'KANLI' BİR BLUES ŞÖLENİ...
.jpg)
Yıl 1932, Mississippi’de kırsal bir bölge; Clarksdale... Elinde kırık bir gitarla kiliseye yönelen bir genç, Sammie Moore vaftizci babasının ayinine gidiyor ve kısa bir hesaplaşma yaşanıyor. Derken zaman bir gün öncesine taşınıyor. Yedi yıldır Şikago’da kendilerine (yasadışı yollardan) bir gelecek arayan ikizler, Smoke ve Stack artık memleketlerine geri dönmüştür. Kuzenleri Sammie’yi de yanlarına alarak yeni bir projeyi hayata geçirmek için hamle yaparlar. İçkili, dansın ve blues müziğin hâkim olacağı bir kulübü hemen o gece açmak niyetindelerdir. Smoke ruhani güçlerle haşır neşir olan eski sevgilisi Annie’yi davet eder mekânına. Sanatını sokaklarda icra eden blues şarkıcısı Delta Slim de sahneye çıkacaktır kulüpte. Servis ve hizmet için de Çinli bakkal Bo Chow ve karısı Grace’ten belli bir bedel karşılığı yardım isterler... Stack’ın eski gözdesi Mary ve Sammie’ye umut veren şarkıcı Pearline da konuklar arasındadır. Her şey güzel başlar; şarkılar söylenir, danslar edilir, aşklar tazelenir ama derken kapıda üç beyaz belirir ve işin rengi değişir...
‘Rocky’ serisine yeni bir halka ekleyen ‘Creed’e ve Marvel’ın solo olarak sahaya sürdüğü Afrikalı süper kahraman ‘Black Panther’ın beyazperdedeki iki serüvenine imza atan Ryan Coogler’ın, konusunu yukarıda özetlediğim son çalışması ‘Günahkârlar’ (Sinners) tuhaf bir denklemin ifadesi. Yakın geçmişteki popüler rotasını terk eden siyah yönetmen bu yeni adımında anaakım sineması içinde son derece katmanlı bir yapıta imza atmış. Söz konusu yapım siyahların eğlence dünyasında geziniyor gibi yapıyor, Şikago’nun çetelerle örülü ortamında kazandıkları deneyimin ardından para kazanıp rahat yaşamak isteyen ikiz karakterler öncülüğünde seyircisine müzik dolu bir öykü vaat ederek başlıyor. Lakin ‘Günahkârlar’ Smoke ve Stack ikilisinin ‘Blues Kardeşler’ misali takımı toparlama ve sahaya çıkma aşamalarında turladıktan sonra asıl rengini belli ediyor. İrlanda ezgileri eşliğinde kulübün kapısını çalan Remmick’le birlikte öykü yatağını değiştiriyor ve bir ‘vampir filmi’ne kapı aralanıyor.
‘ISIRILAN’ ÖBÜR TARAFA GEÇER
Bu türün klişelerini bilirsiniz, çocukluğumuzdaki ‘yakantop’ oyununda olduğu gibi yanan (yani ‘ısırılan’) öbür tarafa geçer ve rakip (düşman) kimliği kazanır. Burada da Remmick ve daha önce onun ısırıp safına kattığı Joan ve Bert çiftinden oluşan ‘üçlü’, kulüpten çıkanı ‘sobeleyerek’ vampire dönüştürüyor ve koca bir topluluk mekânda kalan az sayıda insanı da ısırmak için saldırıp duruyor... Vampirlerden korunmak için en önemli savunma unsurlarından biri olan sarımsak ve onları yok etme yolundaki en garantili yol olan göğüslerine kazık çakmak devreye girse de asıl kurtuluşu sağlayan güneşin doğma vakti, kalanlar için umudun ta kendisine dönüşüyor. Gün yavaş yavaş ışırken kayıplar listesi de oldukça kabarıyor.
