50’NCİ YILA DOĞRU MOĞOLLAR TARİHİNE GİRİŞ
Önümüzdeki yıl, Moğollar’ın 50’nci yılı. Kutlamalar erkenden başladı: Şu anda süren mini Avrupa turnesi, 19 Kasım’da Essen’de sonlanacak. Sonrasında, memleket konserleri başlayacak. “Bulduğunuz yerde yakalayın ve izleyin” gibi bir cümle kurmayacağım çünkü zaten yapılması gereken o!
Bu yazıda 50 yıllık bir hikâyeyi anlatmaya çalışacağım. Memleketin en önemli topluluklarından birinin, Moğollar’ın hikâyesi bu. Şüphesiz tek yazıya sığmayacak. Onun için, buna “giriş” faslı diyeyim, ilerleyen haftalarda kalanını anlatayım. 50’nci yıl turnelerini Avrupa’dan başlatan, yakın zamanda Anadolu’yu karış karış dolaşmaya hazırlanan ihtiyar delikanlılar, her konserlerine ilk günkü heyecanla çıkıyorlar. 1993 yılında verdikleri dönüş konseri sonrasında defalarca bu heyecana tanık oldum, önümüzdeki yıl “daha”sını yaşayacağım için mutluyum.
En başından başlayayım: 1967 yılının sonlarına doğru Selçuk Alagöz Orkestrası’ndan ayrılan Cahit Berkay ve Engin Yörükoğlu, Silüetler ekibinden Murat Ses ve Aziz Azmet’le yan yana gelir, aralarına Hasan Sel katılır ve topluluğun temeli atılır. Öncesine dair çeşitli rivayetler dolanıyor ancak topluluğun kurucu kadrosu bu beş genç. Amaçları, Avrupa’da ünlü olmak. Bunun için, daha ilk 45’liklerinde bizden bir ezgiyi, İngilizce sözlerle seslendiriyorlar: “Eastern Love”. Başta kafaları biraz karışık: İngilizce türkü düzenlemeleri, Fecri Ebcioğlu imzalı “aranjman”lar ve bir kısım uyarlamalar yapıyorlar. Bunların yanına iliştirdikleri bir de beste var: Yahya Kemal Beyatlı’nın şiirinden yaptıkları “Sessiz Gemi”.
Moğollar adı, Hollandalı bir yapımcıdan yadigar. Selçuk Alagöz vasıtasıyla tanıştıkları Orhan Günşiray ve Öztürk Serengil, onlara büyük destek veriyor. Günşıray, Boğaz’daki lokantasını, kapalı olduğu saatlerde prova yapmaları için onlara veriyor; Öztürk Serengil ise sahnede kullanacakları aksesuarları temin ediyor. Başta giydikleri koyun postları ve sahnede kullandıkları gürzler onun koleksiyonundan.
6 Aralık 1967’de Opera Sineması’nda verdikleri konser, dinleyiciyle ilk buluşmaları. Opera Sineması dediğimiz, Bahariye Caddesi’nde bugünkü Opera Pasajı’nın yerinde bulunan lüks salon. As Organizasyon tarafından düzenlenen konseri Arda Uskan takdim ediyor. Moğollar’ın kadroya dahil olmaları, onun sayesinde. Ekip, ilk yarıda Kaygısızlar’ın ardından sahne alıyor ve küçük bir aradan sonra mikrofonu dönemin önemli topluluklarından biri olan Durul Gence 5’e devrediyor. Bu, ilk resmî konser. Sonrasında, enteresan sahne deneyimleri var. Dönemin etkili dergilerinden Diskotek tarafından düzenlenen bir konsere “silindir şapkaları, uzun siyah frakları ile üç keman bir viyolonsel ve bir trompet eşliğinde” çıkan Moğollar, büyük ilgi görüyor. 3 Nisan 1968’de Fitaş sineması’nda düzenlenen konserdeki diğer ekipler, Haramiler ve Kaygısızlar.
