Konuk Yazar

SIĞ 'SULAR'DA GEZİNİYOR!

18 Aralık 2022 Pazar 11:04
SIĞ 'SULAR'DA GEZİNİYOR!

Bir ‘3D’ şaheseri olarak lanse edilen 2009 tarihli ‘Avatar’, görsel açıdan çarpıcı bir sinemasal deneyimdi ve bütün zamanların en çok hasılat getiren filmi olmuştu. Ama öykü düzleminde bilimkurgu açısından büyük laflar etmeye çalışsa da temelde bir Kızılderili efsanesi olarak da kabul edilen ‘Pocahontas’, Kevin Costner’ın iyimser western’i ‘Kurtlarla Dans’ ya da Terrence Malick’in ‘The New World’ü türü yerli halkın da bilgi ve görgüsü eşliğinde dönüşüm geçiren ‘beyaz’lar formülünü yeniden üretiyordu... Farklı olarak işin içinde ‘Avatar’ denilen biyolojik bedeni kullanan Jake Sully adlı bir karakter vardı ve doğal kaynaklarını tüketen yaşlı gezegenimize alternatif olarak bulunan Pandora adlı bir uyduda yaşayan mavi renkli Na’vi halkından Neytiri’ye âşık olarak ‘sömürgeci’ kimliğini terk ediyor ve sömürülenlerin safına geçiyordu.

 

Yavaşlayınca sıradanlaşıyor

Heyecan, tempo ve hız limiti yüksek, yer yer eğlenceli aksiyonların ve gişe rekorları kıran yapımların yaratıcısı James Cameron, yaklaşık 13 yıl sonra olay mahalline dönüyor ve ‘Avatar: Suyun Yolu’yla (Avatar: The Way of Water) karşımıza çıkıyor. Aradan geçen sürede yeni bir projeye imza atmayan ve sadece bu devam niteliğindeki çalışmayla ilgilenen 1954 doğumlu Kanadalı yönetmen, senaryosunu kendisiyle birlikte dört ismin (Rick Jaffa, Amanda Silver, Josh Friedman ve Shane Salerno) kaleme aldığı bu yeni adımda Jake Sully ve Neytiri’yi bu kez bir aile tablosu içinde sunuyor. Çift, çocuklarıyla birlikte, ekolojik açıdan muhteşem bir dengeye sahip Pandora’da mesut mutlu bir hayat sürerken Dünyalıların
(ki onların deyişiyle ‘gökyüzü insanları’) yeniden arzı endam etmeleri sonucu dengeler değişiyor. İlk filmden hatırladığımız Albay Miles Quaritch’in ‘avatar’ı, eski askeri Jake’in peşine düşüyor ve aile, uydunun daha kuytu köşelerinde, resif halkının yaşadığı Metkayina’da saklanmaya çalışıyor. Ama deniz piyadeleri bu cennet yöreyi hem onlar hem de yerel halk için cehenneme çeviriyor. Büyük çatışma kaçınılmaz bir hal alıyor.

Yıllar önce, aksiyon sineması belirli sınırlar içinde kendini var ederken, 1994’te vizyona giren, Keanu Reeves’li ‘Hız Sınırı’na (Speed) ilişkin yabancı bir eleştirmen şöyle bir yorumda bulunmuştu: “Film hızlı olmak zorunda çünkü yavaşladığında ne kadar bildik bir hikâyeye sahip olduğu anlaşılıyor.”
Ben de o dönemlerde üzerine yazdığım kimi aksiyon filmlerine ilişkin eleştirilerde sık sık bu ifadeyi hatırlatırdım. ‘Avatar: Suyun Yolu’nu basın gösteriminde izlerken söz konusu yorum bir kez daha zihnime düştü. James Cameron yine görsel numaralar ve rengârenk görüntülerle bezediği bu yeni ‘3D’ çalışmasında ne yazık ki yavaşladığında sıradanlığı ve yavanlığı fazlasıyla belli olan bir filme imza atmış. Bu duruma da ilk adımın çok gerisinde olan öykünün içeriği neden olmuş.

Üç ‘Avatar’ filmi daha...

Hollywood her türlü felaketin ortasında birleşen, dayanışma ruhunu yeniden inşa eden aile bireylerini çok sever: Fırtına, kasırga, deprem, sel, su baskını, uzaylı istilası, Godzilla türü yaratıkların saldırısı vs. fark etmez; bu tür hengâmenin ortasında özellikle asli görevlerini o ana kadar ihmal eden babalar harekete geçer ve maçı çevirir! Cameron ve dört senaristi, onca albenili görüntü ve farklı canlıların tasarımı (adeta at ya da motosiklet görevi üstlenen yılanbalığı şeklindeki yaratıklar, balinaları andıran devasa su canlıları vs.) eşliğinde çok klişe bir ‘aileye yerimiz vardır’ (!) hikâyesi anlatmış... Metkayina klanının lider çifti Ronal ve Tonowari’nin çocuklarıyla Neytiri ve Jake’in çocukları arasındaki ‘ergen zorbalığı’ meseleleri, insan-hayvan dostluğu, denizaltıları ve yengeç formundaki amfibi robotlarıyla geleceğin balıkçıları ve aralara serpiştirilen kimi olay örgüleri bu sıradan öyküyü uzattıkça uzatmış. Ve ortaya tam 192 dakikalık bir film çıkmış! Genel iskelete bakıldığındaysa karşımıza gelen sualtı dünyası, yönetmeninin eski çalışmalarından ‘Abyss’i, final bölümü ise ‘Titanic’i hatırlatıyor...

James Cameron kariyeri boyunca teknik düzeyi yüksek aksiyon yapımlarının yönetmeni oldu hep. Muhtemelen en iyi filmi de ‘Terminator 2: Mahşer Günü’ydü. Hiçbir zaman hikâyeyi önemsemedi, görselliğe yaslandı, robotlu, yaratıklı yapıtlarından en ‘insani’ unsurlar taşıyanı da ‘Yeşilçam’ tadında bir aşk hikâyesine sahip olan ‘Titanic’ti. Seri dahilinde yer alacak üç ‘Avatar’ filmi daha gözüküyor. Umarım çıtayı ‘Suyun Yolu’ndaki kadar aşağıya düşürmez ve bizi daha derin sularda dolaştırır.

UĞUR VARDAN (HÜRRİYET/ 17.12.2022)



Diğer Yazılar