akla Eastwood’un ‘Unforgiven’ı geliyor mesela) fikir ve aksiyon oranları daha dengeliydi. Sonraki adımlarda hikâye geriye çekilirken koreografi ve estetize şiddet had safhaya vardı. ‘John Wick 3’te birçok zorlama sahne var ama şurası da bir gerçek, film seyircisinin öyküyü düşünmesine fırsat vermeden aksiyona ilişkin elinde (ve zihninde) ne varsa sıralıyor... Bu filmi (ya da seriyi) kuşkusuz her kuşak kendi sinemasal deneyimleri (ya da hatıralarıyla) ele alacaktır. Örneğin zamane izleyicisi için hemen akla ‘Raid’ gelebilir ama benim için Bruce Lee ya da Wang Yu filmlerinin aşırı modernize ve estetize edilmiş hali gibi...

Son bir tespitle bitirelim: Şimdilerin aksiyon serilerinden ‘Bourne’da güncel siyasi arka plan var, ‘Görevimiz Tehlike’ye daha çok akrobasi hâkim. ‘John Wick’te ise şehirler, ülkeler gerçek ama içinde at koşturulan evren (her şeye karar veren ‘Yüksek Şûra’ yani) hayali ve bütün yük, yakın dövüş sanatlarının üst düzeyde sahnelenmesinde. Bu arada sayanların yalancısıyım, John Wick ilk filmde 76 kişiyi, ikincisinde ise 128 kişiyi öte dünyaya yollamış; bu filmde sayının rahatlıkla 200’e ulaştığını söylemek mümkün sanırım... UĞUR VARDAN (HÜRRİYET/18.05.2019)



Diğer Yazılar