Konuk Yazar

TARANTINO YİNE 'ALTERNATİF' TARİH YAZIYOR

26 Ağustos 2019 Pazartesi 08:50
TARANTINO YİNE 'ALTERNATİF' TARİH YAZIYOR

Nasıl bir tanımlama daha doğru ifadeler içerirdi bilemiyorum ama Quentin Tarantino’nun son çalışması “Bir Zamanlar Hollywood’da” (‘Once Upon a Time in... Hollywood’), nostaljik bir kara komedi ve yer yer de gerilim unsurları taşıyor... 1969’da geçen filmin öyküsü Los Angeles’ı mekân tutmuş, bir türlü ‘Süper Lig’e çıkamamış, kimi TV dizileri ve filmlerle anılarda yer etmiş, hâlâ sistemde tutunmaya çalışan orta yaşlı alkolik bir aktörle (Rick Dalton) onun her türlü işine koşan dublörü (Cliff Booth) etrafında biçimleniyor. Tarantino, bu iki ana karakter üzerinden perdeye taşıdığı ‘erkek dostluğu’ hikâyesi üzerinden geçmiş zaman Holly-
wood’una, sektörün iç dinamiklerine, oyuncular arası rekabete, her dönemin olmazsa olmazı çılgın partilere göz atarken aynı zamanda 60’ların sonunun ışıltılı çifti Roman Polanski-Sharon Tate ilişkisi vasıtasıyla da tarihsel hatırlatmalara uzanıyor...

Rick Dalton, popülerliği daha çok ‘Bounty Law’ adlı western dizisine dayalı bir aktör. Kariyeri düşmeye başladığında yapımcı Marvin Schwarz devreye giriyor ve kurtuluş reçetesi olarak ‘Spaghetti Western’lerde oynamasını öneriyor. Dalton, bir ara ‘Lancer’ adlı filmde ‘her zaman olduğu gibi’ kötü adam karakterini canlandırarak soluklansa da nihayetinde ‘Çizme’ye uzanmak zorunda kalıyor. Elbette her daim yanında sağ kolu konumundaki Cliff Booth’u da taşıyarak...

Sergio Corbucci sevgisi...

Tarantino, filmin ana arterini bu eksen üzerine kurarken aktörün oturduğu Cileo Dr.’daki komşusu Polanski üzerinden de hikâyeye yeni bir hat ekliyor. Bu arada Booth, bir boş gününde LA sokaklarında turlarken daha önceden yüzüne aşina olduğu otostopçu bir hippi kızı arabasına alarak, onu yaşadığı Spahn Çiftliği’ne bırakıyor. Bu ‘zoraki ziyaret’, öykünün katmanları arasındaki ilişkiyi sonradan güçlendirecek bir bağa kapı aralıyor...

“Bir Zamanlar Hollywood’da”, Tarantino’nun o çok iyi bilinen tavrının, yani geçmişin sinemasına özleminin ve sevgisinin ifade anlarıyla dolu: ‘Bounty Law’ dizisi, set ortamları, yapımcı-prodüksiyon amiri tiplemeleri (Schwarz’ın yanı sıra Kurt Russell’ın canlandırdığı Randy örneğin), dönemin ünlü aktörleri (Steve McQueen mesela), zaman zaman filmlerine esin kaynağı olan ‘Sergio Corbucci sineması’na saygı duruşu gibi... Öte yandan yönetmenin alameti farikası niteliğindeki uzun ve soluksuz diyaloglar bu kez karşımıza pek çıkmıyor. Bu meselenin filmdeki en önemli adresi ‘Lancer’ın çekimleri sırasında Dalton’ın sekiz yaşındaki Trudi’yle muhabbet ettiği sekansta kıyıya vuruyor. Minik oyuncu Julia Butters’ın döktürdüğü bu sahneler, filmin en iyi bölümlerinden. Keza Cliff Booth’un Spahn Çiftliği’ne gidip eski dostu olan mekânın sahibi George Spahn’la görüşmek istediği bölüm de, “Bir Zamanlar Hollywood’da”yı ‘tarikat filmleri’ kategorisi’yle buluşturuyor adeta.

Bruce Lee’ye bu yapılır mı?