‘Günahkârlar’ı dönem havası ve genel atmosferi itibariyle ‘The Color Purple’ (Yön: Steven Spielberg) ya da ‘The Thing’ (Yön: John Carpenter) gibi yapımlara da benzetenler var ama asıl adres sanırım ‘Günbatımından Şafağa’ (From Dust Till Down) olsa gerek. Hatırlanacağı gibi Robert Rodriguez’in George Clooney, Salma Hayek, Quentin Tarantino, Harvey Keitel gibi isimlerden oluşan kadroya sahip yapıtı bir ‘yol filmi’ edasında ilerlerken birdenbire vampirler hattına kayıyor ve bambaşka bir şekle bürünüyordu. Ryan Coogler’ın çalışması da pamuk tarlaları arasında siyahların dramı gibi meseleler arasından sıyrılıp benzer şekilde ‘ısıranların ve ısırılanların evreni’ne dahil oluyor.
Vampir meselesi bilindiği gibi birçok metaforu beraberinde getirir. ‘Günahkârlar’ da bu hatta yeni çentik ekliyor ve Ku Klux Klan’ın izlerinin hâlâ hissedildiği bir dönem profili içinde vampirleri siyahların o güzelim partisini engellemek isteyen ırkçı beyaz kültürün unsurları arasında gösteriyor. Bu yanıyla Ryan Coogler’ın yapıtı, Jordan Peele’ın dünyasını da hatırlatıyor. ‘Kapan’ (Get Out), ‘Biz’ (Us) ve ‘Hayır’ (Nope) gibi çalışmalarıyla Peele korku-gerilim sineması dahilinde siyahların tarihsel, siyasi ve sosyolojik meselelerini de perdeye taşıyordu. Ama bu üç filme kıyasla ‘Günahkârlar’ın daha derin, daha etkileyici bir yapıya ve daha iyi bir sinemasal ifadeye sahip olduğunu düşünüyorum.
Smoke ve Stack’a hayat veren Michael B. Jordan kuşkusuz filmi sürükleyen en önemli mihenk taşlarından. Ryan Coogler’la beşinci kez çalışan aktör, iki ayrı karaktere zıt özellikler üzerinden dokunuşlarda bulunuyor. ‘Vaftizoğlan’ (Preacher Boy) lakaplı Sammie’de Miles Caton muhteşem oynuyor. Özellikle ‘I Lied to You’ şarkısını seslendirdiği bölümde çok iyiydi. Kulüpte şarkı eşliğinde dans edilirken adeta zaman atlaması yapılarak günümüzden unsurların (hip-hopçular mesela) pistte olması, Çinli dansçılara rastlamamız bence filmin doruk noktalarındandı. Mızıka ve piyano ustası blues müzisyeni Delta Slim’de Delroy Lindo çok iyiydi. Keza Annie’de Wunmi Mosaku, Mary’de Hailee Steinfeld ve Pearline’da Jayme Lawson da çok iyiydiler. Filmi daha klas hale getiren diğer unsurların başında görüntü yönetmeni Autumn Durald Arkapaw’ın enfes kadrajları ve Ludwig Göransson’un çarpıcı müziği geliyor.
FİLMİN SONU SÜRPRİZLİ
Diyalogları arasında Delta Slim’in “Beyazlar blues’u seviyor, onu yapanları sevmiyor” türü teşhisler olan ‘Günahkârlar’ yılın en kayda değer yapımlarından biri. Yönetmeni Ryan Coogler’ın ilham kaynağı olarak Stephen King’in 1975 tarihli romanı ‘Salem’s Lot’u (Bizde ‘Korku Ağı’ ismiyle yayımlandı) gösterdiği filmin sonu Marvel yapımları gibi uzun bir sekansla sona eriyor ve burada efsanevi blues gitaristi ve şarkıcısı Buddy Guy’ı da izliyoruz. Velhasıl bu enfes müzikli, sosyolojik dokunuşlara sahip vampir filmini kaçırmayın derim.
UĞUR VARDAN (HÜRRİYET/19.04.2025)