Konuk Yazar

YİNE BİR 'DEVLER LİGİ' ARENASI...

03 Haziran 2019 Pazartesi 07:28
YİNE BİR 'DEVLER LİGİ' ARENASI...

Önce işin çıkan kısmının özetine bakalım: Japonlar, Hiroşima ve Nagazaki’deki sosyal, fiziki ve ruhi çöküşün ardından kim bilir belki acılarına unutmak, belki de bu acıyı böylesi bir yolla simgeleştirmek adına sinema perdesi üzerinden bir büyük yaratığı sürdüler sahaya... 1954’te çekilen, Ishiro Honda imzalı filmle ilk kez ortaya çıkan ‘Godzilla’, Bikini Adası’nda yapılan nükleer denemelerde formunu değiştirmiş (ya da bulmuş), ağzından ateş çıkan bir canlıydı. Kertenkeleyle dinozor arası bir görüntüye sahip bu yaratık, seyirci tarafından çok sevildi ve ilk adımın ardından defalarca salonlara uğradı. Aslında o, bir bakıma ‘Uzakdoğu sineması’nın King Kong’a cevabı da sayılırdı. Kimi maceralarında tek başına, kimilerinde de bambaşka ‘mutant’larla boy gösterdi sinema perdesinde. İsmi, Japonca karşılığı ‘Gorira’ (Goril) ve ‘Kujira’ (Balina) kelimelerinin karışımından türetilmişti ve ‘Gojira’ diye okunuyordu.

‘Bu dünya zaten onlarındı’...

Malum, sinema gelişen teknolojiyle olan flörtüyle birlikte artık bambaşka noktalara evrilmiş durumda. İşin içine sermayenin ulusal kimliklerden bağımsız yüzergezerliği (ki bu kapitalizmin temel düsturudur) de eklenince, geçmişin Japon sinema figürünün Amerikan filmlerinde yeniden doğmasına şaşırmamak gerekiyor. Nitekim Hollywood 1998’de, Alman kökenli yönetmen Roland Emmerich imzalı bir yapımla Godzilla’yı yeniden hatırlatmıştı. Daha önce de yazdım, filmin fragmanı bence bütün zamanların en iyilerindendi. Yaklaşık 16 yıl sonra 2014’te, yine Amerikan sineması eliyle yeni bir ‘Godzilla’ izlemiştik. Yönetmen koltuğuna bu kez Gareth Edwards geçmiş ve film bize Godzilla’nın yanı sıra başka yaratıkların dahil olduğu bir ‘Devler arenası’ sunmuş, izlediğimiz görüntüler belli noktalarda ‘Transformers’ serisi tadına ulaşmıştı. Edwards’ın yapıtına ilişkin “Eğlenceli bir oyuncak” tanımlamasında bulunduğumu hatırlıyorum.

Bu hafta, bir tür devam film ambalajıyla yeni bir ‘Godzilla’ macerası izliyoruz. Huzurlarımıza gelen yapımın ismi ‘Godzilla II: Canavarlar Kralı’ (‘Godzilla: King of the Monsters’). Yönetmen koltuğuna bu kez daha çok senaryolarıyla (‘X-Men 2’, ‘Superman Returns’) tanınan Michael Dougherty (iki de uzun metrajı var) oturmuş. Senaryosunu Dougherty’nin yanı sıra Zach Shields ve Max Borenstein’ın kaleme aldığı yapımda önceki adımın izleri sürülüyor. Devletler, Godzilla ve benzeri devasa yaratıkların yok edilmesi yolunda projeler üretirken 2014 yılındaki filmden hatırladığımız Japon bilim insanı Dr. Ishiro Serizawa (en akılda kalıcı cümlesi “Biz ona Gojira deriz”di) ve asistanı Vivienne Graham, meseleye ‘evrimsel’ bakıyorlar ve “Bu dünya zaten onlarındı, insanlık olarak gezegenin gidişatına sonradan dahil olduk ve ortalığı karıştırdık” görüşünü ileri sürüyorlar. Bu kez öyküde ilk filmdeki bilimsel ‘Brody ailesi’ yerine Russell’ları izliyoruz: San Francisco’daki tahribatın yollarını ayırdığı Dr. Emma ve eski kocası Mark’la birlikte kızları Madison... Emma, sisteme çalışan Monarch şirketi çatısı altında dev bir güveye benzeyen Monhra’yı üretirken devreye ekolojik terörist Albay Jonah Alan giriyor ve tuhaf bir denklem oluşuyor. Dr. Emma, bütün devasa mahlukları birbirine kırdırarak genel bir temizlik fikrinin peşine düşüyor. Bu denklemde arada bazı insanların ölmesi de doğal karşılanıyor. Derken yeniden ortaya çıkan Godzilla ve Monhra aynı safta, üç başlı ejderha benzeri Ghidorah’yla tarihöncesi kanatlı yaratık Rodan’a karşı tarafta mücadele veriyor.

‘Godzilla vs. King Kong’ yolda

Bu tür yapımlarda öykü, genellikle aksiyonlar arası geçişte bağlayıcı unsurdur. Lakin ‘Godzilla II: Canavarlar Kralı’ndaki öykü fazla saçma duruyor. Bazı bölümlerde ‘ne oluyor, ne bitiyor’, pek anlamak mümkün değil. Ortaya çıkan onca yaratığın açıklaması ise gezegenin dibindeki birtakım labirentlerde yaşadıkları ve gerektiğinde yüzeye çıkmaları... Ayrıca eski efsanelerle ve söylencelerle bağlantı meselesi de zorlama olmuş. Çevreci mesajlar olumlu ama az-biraz yama gibi duruyor. Öyküyü bir tarafa bırakıp aksiyon sahnelerine baktığımızda da mesela ne 1998’deki (Emmerich’in filminde özellikle Brooklyn Köprüsü sahneleri çok iyiydi), ne de 2014’teki yapımlardakine (burada da Honolulu’da geçen ‘tsunami’ sahneleri, Golden Gate’teki kapışma bölümleri ve Godzilla’nın suları yardığı anlar kayda değerdi) benzer, belli ölçülerde heyecan yaratan, görsel açıdan etkileyici görüntülere ve sekanslara da pek rastlayamıyoruz.

Sonuçta ‘Godzilla II: Canavarlar Kralı’, Japon kökenli sinema mitinin, Amerikan yapımı filmler serisindeki en vasat örneği olmuş. “Önümüzdeki maçlara bakalım” derken 2020’de ‘Godzilla vs. King Kong’u izleyeceğimizi de duyurmuş olalım... UĞUR VARDAN (HÜRRİYET/ 01.06.2019)



Diğer Yazılar