MASUM DEĞİLSİNİZ HİÇBİRİNİZ...
Malum uzun bir süredir özel bir dönemden geçiyoruz. Bütün gezegen, kurduğumuz bütün uygarlıklar bir virüsün pençesinde. Başta tıp olmak üzere birçok disiplinde çok ileri noktalara taşındığını düşündüğümüz çizgimizin aslında sandığımız kadar sağlam olmadığını bizatihi yaşayarak görüyoruz. Karşımızdaki ‘düşman’ her yaştan değeri aramızdan almayı sürdürüyor. Kuşkusuz salgın dönemi herkes için aynı zamanda bir hesaplaşma süreci de başlattı; kimdik, neydik, nereden gelip nereye gidiyorduk türünden...
İnsanlık bu vartayı da atlatacağını düşünüyor; bu yoldaki en önemli kriteri de geçmişin vartaları. ‘Neleri atlattık ki koronayı mı atlatamayacağız’ gibi bir refleks bu. Aslına bakılırsa bu dönemde edebiyat, tarih, sosyoloji ve sinema gibi kimilerimizin sığındığı limanlar aslında bu yüzleşmeyi daha kolay sağlıyor. Küçük bir hafıza tazeleme bile aslında bizim zaten COVID-19 türünden düşmanlara pek de ihtiyacımız olmadığını, geçmiş maceramızda inanç, milliyetçilik, altın, su, para, petrol gibi gerekçelerle bol bol birbirimizin boğazına sarıldığımızı, insanlık denen o uzun yürüyüşün kanlı sayfalarla dolu olduğunu gösteriyor.
Pandemi öncesi basın gösterimi yapılan ve vizyon şansını ancak bu hafta bulan ‘Boyalı Kuş’ (‘The Painted Bird’) işte bütün bu yüzleşmeyi sinema yoluyla anımsatan yapıtlardan. Leh yazar Jerzy Kosinski’nin 1965’te yayımlanan, en ünlü (ve de en ‘tartışmalı’) romanından Çek yönetmen Vaclav Marhoul’un uyarladığı yapım, İkinci Dünya Savaşı döneminde hayatta kalma mücadelesi veren bir Yahudi çocuğun hayatına odaklanıyor.
Görselliği çok etkileyici
Minik Joska kırsalda yaşayan teyzesinin ölümünün ardından yaşamına yalnız devam etmek zorunda kalıyor. Köylülerin onu ‘vampir’ ilan etmeleri, şifacı bir kadının himayesine girmesi, değirmenci, karısı ve âşığı arasındaki üçgende debelenmesi, yaşlı bir kuşçuyla tanışması, bir rahip ve peşi sıra bir pedofilin eline düşme, isterik bir genç kızın yanında geçen günler ve Kızıl Ordu’yla çemberin tamamlanması...
Marhoul epizodik bir anlatımla genel bir çerçevede kötülüğün resmini çiziyor. Kosinski’nin romanı insan doğasının karanlık taraflarında dolaşıyordu, film bu metni benzer şekilde görselleştirmiş. Doğrusu karşımızda izlenmesi ve hazmedilmesi çok zor bir yapıt var.‘Boyalı Kuş’un içerikteki vuruculuğunun yanı sıra görselliğinin de son derece etkileyici olduğunu belirtmek gerek. Görüntü yönetmeni Vladimir Smutny’nin olağanüstü kadrajları, filmin hiçbir anında boşa düşmeyen çerçevelemeleri ve açıları görselliği üst düzeye çıkarıyor. Siyah-beyaz tercih de özellikle yüz çekimlerinde bir avantaja dönüşmüş gibi. Böylelikle hikâyede önümüze çıkan karakterlerin ruhlarındaki yük ve acı çok daha etkileyici biçimde yansıtılmış.
Joska, Batılı bir eleştirmenin belirttiği gibi korkunç bir masalın içinde sıkışıp kalmış gibi. Sanki içine düştüğü bir kâbus biterken onu ‘mutlu son’ değil, daha da korkunç bir kâbus bekliyor gibi... Tabii bu serüvende sadece kötüler yok. Çocuğun karşısına vicdanlı Alman askeri Hans ya da Kızıl Ordu mensubu Mitka gibi iyiler de çıkıyor.
‘Gel ve Gör’le akraba
Oyunculuklara gelince... Joska rolünde Petr Kotlar, ilk sinema deneyiminde müthiş bir performans ortaya koyuyor ve bazı sahnelerde gözleriyle oynuyor. Kadro daha çok Çeklerden oluşuyor ama ekipte Harvey Keitel, Udo Kier, Julian Sands, Stellan Skarsgård ve Barry Pepper gibi Batılı yıldızlar da var. Bu arada film Elem Klimov’un ‘Gel ve Gör’ünü hatırlatırken Rus klasiğinde başrolü oynayan Aleksey Kravchenko burada Rus askeri Gavrila rolünde.
‘Boyalı Kuş’ anlatılır değil, yaşanır bir sinemasal deneyim. Masumiyetten küçük bir katil çizgisine taşınan bir ruh ve bedenin ‘canavarlar sofrası’ndaki bu dönüşümünü kaçırmayın. Yılın en iyilerinden ve unutulmazlarından... UĞUR VARDAN (HÜRRİYET/15.08.2020)