YAKARSA DÜNYAYI 'JOKER' YAKAR
Arthur Fleck, hayatını küçük çaplı işlerde palyaçoluk yaparak kazanır. İdeali stand-up komedyeni olmaktır... Ama el attığı her işte başarısızdır. Üstelik hayat, üzerine üzerine gelmektedir. Sokaklardaki şiddet, sürekli kapısını çalar... Lakin bu düşmüş ve tutanamayan adamın da bir sınırı vardır; bir gece metroda o sınırı aşar... Artık çizgiyi geçmiş ve tuhaf bir biçimde de ezilenlerin ‘rol modeli’ olmuştur.
Eylül başında gerçekleştirilen Venedik Film Festivali’nden ‘En İyi Film’e verilen ‘Altın Aslan’la dönen ‘Joker’, çok geçmeden salonlarımıza uğruyor. Todd Phillips’in yönettiği yapım, Batman’in ezeli rakibinin köklerinde dolaşıyor. Bu hamle bir başka deyişle Christopher Nolan’ın ‘Kara Şövalye’de (‘The Dark Knight’) restore ettiği ve bir anlamda ‘kötülük güzellemesi’ne soyunduğu adımın hem devamı hem de öncüsü konumunda. Yedi farklı ilaç alarak hayata tutunan, periyodik olarak gittiği bir uzmandan psikolojik destek alarak yoluna devam etmeye çalışan, birlikte yaşadığı annesinden başka bir yakını olmayan, işyerinde de arkadaşları tarafından aşağılanan Arthur, zaten yeterince tehlikeli sularda yüzerken nihayetinde daha uzaklara açılıyor ve kendisini orada tanımlıyor. Bir noktadan sonra var olmanın yolu şiddetten geçiyor. ‘İlk günah’ı işlemesinin ardından da sonrakiler onun için çok kolay oluyor.
Scorsese’ye selam olsun...
Yönetmen Phillips’in Scott Silver’la birlikle kaleme aldığı senaryodan çekilen yapım, öyküsünü 80’lerin Gotham City’sinde (mesela sinemalarda 1981 yapımı iki film; ‘Blow Out’ ve ‘Zorro: The Gay Blade’ gösterilmektedir) kursa da çizilen şehir profili New York’a yakın düşüyor: Çöplerden geçilmeyen caddeler, sokakları istila etmiş ‘süper’ fareler derken bir yandan da yaklaşan seçimlere ilişkin faaliyetler... Arthur’un hasta annesi Penny ise günlerini televizyon karşısında tüketirken sürekli olarak emektar komedyen Murray Franklin’in programını izlemekte, arada da ekranda rastladığı -Amerikalı bir eleştirmenin yazısında vurguladığı gibi ‘Trumpvari’- belediye başkan adayı Thomas Wayne’e (tabii ki kendisi Bruce Wayne’in, yani ‘Batman’in babasıdır) odaklanmaktadır. Öte yandan komedyen Franklin, Arthur için de bir umut kapısıdır; bir şekilde programa çıkıp kendisini gösterse ‘yırtacağını’ ve şöhrete uzanacağını düşünür... Bu arada asansörde tanıştığı ve ona sıcak davranan Sophie de sığınılacak yeni bir liman görünümündedir...
Daha çok ‘The Hangover’ serisiyle tanınan Todd Phillips, ‘Joker’de atmosfer bazında 70’lerle 80’ler başına uzanırken sadece giyimiyle kuşamıyla ya da kent dokusuyla nostaljik bir filme imza atmamış, aynı zamanda sinemasal referanslarını da geçmişten örneklerle süslemiş. ‘Joker’in ana arterlerinde öncelikle Scorsese klasikleri ‘Taxi Driver’ (1976) ve ‘The King of Comedy’ye (1982) rastlıyoruz. Bu iki yapıtın başrol oyuncusu Robert De Niro’yu komedyen Franklin Murray’de izlemek de bu genel gönderme zincirinin en belirgin halkası gibi duruyor. Öte yandan Arthur Fleck, Hitchcock’un ünlü klasiği ‘Sapık’ın (‘Psycho’) ana karakteri Norman Bates’in adeta sokağa çıkmış hali... Canlı yayındaki dehşet, Sidney Lumet başyapıtlarından ‘Network’ü (‘Şebeke’ adıyla oynamıştı), sokaklardaki maskeli isyancılar da elbette ‘V for Vendetta’yı hatırlatıyor. Ee, tabii bir de özel bir gösteride Arthur’un da izlediği Chaplin’in ‘Modern Zamanlar’ı var... Bütün bu göndermeler ‘Joker’i özellikle eski kuşak izleyici için fazlasıyla cazibeli bir filme dönüştürüyor.