Lakin Tarantino’nun fazla acımasız davrandığı kısımlar da var kuşkusuz. Sharon Tate’in rol aldığı Matt Helm’in ‘The Wrecking Crew’ filmindeki aksiyon sahneleri için yardımcı olan Bruce Lee’ye çizdiği tipleme mesela. Efsanevi dövüş ustasına Booth’tan dayak yedirmenin nasıl bir esprisi ya da zekice yanı olabilir ki? Üstelik bu nefret niye? Ya da Tate’in kocasına armağan etmek üzere Thomas Hardy’nin bir romanını (‘Tess of the d’Urbervilles’) almaya gittiğinde, bir sinema salonuna girip kendi filmini izleme sekansı. Burada da Tate’i ‘aptal sarışın’vari göstermedeki ısrarlı çaba, bana pek manalı gelmedi. (Doğrusu ben “Ama bütün bunlar kurgu” diyerek işin içinden sıyrılmayı da kabul edemem!)

Galiba asıl büyük resimdeki problem şu: Tarantino, malum sinemayla yatıp kalkan biri ve bugüne kadar kendi zevklerine, beğenilerine, değer verdiği türlere, oyuncu ve yönetmenlere yönelik filmler çekti, öyküler anlattı. Lakin hiçbir zaman (bence) ‘orijinal’ olamadı, tür yenileyici, yeniden harmanlayıcıydı. Literatürdeki ismiyle ‘post-modernist’ bir çabaydı onunkisi. Kendi üslubumla kelime oyununa soyunarak tanırlarsam, ‘Yeniden çevrim’den mülhem ‘Yeniden yaşatım’dı Tarantino’nun yaptıkları. Bir tür ‘imitasyon’ yani... Şimdiki zamanda geçmişi yaşayıp yaşattırmak ya da...

‘Vietnam Savaşı’ mı, o da ne?

Bugünden geriye bakarken sadece sevdasını, tutkusunu ön plana çıkardı. Ne bir toplumsal bakışa, ne politik dokunuşlara (‘siyahi kahraman’lı filmleri bile, belli türleri yeniden yaşatmanın, hatırlatmanın ürünüydü), ne sosyokültürel tavırlara yeltendi. Bu elbette onun tercihi ama böylesi bir yaklaşım da çoğu kez anlattıklarını, bağlamlarından kopardı. Nitekim “Bir Zamanlar Hollywood’da”, Amerikan yakın tarihinin en utanç dolu sayfalarından biri olan ‘Vietnam Savaşı’ döneminde geçerken koca filmde meseleye dair tek bir eleştiri ya da hatırlatıcı tek cümle var; onu da ‘Manson çetesi’ne üye otostopçu kız sarf ediyor. Öte yandan film, baştan sona bir ‘erkeklik değerleri’ övgüsü; ‘harbi’  dostluk, sadakat, dayanışma, arkasını kollama vs üzerine. Kadınlar ise öyküde ya arzu nesnesi (Sharon Tate) ya da eşlerini darlayan ‘dırdırcı’lar (Dalton’ın İtalyan karısı Francesca ve Randy’nin eşi Janet gibi). Üstelik ana ikiliden birinin geçmişinde ağır bir suç var ve öykü bunun altını hiç deşmiyor. Ayrıca filmde Meksikalılarla, Polonyalılarla ilgili ‘ırkçı’ sayılacak ifadeler (göndermeler de denebilir) bulunuyor ama Tarantino’nun bu noktada, “N’apayım, bu karakterlerin suçu” savunmasına sığınarak sıyrılması mümkün!

Favorileriyle Robert Redford...

Leonardo DiCaprio’yla (özellikle kendisiyle hesaplaşma ve yer yer ağladığı sahnelerde muhteşem) Brad Pitt’in (favorileriyle adeta 70’lerin Robert Redford’u olmuş) mükemmel bir ikiliye (yoksa onlar zamanımızın ‘Butch Cassidy and the Sundance Kid’i mi?) hayat verdikleri filmde Sharon Tate’i canlandıran Margot Robbie de çok iyi... Keza Al Pacino’dan Kurt Russell’a, Bruce Dern’den Mike Moh’a kadar herkes...    

Sonuç olarak Tarantino’nun ‘Manson çetesi’nin işlediği ‘Sharon Tate cinayeti’ni farklı yorumlayarak tıpkı ‘Soysuzlar Çetesi’nde (‘Inglourious Basterds’) olduğu gibi tarihi yeniden yazma işine soyunduğu ve geçmişin katillerinden, şiddete yüklenerek ve ortalığı kan gölüne çevirerek bir tür intikam aldığı (ya da seyirciyi ‘katarsis’ hissiyle buluşturduğu) “Bir Zamanlar Hollywood’da” izlenmesi zevkli bir film. Ama anlatılanların üzerinde düşünüldüğünde aynı oranda sevgi beslemeyeceğiniz ya da hoşgörüyle yaklaşmayacağınız türden bir çalışma olduğu da kesin. UĞUR VARDAN (HÜRRİYET/25.08.2019)



Diğer Yazılar