MUMBAİ'Yİ DİNLİYORUM, GÖZLERİM AÇIK
Büyük bir kentin, Mumbai’ın (eski adıyla Bombay uçsuz bucaksız insan coğrafyasında ayakta kalmak, hayatın kendine sunduğu seçenekler içinde doğru bir rotada yürümek, umudunu, sevincini yitirmemek ve hep diri tutmak için çabalayan iki kadın... Kişilikleri de farklı elbet. Prabha sakin, dirayetli, ölçen biçen bir yapıya sahip. Bir tür görücü usulüyle evlendiği kocası izdivaçtan kısa bir sürü sonra Almanya’ya çalışmaya gitmiş ve neredeyse bir yılı aşkın süredir de Prabha ondan haber alamıyor. Anu ise genç, delişmen, inatçı ve kendi bildiği yolda yürüme çabasında olan cesur bir karakter. Hindu olduğu için ailesinin izin vermeyeceği aşikâr bir aşkın içinde; Müslüman bir genç olan Shiaz’la kaçamaklarla örülü bir ilişki yaşıyor.
BELGESELLERİYLE TANINIYOR
Bu iki yaşı ve duruşu farklı kadın aynı evi paylaşıyorlar ve küçük bir hastanede hemşire olarak çalışıyorlar. Denklemin üçüncü ayağındaysa yaşı onlardan daha büyük olan Parvaty var. O da has-
tanenin emekçilerinden ve yıllardır oturduğu evine, o bölgeyi yıkıp yeni bir gökdelen inşa etmek isteyen müteahhitler göz koymuş durumda. Yıllar önce ölüp giden kocası geride bir tapu bırakmadığı için Parvaty mülkün kendisine ait olduğunu gösterecek hukuki bir dayanaktan mahrum kalmış...
Belgeselleriyle tanınan Payal Kapadia ilk kurgusal uzun metrajı ‘Aydınlık Hayallerimiz’de (All We Imagine as Light) bu üç kadın karakter üzerinden öncelikle bir kentin sosyoekonomik tasvirini, mimari düzenini, görsel ve ruhsal ambiyansını anlatıyor. Öte yandan feminist unsurlar da içeren ve asıl referansını ‘Her şey sınıfsaldır’dan alan güçlü bir öyküyü perdeye taşıyor. Geçen yıl Cannes’da Büyük Ödül’ü (Grand Prix) kazanan yapım, kentin yükünü taşıyan emekçilerden, gündelik rutinin atardamarlarından biri olan tren istasyonlarından ve dolu vagonlardan kimi kesitlerle; çeşitli insanların Mumbai’a ait görüşleri eşliğinde açılıyor. Sonrasında da ana karakterlerine odaklanıyor.
Bu giriş ve akabindeki bütün gelişmeler İstanbul’a dair Yeşilçam’ın uzun bir dönem bize sunduğu ‘taşı toprağı altın şehir’ fikriyatına çok benziyor. Payal Kapadia doğup büyüdüğü kenti kalabalıklarıyla, gece manzaralarıyla, iki ana karakterin kaldığı evin penceresinden yansıyan görüntüleriyle, küçük dar sokakları ve pazarlarıyla birlikte filmine sığdırıyor. ‘Aydınlık Hayallerimiz’ bu açıdan Batılı bir eleştirmenin de altını çizdiği gibi New York, Paris, Roma, Viyana gibi şehirlere ilişkin sinematografik hamlelere Mumbai’ı da ekliyor. Öte yandan Kapadia sadece övgü, methiye gibi bir derdin peşine düşmüyor, kentin alt sınıf nezdindeki tarifine ve hissiyatına da soyunuyor. Mesela Shiaz şehri tanımlarken “Köyde akşam olduğunda top oynamayı bırakıp eve giderdik, burada aynı saatlerde hayat adeta yeniden başlıyor” diyor. Ama aynı şehir bir emekçinin dediği gibi yıllardır orada olmasına rağmen hiçbir bağı yokmuş gibi anında terk edilebilecek bir sevda niteliğinde.
Karakterler üzerinden çıkılacak yolculuktaysa; örneğin eve gelen ve kimin yolladığı belli olmayan paketten son teknoloji bir pirinç pişirme makinesi çıkıyor. Üzerindeki ‘Alman malı’ etiketi Prabha’yı bunun gurbetteki kocası tarafından gönderildiği düşüncesine yöneltiyor. Peki, bu hediyenin anlamı nedir; hâlâ unutulmadığına dair bir hatırlatma mı yoksa bir ‘veda busesi’ mi? Anu kanadındaysa köydeki annesinin kendisine olası eş olarak gönderdiği erkeklerin fotoğrafları ve giderek artan evlilik baskısı var. Ama o aşkına inanıyor ve Shiaz’la ilişkisine her koşulda sahip çıkıyor (ki ikisini ilk kez buluşturan, sokaklarda ayrı ayrı gezinirken el ele tutuşmalarıyla sona eren sekans filmin en güzel yanlarındandı). Parvaty ise tapusu olmadığı için adeta yaşadığını kanıtlayamayan biri konumundadır. Prabha oğlunun yanına yerleşmesini önerdiğinde “Oğlum, karısı ve çocuğuyla oturdukları eve zaten sığamıyor. En iyisi köye dönmek, orada beni kimse yerimden dışarı atamaz” diyor. Nihayetinde filmin sonralarına doğru üçlü Parvaty’nin köyüne doğru bir yolculuğa çıkıyor. Öykü bu aşamada Mumbai’ın karanlık, etkili ve büyüleyici ama öte yandan sınıfsal meselelerden dolayı alabildiğine kasvetli havasından kurtulup adeta gün ışığına, parlaklığa ve umuda ulaşıyor.
‘Aydınlık Hayallerimiz’ tuhaf bir çekiciliğe sahip. En azından bendeki etkisi böyle oldu. İlk izlediğimde elbette beğendim ama sonraki birkaç günde filme olan ilgim, sevgim ve bağlılığım daha da büyüdü. Bence Payal Kapadia’nın en önemli artılarından biri, Hint sinemasının yatağını değiştiren, İtalyan Yeni Gerçekliği’ni kendi coğrafyasında yeniden inşa eden Satyajit Ray’ın bakışını, ruhunu ve estetiğini modern bir öykü üzerinden tekrar hayata geçirmesi olmuş.
Prabha’da Kani Kusruti’yi, Anu’da Divya Prabha’yı, Parvaty’de Chhaya Kadam’ı, Shiaz’da Hridhu Haroon’u, Prabha’ya âşık Dr. Manoj’daysa Azees Nedumangad’ı izlediğimiz; hepsinin çok iyi performanslar ortaya koyduğu yapım, kurtarılan balıkçı sahnesiyle de ‘büyülü gerçekçilik’ sularına göz kırpıyor. Başbakan Narendra Modi’nin aşırı sağcı politikalarına karşı da bir çalışma olarak nitelenen ve 30 yıl sonra Cannes’da boy gösteren ilk Hint filmi unvanını taşıyan ‘Aydınlık Hayallerimiz’i mutlaka izleyin derim. UĞUR VARDAN (HÜRRİYET/18.01.2025)