Medeniyet ölmüş!
Todd Phillips’in yapıtını belli kuşaklarla değil bütün kuşaklarla buluşturan unsurların başında ise Joaquin Phoenix’in ışıltılı performansı geliyor. Malum, Amerikalı aktör ‘arızalı’ karakterlere (‘The Master’, ‘You Were Never Really Here’ vs.) hayat vermeyi çok sever; Arthur Fleck onun açısından kariyerinin ‘şahika’sı olmuş. Kuşkusuz canlandırdığı kişilik Pheonix’e, oyunculuk gösterisini yukarılara çekecek avantajlar sunmuş ama yine de karakterine özel bir doku ve tat kattığı kesin... Daha şimdiden önümüzdeki Oscar’ların ‘En İyi Erkek Oyuncu’ kategorisindeki açık ara favorisi, hatta “Beklemeyelim, hemen verelim gitsin” yorumunda bulunanlar bile var!
‘Joker’, Venedik’teki gösterimin ardından çok beğenildi, el üstünde tutuldu; hem jüri hem de birçok eleştirmen tarafından. Çoklarınca da ‘Başyapıt’ ilan edildi. Benzer hava içeriye de hâkim. Lakin naçizane bendeniz aynı kanıda değilim. Nolan’ın ‘The Dark Knight’ta entelektüalize ederek felsefi boyutlarla donattığı ‘Joker’, Phillips’in yapıtında da benzer şekilde yer yer sosyolojik okumalar eşliğinde huzurlarımıza geliyor. Fakat film sanki karakterinin cazibesine ve şiddete olan düşkünlüğüne kendisini fazlasıyla kaptırmış gibi. Görünen o ki Arthur Fleck’in sınırlarda gezinen kişiliğinin cazibesi, politik reflekslerden uzak, içi doldurulmamış anarşizmi her şeyin önüne geçmiş. Filmin bizi getirdiği yerdeki mesaj çok açık: “Var olmanın yolu şiddetten geçer.” Bu da meseleyi bıçak sırtı bir yere taşımıyor mu? Ayrıca Arthur’un başkaldırırken gerekçelerinden biri, “Herkes birbirine bağırıyor, artık kimse medeni değil”. Ee, bu durumda silaha mı sarılmak gerekiyor?
Toparlarsak ‘Joker’ seyir zevki yüksek bir film. Işıltılı, ilgi çekici, parlak ama öte yandan düşünsel anlamda taşıyamayacağı yüklerin altında geziniyor. Todd Phillips, kim bilir ‘Hangover’ serisinin kendisine yüklediği ‘yakın eş-dost komedilerinin yönetmeni’ sıfatından sıkılıp ‘büyümek’ istemiş. Lakin filmi göndermede bulunduğu eski klasiklerin içerik anlamındaki dolululuğundan ne yazık ki uzak. Velhasıl tam anlamıyla büyüdüğünü söyleyemeyiz; en azından ben o kanıdayım. Son olarak sevdiğim sinema yazarlarından Ryan Gilbey’nin (New Statesman’da yazıyor) yorumunu aktarayım: “Joaquin Phoenix’in performansı, filmi olduğundan daha iyi gösteriyor.”
‘Joker’in göndermede bulunduğu ‘Taxi Driver’ ve ‘The King of Comedy’ gibi klasiklerin oyuncusu Robert de Niro, filmde emektar komedyen Murray Franklin’i canlandırıyor.
Yolu ‘Joker’den geçenler...
Sinema tarihinde ‘Joker’ karakterini Joaquin Phoenix’ten önce bugüne kadar dört aktör canlandırdı. İlk Joker, 1966 tarihli ‘Batman: The Movie’de karşımıza gelen Cesar Romero’ydu. Daha sonra 1989 tarihli ve Tim Burton imzalı ‘Batman’de bu karakteri Jack Nicholson canlandırdı. Christopher Nolan’ın 2008’de çektiği ‘Kara Şövalye’de ‘Joker’e ‘rahmetli’ Heath Ledger hayat vermişti. 2016 yapımı ‘Suicide Squad’da bu kez Joker’ rolünde Jared Leto’yu izlemiştik. Bir not daha düşmeli: 2016 tarihli ‘Batman: The Killing Joke’ adlı animasyonda Joker’i Mark Hamill (namı diğer Luke Sykwalker) seslendirmişti. UĞUR VARDAN (HÜRRİYET/0510.2019)