'ARTIK DEMİR ALMAK GÜNÜ GELMİŞSE ZAMANDA'
Simsiyah, gözleri bir tür radar misali her şeyi tarayan, ürkek ama hiçbir zaman yitirmediği merak duygusuyla hareket edip duran bir kedi... Etraf sularla kaplı; bu arada bir grup köpeğin yanından yemek için kaçırdığı balık başına bela olur çünkü peşine takılırlar. Köpekleri atlattıktan sonra devasa kedi heykellerinin olduğu bir yerleşim yerindeki eve gidip dinlenmeye koyulur. Ama her yeri işgal eden su, daha da geniş bir biçimde geride kalan noktaları da ele geçirme çabasındadır. Nihayetinde kurtuluşu geçip giden bir tekneye sığınmakta bulur. Burada iri kemirgenler sınıfından sevimli bir kapibara vardır; sonradan ekibe köpek grubunun üyesi bir retriever, ‘mülkiyetçi’ bir lemur ve kimi kaynaklara göre ‘türünün en alımlı temsilcilerinden’ kabul edilen bir sekreterkuşu dahil olur. İşte bu farklı üyelerden oluşan topluluk, içinde olduğu tekneyle birlikte sonu belirsiz bir yolculuğa çıkar.
NUH’SUZ BİR NUH’UN GEMİSİ
Letonyalı animatör Gints Zilbalodis, hikâyesini Matiss Kaža’yla birlikte kaleme aldığı son çalışması ‘Flow: Bir Kedinin Yolculuğu’nda (Straume) zoraki oluşmuş bir dostluğun eşliğinde hayatta kalmak için uğraşan bir grup hayvanın birlikteliğini ve dayanışma çabasını son derece çarpıcı bir görsellik ve atmosfer eşliğinde anlatıyor. Yapıma ilişkin dışarıda çıkan eleştirilere göz attığımda pek görmedim ama bence bu yolculuk ve üyeleri ilk elde akla kuşkusuz ‘Nuh’suz bir ‘Nuh’un gemisi’ni getiriyor. Bu serüven Nuh’suz olmak zorunda çünkü öykünün geçtiği ortamda hiçbir insana rastlamıyoruz. Sadece başta kedinin sığındığı evde bir zamanlar bir ‘sanatçı’nın yaşadığını anlıyoruz, bir de yolculuk esnasında antik kentleri hatırlatan bir mimariye sahip yapılar görüyoruz. Zaten sürekli yükselen suyla birlikte yakın geçmişte büyük bir felaketin olduğunu ve filmin muhtemelen bir tufan sonrası hayatta kalanlara odaklandığını anlıyoruz.
Günümüz animasyonları bilindiği gibi büyük Hollywood stüdyosu damgalı yapımlar ya da Hayao Miyazaki ekolü ‘derin’ anlamlı animelerden oluşuyor. Gints Zilbalodis’in yapıtı bu genel tablo içinde Miyazaki cephesine yakın duruyor.
Filmin en önemli yanı, karakterlerinin insanlar gibi konuşup dertleşmesi, anlaşması ya da çatışması türünden bir yapıya sahip olmamaları. ‘Flow: Bir Kedinin Yolculuğu’nda hayvanlar kendilerini doğal sesleriyle ifade ediyorlar. Hoş, kimi yabancı sinema yazarları bu duruma özel anlamlar vehmederek filmi “Hollywood’un bize yıllardır dayattığı konuşan hayvan animasyonlarından farklı bir yapıda” teşhisi eşliğinde ele almış. Ben kendi adıma konuşan ya da konuşmayan, fark etmez, hepsini ayrı ayrı kucaklıyor, başka kriterler üzerinden filmleri beğeniyor ve sıralıyorum. Zaten bu konuşma meselesinin kökleri çok eskilere dayanır. Hollywood’dan önce, 1600’lerde Jean de La Fontaine, eserlerinde hayvanları yeterince konuşturmuştu!
Öte yandan ‘Flow: Bir Kedinin Yolculuğu’ için çizimleri, atmosferi, karakterleri ve dünyanın yakın geleceğine ilişkin ekolojik uyarılarıyla son dönemde izlediğim en iyi animasyon diyebilirim. Bu sezon dahilinde ben en çok ‘Vahşi Robot’u beğenmiştim ama ‘Flow: Bir Kedinin Yolculuğu’nu seyrettikten sonra fikrim değişti. Sanırım Oscar’larda da En İyi Animasyon dalında ipi Gints Zilbalodis’in eseri göğüsleyecek.
Film, öyküsü dolayısıyla karakterlerini sonu belirsiz bir yolculuğun içine atıyor. Bu durum onlar kadar biz seyirciler için de heyecan ve gizem içeriyor. Ayrıca ‘İnsan yoksa bile, hayat devam eder’ şeklinde özetlenebilecek mesajını da çok beğendim. Bu bakış açısı gezegenin tarihinde çok sonradan sahneye çıkıp her şeyi yok eden, kendi mülkiyetine dönüştüren ve hırsıyla, gözü dönmüşlüğüyle başka türlere çoğu kez hayat hakkı tanımayan bir varlığın içi boş kibrine ilişkin bir uyarı ya da hatırlatma görevi üstleniyor.
Özetle karşımızda enfes bir çalışma var, gözlerinize olduğu kadar zihninize de seslenen bu sıra dışı animasyonu kaçırmayın derim. UĞUR VARDAN (25.01.2025)