İlk solo konser, yine Fitaş Sineması’nda. 19 Ekim 1968 tarihli bu konserde yabancı şarkıların yanı sıra kendi bestelerini de seslendiriyorlar. O yıl katıldıkları Altın Mikrofon Armağanı yarışması sayesinde, isimleri Anadolu’da da duyuluyor. Yarışmada “Ilgaz”ı seslendiriyorlar ve T.P.A.O Orkestrası ile Haramiler’in ardından üçüncü oluyorlar. O yıl yarışan, önüne geçtikleri isimlerden biri, Erkin Koray. Art arda gelen bu hamlelerle, 1968, Moğollar’ın ilk zafer yılı olarak tarihe yazılıyor.
1969, toplulukta ilk eleman değişikliğinin yaşandığı yıl: Şubat ayında Hasan Sel gidiyor ve yerine bugün de sahnede olan Taner Öngür geliyor. Değişimin ardından büyük bir turneye çıkan topluluk, yılı, memleketi adım adım dolaşarak geçiriyor. Öylesine bir dolaşma değil bu: Araştırıyorlar, görüyorlar, öğreniyorlar. Bu, müziklerinde de önemli bir değişime neden oluyor. Pek çok derleme yapıyorlar ve çıkınlarına yerleştirdikleri yeni ezgilerle İstanbul’a dönüyorlar. Sonrası, o günlerde moda olan müziğe adını verecek hamle ama ona geçmeden önce, Taner Öngür’den dinlediğim küçük bir anıyı (affına sığınarak onun sözleriyle ama hatırladığım kadarıyla) aktarayım: “Gittiğimiz yerlerde bize il yıllıkları hediye ediyorlardı. Kimilerinde o ilin meşhur türkülerine ait notalar oluyordu. Notaların olduğu sayfaları alıyor, yıllıkları bırakıyorduk.”
Bu merak önemli zira Moğollar’ın kafa karışıklığını gideriyor. Yine sözü Taner Öngür’e bırakayım ve efsane dergi Roll’un Nisan 1998 tarihli 18’inci sayısında söylediklerini alıntılayayım: “İlk çıkıldığında postlar, uzun saç sakallar filan vardı. Ve İngilizceydi repertuar. O dönemde tabii biraz tepki çekti. Halkla daha iyi ilişki kurabilmek için sonra saçlar kesildi, smokin gibi şeyler giyildi, repertuara bir-iki piyasa parçası da eklendi. Onun sonucunda hepimiz bu saçma oyundan sıkıldık, ‘biz bu değiliz ki’ demeye başladık. İşte ondan sonra ‘Dağ ve Çocuk’, ‘Garip Çoban’ gibi şarkılarla, geleneksel kıyafetlerle Anadolu pop dönemi başladı.”
O tarihlerde basılmış bir konser broşürünün üzerinde, bu beyanı destekleyen ifadelerle karşılaşıyoruz… Moğollar, yapmak istediklerini şöyle özetlemiş: “Sayın müzikseverler, biz, Moğollar, gösterdiğiniz yakın alâkaya çok teşekkür ederiz. Bildiğiniz gibi biz Türkiye’de ilk defa kendi besteleri ile isim yapmış bir grubuz. Kendi bestelerimizi çalmak dışında Türk popüler müziğine birtakım yenilikler getirdik. Bu yenilikler, bestelerimizde temel olarak Anadolu müziğini kullanmamız, saz, yaylı tambur, argun ve zurnaya yaptığımız bestelerde yer vermemiz ve bu bestelerden müteşekkil bir repertuarla solo konserimizi ve beste konserimizi vermemizdir.”
Bir alıntı da 3 Nisan 1969 tarihli Hayat dergisinden… Moğollar’ı, “Türkiye’de kendilerine ait modern besteleri ile ün yapan yegâne topluluk” olarak tanımlayan yazıda, şu ifadelere yer veriliyor: “Anadolu halkının düşünce tarzı, aşkı, Moğollar için Batı’daki örneklerinden çok daha önemli. Mesela bir Aşık Veysel’in, bir Aşık Mahzuni’nin, Batı’da milyonların tuttuğu Bob Dylan’dan hiç farkı yok… Moğollar’ı tükenmez bir yenilik kaynağı olarak görmek mümkün. İlk defa bir Batı müziği konserinde halk sazlarını kullananlar, onlar. Sahnelerimize ilk defa eğitici amaçla izahlı ve bölümlü solo konser düzeni getirenler, yine onlar. Bunu tatbik ederek kazandıkları başarı ile, diğer ünlü orkestraları da aynı yola itmişlerdir.”
