SANAT İÇİN HER ŞEY MUBAH MIDIR?
Eski bir model olan annesi tarafından büyütülen 15 yaşındaki Maria, günün birinde aktör babası Daniel Gélin’le tanışmak için onun setine gider. Bu çabasını annesi kabul edilmez bulur ve nihayetinde onu evden kovar. Genç kız, babasının da yardımıyla sektöre girer ve küçük rollerde görünür. Derken 19’una geldiğinde dönemin yükselen yönetmeni Bernardo Bertolucci, yeni filmi için ona teklifte bulunur. Rol arkadaşı Marlon Brando olacaktır. Gururla kabul eder. Lakin çekimler sırasında kendisine önceden belirtilmeyen, doğaçlama bir sahnede (ki o sahne filmin önüne geçecektir) yaşadığı travma, sonraki kariyerini ve hayatını etkiler, sığındığı liman ne yazık ki ‘eroin bağımlılığı’ olur…
1972 yılında vizyona giren ‘Paris’te Son Tango’ (Ultimo tango a Parigi) kimi sahneleri itibariyle sansasyonel bir kimlik kazanmıştı. ‘Konformist’ (Il corformista, 1970) ve ‘Örümceğin Stratejisi’ (Strategia del ragno, 1970) gibi yapıtlarıyla tanınan İtalyan yönetmen Bernardo Bertolucci’nin imzasını taşıyan bu çalışma ülkesinde uzun süre yasaklanmış, gösterildiği ülkelerde tepkilerle karşılaşmış
ya da Türkiye’de olduğu gibi ‘makaslanarak’ vizyona çıkmıştı. Film karısı intihar eden orta yaşlı bir Amerikalıyla genç bir kızın Paris’te bir apartmanda gelişen ilişkisini anlatıyordu. Genel olarak iletişimsizlik ve yabancılaşma üzerine bir anlatısı olan yapıt, zihinlerde çok ünlü ‘tereyağlı’ sahnesiyle yer etti. Bu sahnede Amerikalı Paul, Fransız Jeanne’la rızası dışında anal seks yapar… Filmin bu bölümlerinde sonradan anlaşıldığı üzere senaryo dışına çıkılmıştı. Sahneler kadın başrol oyuncusuna haber vermeden, spontane çekilmişti ve sette Brando yaşananlardan sonra rol arkadaşına “Bu sadece bir film” diyerek meseleye açıklık (!) getirmişti.
‘Paris’te Son Tango’ seyirci nezdinde sarsıcı bir filmdi ama asıl sarsılan Jeanne’ı canlandıran Maria Schneider olmuştu. Girişte konusunu özetlediğim ‘Maria Olmak’ (Being Maria), işte bu oyuncunun hayatından önemli kesitleri perdeye taşıyor. Yönetmenliğini Jessica Palud’nun üstlendiği yapımın esin kaynağı, Maria’nın kuzeni olan, gazeteci Vanessa Schneider’in 2016 tarihli kitabı ‘Tu t’appelis Maria Schneider’ olmuş. Söz konusu sahneyle birlikte gencecik yaşında hiç beklemediği türden bir travma yaşayan ve sonrasında bu durumun artçı sancılarıyla bir hayatı sürdürmek zorunda kalan aktivist kimliğe de sahip oyuncu, bu olayın üstesinden gelememiş, eroin bağımlılığına sürüklenmişti. Nihayetinde kendisi dışında gelişen mutsuz bir öyküyü sırtında taşıdığı yaşamı da 3 Şubat 2011’de sona ermişti (doğum tarihi 27 Mart 1952).
Maria Schneider’in sette yaşadıkları ve meselenin tortuları sinema çevrelerinde enikonu biliniyordu, sonraki hayatının kimi dönemeçleri ve söz konusu sahnenin nasıl çekildiğine dair sır perdesi de genel olarak deşifre edilmiş bir bilgiydi. Ama bütün bunlar çok çok sonraları kamuoyuyla paylaşıldı ve özellikle #MeToo hareketiyle birlikte mesele daha bir şeffaflık kazandı. ‘Maria Olmak’ ana karakterinin yaşadıklarını derli toplu önümüze getiren bir film ve doğrusunu söylemek gerekirse son derece çarpıcı birkaç bölümle zihnimize kazıyan bir hatırlatma ve hesaplaşma zirvesi olmuş.
