IRKÇILIK DENEN İLLET ÜZERİNE...
Yıl 1983... Kuzeybatı Pasifik’te bir grup Neo-Nazi, o güne kadar içlerinde biriktirdikleri Yahudi ve siyah nefretini daha bir yüzeye çıkarır ve yavaş yavaş ‘silahlı mücadele yoluyla ülkeyi kurtarmak gerektiğini’ kendi aralarında daha net bir şekilde dillendirirler. Çoğu, ırkçı bir papaz olan Richard Butler’ın kilisede verdiği vaazlardan etkilenen ama teoriyi bırakıp eyleme geçilmesini isteyen bu grubun başında Robert (Bob) Mathews vardır. Bu ırkçı oluşum önce kimi bombalama eylemlerine, sonra da mali kaynak amacıyla soygunlara yeltenir. Özel hayatında sorunlar yaşayan ve yeniden ayağa kalkmak için çabalayan FBI ajanı Terry Husk soygunlara ilişkin soruşturma kapsamında işe dahil olurken ister istemez örgütün önüne çıkar. Başlarda bu işe karışanların adi suçlu olduğunu düşünürken karşısında ideolojik bir yapı bulur. Grubu çökertme aşamasındaysa yerel polis Jamie Bowen ve eski mesai arkadaşı Joanne Carney’yle ortak çalışır...
ADRENALİNİ YÜKSEK SAHNELER
Kevin Flynn-Gary Gerhardt ikilisinin 1989 tarihli kitabı ‘The Silent Brotherhood’dan uyarlanan ve senaryosunu Zach Baylin’in kaleme aldığı ‘Düzen’ (The Order), Amerikan yakın geçmişine ait siyasi oluşumlarda dolaşıyor ve aslında gölgesini günümüze düşürüyor. Şöyle ki filmde anlatılan ırkçı oluşum bir anlamda özellikle kendini Donald Trump taraftarı olarak tanımlayan ve zirvesini 2021’de Kongre Binası’na basarak gösteren grubun öncülü. Filmin yönetmenliğini Justin Kurzel üstlenmiş. Malum, Avustralyalı sanatçı ait olduğu coğrafyanın son dönemlerde ortaya çıkardığı en heyecan verici sinemacılardan. ‘Macbeth’ (2015), ‘Assassin’s Creed’ (2016), ‘Kelly Çetesinin Gerçek Hikâyesi’ (True Story of the Kelly Gang, 2019) gibi yapıtlarıyla ihtiraslı karakterlere, suç dünyasındaki gelgitlere ve aksiyona hâkimiyetini fazlasıyla gösteren Kurzel, ‘Düzen’de de hem adrenalini yüksek sahneler ortaya koyuyor hem de ABD’nin siyasi sosyolojisine tarihten ödünç aldığı profillerle ışık tutuyor.
Film iki ana hat üzerinde ilerliyor. Bir cephede Bob Mathews’un, etrafındaki birkaç ‘mürit’le daha köktenci bir noktaya evrilmesi var. Bu grup yol gösterici olarak beyaz ırkçı hareket ‘National Alliance’ın kurucusu ve başkanı William Luther Pierce’ın Andrew MacDonald takma adıyla yazdığı ‘Turner Günlükleri’ (The Turner Diaries) kitabından yararlanıyor. Söz konusu metin altı aşamada (beşincisi ‘Suikastler’) hükümetin devrilmesini ve beyaz olmayanlarla Yahudilerin sistematik olarak yok edilmesine yol açan bir devrimin tasvirini çiziyordu. Ki Mathews’un ekibi, programlarında ırkçılara karşı cephe alan Yahudi kökenli ateist radyocu Alan Berg’ü öldürerek kanlı icraatının çapını genişletiyor. (Meraklısına: Eric Bogosian’ın ‘Sırdaş Radyo/Talk Radio’ adlı oyunundan Oliver Stone tarafından sinemaya uyarlanan 1988 tarihli filmin esin kaynağı Alan Berg’dü.)
İkinci hattaysa Amerikan polisiye geleneğinde (edebiyat ve sinemada tabii ki) belirgin bir motif olan ‘düşmüş dedektif’ prototipinin filmdeki uzantısı olarak karşımıza Terry Husk çıkıyor. Onun hem Jamie Bowen hem de Joanne Carney’yle ortak ilişkileri var. Burada hem sistem koruyucularının hayatlarına ve iç dünyalarına bakıyoruz hem de ırkçılara karşı verdikleri mücadeleye tanık oluyoruz. Bu noktada Mathews’u canlandıran Nicholas Hoult’un (özellikle nefret ve öfkeyi son derece etkileyici bir biçimde aktarıyor), Husk’ı ete kemiğe büründüren Jude Law’un olağanüstü performansları, karakterlerini alabildiğine gerçekçi kılıyor. Öte yandan Bowen’da Tye Sheridan, Carney’de Jurnee Smollett, Alan Berg’de Marc Maron da çok iyiydi.
‘Düzen’ sinematografik açıdan Justin Kurzel’in dinamik anlatımıyla dikkat çeken ve günümüzdeki gelişmelere ilişkin tarihten hatırlatmalar niteliği taşıyan bir film. Şimdiki zamanın ırkçılarını geçmişteki kökleri üzerinden okuyan yaklaşımıyla da Spike Lee’nin 2018 tarihli ‘Karanlıkla Karşı Karşıya’ (BlacKkKlansman) filmini hatırlatan bu yapıtı bence kaçırmayın derim.
UĞUR VARDAN (HÜRRİYET/21.12.2024)