Moğollar, turne sonrasında memleket müzik tarihine geçen bir hamle yapıyor ve bu türe adını veriyor: Anadolu-pop. Adı ilk telaffuz eden, Taner Öngür. Mart 1970’te, seçimlerinin nedenini ve amaçlarını şöyle açıklıyor: “…ispatlamak istediğimiz, halk müziğimizin çok sesli bir ruha sahip olması. Ayrıca folklorumuzla pop müziğin birbirine olan yakınlığı… Geri kalmış popüler müziğimizin ileri teknik ve zengin folklorumuzla birleşmesiyle bir kişilik kazanması. Anadolu-pop’ta gaye, ileri teknikle zengin folk öğelerini birleştirmek…”
Temmuz 1970, topluluğun solisti Aziz Azmet’in Moğollar’dan ayrıldığı tarih. Solist sıkıntısı ortaya çıktığından, arayışlarını sürdürürken enstrümantal çalışmalara imza atıyorlar. Barış Manço, Selda, Ersen ve Cem Karaca, ‘70’li yılların ilk yarısında birlikte çalıştıkları isimler ancak hiçbiriyle kalıcı bir beraberlik kurulamıyor. 1970 yılının Ağustos ayında Paris’e giden Moğollar, CBS firması ile üç yıllık bir anlaşma imzalıyor. Oradaki ilk 45’likleri, “Behind the Dark / Hitchin”. Plak hakkında yayımlanan eleştirilerden birinde şöyle bir ifade var: “Pikabınızın kolunu plağın üstüne koyup dinlemeye başladığınız anda Doğu’dan gelen bir grubun varlığını anlayacaksınız. Moğollar, bir çeşit sitar olan bağlamayı pop müziğine iyi uygulamaları ile dikkati çekiyor. Öğütleyebileceğimiz tek şey, yalnızca Türklerin bildiği bu ritmin akışına, sihrine kendinizi bırakmanız.”
Sonrasında büyük bir başarı var: Fransa’da yaptıkları “Danses et Rythmes de la Turquie-D’hier à Aujourd’hui” adlı albüm, ertesi yıl Charles Cros Akademisi ödülünü kazanıyor. Hürriyet, bu başarıyı, 17 Mart 1971 tarihinde tam sayfa verdikleri bir haberle duyuruyor: “Moğollar’ın davul ve zurna ile doldurduğu plak Akademi armağanı aldı.” Gazetenin Moğollar’ı tarifi enteresan: “Dario Moreno’dan sonra ilk defa yüzümüzü ak çıkaran yegâne müzik topluluğu…” Albümün Türkiye’de “Anadolu Pop” adıyla basıldığını ve büyük ilgi gördüğünü sözlerime ekleyeyim.
Bu başarının topluluğa uğurlu geldiği söylenemez. Murat Ses ve Engin Yörükoğlu, art arda Moğollar’dan ayrılıyor. Davula Ayzer Danga geçerken klavyeli çalgılar Turhan Yükseler’le takviye ediliyor. Ancak memleketteki değişim, Taner Öngür’ün Ersen ve Cem Karaca ile yaptığı çalışmalar, topluluğun sonu oluyor. Fransa’ya giden ve orada Engin Yörükoğlu ile yeniden buluşan Cahit Berkay, bir süre Moğollar ismini canlı tutsa da kaçınılmaz son geliyor: Moğollar, 1976’da dağılıyor. Arada yapılan iki albüm, o günlerden bize kalan. “Hitit Sun” adıyla yayımlanan, memlekette “Düm Tek” olarak bilinen albüm, topluluğun o zamandan bugüne kalan etkileyici çalışmalarından.