SUÇLULUK DUYUYORMUŞ!
Olayın gerçek muhataplarının görüşleriniyse sinema yazarı dostum Cumhur Canbazoğlu’nun, sitesi sinemamuzik.com’da 2022’de kaleme aldığı bir yazıdan alıntılıyorum: “Bertolucci tereyağı sahnesini şöyle anlatmıştı: ‘Çekimden önce Brando ile sette konuşuyorduk. Kahvaltıda baget ekmeğin üzerine tereyağı sürmeye başladı. Kafamda şimşek çaktı; Brando da anlamış olacak ki ‘Tamam’ der gibi baktı. Sahne gerçekçi olsun diye Maria’ya hiçbir şey söylememeye karar verdik. Oyuncu olarak değil, bir kadın olarak tepkisini almak istiyordum. O da beklediğim gibi o sahnede ağladı, çığlık attı, incindi.’ Schneider ise verdiği söyleşilerde, geçmişe geri dönebilse o sahnede oynamayacağını ‘Senaryoda böyle bir şey yoktu. Çok gençtim ve hiçbir şey anlamadım. Brando ile Bertolucci beni kandırdılar ve hiç umursamadan kullandılar. Kendimi tecavüze uğramış gibi hissettim’ sözleriyle belirtti.”
Schneider’in ölümünden iki yıl sonra Bertolucci şunları söylemişti: “Zavallı Maria. Filmden sonra bir daha hiç görüşmedik çünkü benden nefret ediyordu. Pişman değilim, sadece suçluluk duyuyorum. Bazen film yaparken bir şey elde etmek için tamamen özgür olmak gerekir. Maria’nın rol yapmasını değil, öfke ve aşağılanmayı hissetmesini istedim. Senaryoda tecavüz sahnesi vardı ama tereyağı yoktu. Maria ona bozuldu.”
‘Maria Olmak’ın yönetmeni Jessica Palud sektöre Bertolucci’nin ‘The Dreamers’ filminin (bizde ‘Düşler, Tutkular ve Suçlar’ adıyla gösterime girmişti) setinde çalışarak başlamış. Kim bilir orada gördüğü profil böylesi bir yapıma imza atmasının nedeni olabilir. Bana kalırsa bu meseleye ilişkin önemli bir bilgi ama daha da ötesi filminin seyirci vicdanında hissettirdikleri. Örneğin ben ‘Maria Olmak’ta anlatılanların büyük bir kısmına vâkıftım ama yine de Palud’nun yapıtını izledikten sonra Bertolucci’ye ilişkin öfkem, nefretim daha da arttı. Neredeyse kendisini yok sayacak noktaya geldim ki İtalyan yönetmen kalburüstü yapıtlarıyla çokları gibi benim için her daim son derece önemli bir sinemacıydı.
‘Maria Olmak’ insana şunu da düşündürtüyor elbet; bir sanat yapıtının çarpıcılığı, kitleleri etkilemesi, tarihe mal olması yolunda bir insanın hayatının, ruh sağlığının bozulacak bir çizgiye taşınması kabul edilecek bir şey midir ya da şöyle sorayım: Sanat için her şey mubah mıdır? Onun ötesinde ‘Paris’te Son Tango’ özelinde bakarsak Bertolucci bu kötülüğü yaptıktan sonra vicdanen rahat yaşamayı nasıl sürdürmüş, yaratıcı dediğiniz varlık bu denli duygusuz, bu denli kötü olabilir mi? ‘Maria Olmak’ sinematografik yanından çok zihnimizde araladığı bu tür tartışma başlıklarıyla bence çok önemli bir çalışma.
Maria’da Anamaria Vartolomei’in çizgi üstü bir performans sergilediği, Marlon Brando’da da Matt Dillon’ın inandırıcı bir portre sunduğu ve yazı boyunca bahsettiğim hesaplaşmaya hepimizi davet eden bu yapıtı mutlaka izleyin derim. UĞUR VARDAN (HÜRRİYET/23.11.2024)