Moğollar’ın ikinci dönemi, 31 Mayıs 1993’te Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda verdikleri büyük bir konserle başlıyor. Öncesinde, LeMan çizerlerinden Kaan Ertem tarafından başlatılan bir imza kampanyası var. “Moğollar tekrar bir araya gelsin” çağrısıyla başlayan kampanya sırasında toplanan 4 binin üzerinde imza, Cahit Berkay, Taner Öngür ve Engin Yörükoğlu’nu yeniden bir araya getiriyor. Yanlarına genç müzisyen Serhat Ersöz’ü alan “ekip”, hızla çalışmaya koyuluyor ve art arda albümlerle karşımıza çıkıyor: “Moğollar94”, “Dört Renk”, “30.yıl”, “1968 -2000”, “Yürüdük Durmadan” ve “Umut Yolunu Bulur”, 2008’de 40’ıncı yıllarını kutlayan topluluğun ikinci döneminde diskografiye eklenenler. 23 Nisan 2010’da aramızdan ayrılan Engin Yörükoğlu, bagetlerini sağlığında Utku Ünal’a teslim ediyor, o da bayrağı şu anda toplulukla birlikte çalan Kemal Küçükbakkal’a devrediyor. Yıllarca dört kişi olarak sahneye çıkan Moğollar’a katılan beşinci isim, Emrah Karaca.
İlk dönemlerini arayışla geçiren ve geldikleri noktada sadece Türkiye’de değil Avrupa’da da başarı kazanan Moğollar, ikinci dönemlerinde sağlam adımlarla yürüyor. Yazının başında söyledim: Dönüş konserleri dahil pek çok konserde onlarla birlikte oldum, zaman zaman öncesinde ve sonrasında sahne aldım. Birlikte yaptığımız turneler, şu dünyadaki en büyük şansım belki de. Serhat, Emrah ve Kemal’in ilk konserlerine şahit oldum; Edirne’den Adana’ya, Ankara’dan İzmir’e pek çok yerde onları dinledim. 40’ıncı yıl turnesinin ilk ayağında Eskişehir, Bursa ve Gönen’de verdikleri konserleri Radikal adına izlemiş, izlenimlerimi aktarmıştım. O yazının son paragrafı şöyleydi: “Moğollar, dile kolay, 40 yıldır ayakta. Bunun sırrına turnede vâkıf oluyoruz. Mekân ne olursa olsun, her konser öncesinde yaşananlar aynı: Heyecan had safhada, dinleyicinin alakası merak ediliyor, repertuvar bir kere daha gözden geçiriliyor. Sonrası başka âlem: Konser bitiyor ama muhabbet bitmiyor. Kuliste kısa bir dinlenmenin ardından yeniden mekâna dönülüyor ve dinleyicilerle sohbet faslı başlıyor.
Gönen sokaklarında yürürken genç bir çocuğun sözleri bizi güldürüyor ama gerçek payı çok yüksek: ‘Aaa, Moğollar da bizim gibi insanmış!’ 40 yıldır ayakta olmanın sırrı galiba bu sözde gizli…”
Moğollar, 40 yılın üzerine bir on yıl daha koydu. Önümüzdeki yıl, topluluğun 50’nci yılı. Kutlamalar erkenden başladı: Şu anda süren mini Avrupa turnesi, 19 Kasım’da Essen’de sonlanacak. Sonrasında, memleket konserleri başlayacak. “Bulduğunuz yerde yakalayın ve izleyin” gibi bir cümle kurmayacağım çünkü zaten yapılması gereken o: 50’nci yılını büyük coşkuyla kutlayan topluluğun bu coşkusuna şahit olmak, yaşanabilecek en güzel şey belki de. Başta söyledim ya, satırlara sığmayacak bir hikâye bu. Uzun ve heyecanlı. İlk etabını anlattım, ikinci etabını bir başka yazıda anlatırım. MURAT MERİÇ (gazeteduvar.com.tr)